Browsing by Author "Özge YILMAZ"
Now showing 1 - 20 of 35
Results Per Page
Sort Options
Item Sarılık nedeni ile başvuran asemptomatik yenidoğanlarda idrar yolu enfeksiyonu sıklığı(2006) Tarkan İKİZOĞLU; Özgür YURTTAŞ; Höri GAZİ; Özge YILMAZ; İpek AKİL; Nermin TANSUĞYenidoğan döneminde fizyolojik olabilen sarılık, idrar yolu enfeksiyonu (İYE) gibi sistemik hastalıkların bir bulgusu olarak ortaya çıkabilir. Bu çalışmanın amacı bir aylıktan önce sarılıkla başvuran, başka sistemik bulgusu olmayan yenidoğanlarda İYE sıklığının belirlenmesidir. Bu çalışmada eylül 2003-mart 2005 tarihleri arasında Celal Bayar Üniversitesi Çocuk Polikliniği'ne sarılık yakınması ile başvurmuş olan 1 aydan küçük 83 hastanın kayıtları incelendi. Başvuru anındaki ateş yüksekliği, huzursuzluk, kusma, ishal, idrar-gaita renginde değişiklik kaydedildi. Hemoglobin, hematokrit, retikülosit düzeyleri, karaciğer fonksiyonları aspartat aminotransferaz (AST), alanin aminotransferaz (ALT), gama glutamil transferaz (GGT), total ve direkt bilirubin, üre ve kreatinin düzeyleri değerlendirildi. Tüm hastaların idrar örneklerindeki dansite, pH, nitrit pozitifliği ve lökosit/eritrosit deşarjı bakıldı. Standart kantitatif idrar kültüründe tek mikroorganizmanın 105 ve üzerinde kolonisi üremiş olanlar idrar yolu enfeksiyonu grubuna alındı. Sarılık süreleri ve tedavi gereksinimi belirlendi. İdrar yolu enfeksiyonunun %21.6 hastada saptanmış olduğu görüldü. Sarılık başlangıcı her iki grup arasında anlamlı farklı değildi ancak sarılık süresi İYE grubunda anlamlı uzundu (p=0.00). Tedavi gereksinimi gruplar arasında farklı değildi (p=0.28). Biyokimyasal ve hematolojik parametrelerden ALT düzeyinin İYE grubunda istatistiksel olarak anlamlı yüksek olduğu bulundu (p=0.00). İYE saptanan 18 hastanın %38.9'unda (n=7) E.coli, %33.3'ünde (n=6) Klebsiella ürediği belirlendi. Asemptomatik hiperbilirubinemisi olan bebeklerin bakteriyemi riski de göz önüne alınarak, sarılık süresi ve tam idrar analiz ve mikroskopi sonuçlarından bağımsız olarak idrar kültürü sonuçları ile İYE açısından değerlendirilmesi morbidite ve mortalitenin azaltılması açısından önem taşıyabilir.Item Manisa bölgesinde emzirme uygulamaları(2006) Nermin TANSUĞ; Hasan Tarkan İKİZOĞLU; Salih GÖZMEN; Özge YILMAZ; Hasan Erhun KASIRGA; Müjde ŞERİFHAN; Şaylan PESENVURALBu çalışmanın amacı, Manisa'daki kent, kır ve gecekondu bölgelerinde emzirme ile ilgili bilgi düzeylerinin ve uygulamaların belirlenmesidir. Çalışmaya Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlam Çocuk Polikliniği, Muradiye ve Nurlupınar Sağlık Ocağı bölgelerinde izlenen anneler alındı. Tüm annelere emzirme ile ilgili bilgi ve uygulamalarına yönelik bir anket uygulandı. Bu çalışmaya alınan 216 annenin yaşları 17-42 arasındaydı. Emzirmenin kırsal ve gecekondu bölgesinde daha sık olarak bebek her ağladığında, kentte ise 2-3 saatte bir olduğu saptandı (p=0.00). Altı aydan uzun süre gece emzirme de kırsal ve gecekondu bölgelerinde kente göre daha uzundu (sırası ile %61.6, %75 ve %50, p=0.001). Çalışmayan annelerin daha yüksek oranda bir grubu bebek her ağladığında emzirmekteydi (p= 0.001). Toplam anne sütü verme süresi bölgeler arasında anlamlı fark göstermedi. Sadece anne sütü alma süresi % 76.2 annede 4 ay üzerinde idi. Ek gıdalara geçme % 42.3 oranında 5-6. ayda başlatıldı. Kent, kırsal alan ve gecekondu bölgesinden gelenlerin sırası ile %79, %75.6 ve %86.8'i 4-8 ay sadece anne sütü verilmesi gerektiğini belirtti. Ek gıda ile birlikte anne sütüne devam etme süresi bölgemizdeki annelerin %78.5'inde 9 ayın üzerinde bulundu. Bölgemizde kent, kırsal ve gecekondu bölgeleri arasında emzirme sıklığı ve gece emzirmeye devam etme süresi dışındaki emzirme uygulamaları benzerlik göstermektedir.Item Çocukluk çağında anal fissür oluşumunu etkileyen faktörler(2006) Muzaffer POLAT; Erbay Pınar DÜNDAR; Erhun Kasırga; Özge YILMAZ; Banu COŞKUNAmaç: Anodermal yırtık ya da kesik olarak tanımlanan anal fissür oluşumunda konstipasyon başta olmak üzere birçok faktör etkilidir. Bu çalışmanın amacı anne sütüyle beslenmenin, defekasyonun, anal bölge temizliği ve bakımının anal fissür gelişimine etkisinin belirlenmesidir. Gereç ve yöntem: Bu çalışmaya İzmir Bornova Atatürk Sağlık Ocağı ve Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Gastroenteroloji Polikliniğine Ocak-Mart 2006 arasında başvuran yaşları 1-17 ay arası (ortalama standart sapma 6,6 4,0 ay) 72 bebek (40 erkek 32 kız) alındı. Bunlar anal fissür saptanan ve saptanmayan bebekler olarak iki gruba ayrıldı. Bebeğin yaşı, beslenmesi, defekasyon ritmi, gaita kıvamı, doğumdan sonraki gaita çıkış zamanı, konstipasyon için tedavi görüp görmediği, önceki anal fissür öyküsü ve yıkanma sıklığı kaydedildi. Hazır bez kullanımı, anal bölge bakımı ve temizliğinde kullanılan ajanlar soruldu. Bebeklerin tümüne ayrıntılı anal bakı yapıldı. Bulgular: Anal fissürü olan grupta 29, olmayan grupta 43 bebek vardı. Anne sütü ile beslenme anal fissür gelişiminden koruyucu bulundu (eksponensiyel B = 0,11, %95 CI = 0,02 – 0,76). Defekasyon ritmi ve gaita kıvamı iki grup arasında anlamlı farklı olmasına karşın regresyon analizinde anlamlı farklı bulunmadı (sırası ile p=0,09 ve 0,29). Anal bölge temizliğinde ıslak mendil kullanımının anal fissür riskini anlamlı arttırdığı saptandı (eksponensiyel B= 11,0, %95 CI= 2,13 – 57,6). Önceki anal fissür öyküsü regresyon analizinde anlamlılığını yitirdi (eksponensiyel B= 4,34, %95 güven aralığı= 0,89 – 20,99). Regresyon analizi modeline alındığında yaştaki her 1 aylık artışın fissür riskini 1,4 kat arttırdığı bulundu. Doğumdan sonra ilk defekasyon zamanı, konstipasyon tedavisi, yıkanma sıklığı ve anal bölge bakımının her iki grup arasında anlamlı farklılık göstermedi. Sonuç: Anne sütü alımının anal fissür gelişimi riskini azalttığı, ıslak mendil kullanımının ise arttırdığı düşünülmüştür.Item Küçük çocuklarda toplum kökenli viral alt solunum yolu enfeksiyonu etkenlerinin sıklığı ve uzun dönem komplikasyonu ile ilişkileri(2008) Ayhan SÖĞÜT; Yılmaz Dilek ÇİFTDOĞAN; Pelin Ertan; Tamer ŞANLIDAĞ; Hasan Yüksel; Özge YILMAZ; Vildan ÜRK; Sinem AKÇALIViral alt solunum yolu enfeksiyonları (ASYE) ve sonrasında gelişen komplikasyonlar, çocukluk çağının en önemli morbidite ve mortalite nedenlerinden biridir. Bu çalışmada, küçük çocuklarda görülen toplumdan kazanılmış ASYE'de viral etkenlerin belirlenmesi ve viral etyolojinin uzun dönem sekellerden olan bronşiyolitis obliterans (BO) ile ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya 2002-2004 yılları arasında Celal Bayar Üniversitesi Pediatrik Allerji Bilim Dalı ve Solunum Birimi tarafından ASYE tanısı konmuş 151 çocuk (86 erkek, 65 kız; ortalama yaş: 2.9 ± 2.1 yıl) dahil edilmiştir. Çocuklardan alınan nazofarengeal aspirat örneklerinde solunum yolu viruslarının [respiratuvar sinsityal virus (RSV), influenza tip A ve B, parainfluenza tip 1, 2 ve 3, adenovirus] varlığı, ticari bir direk floresan antikor (DFA) kiti (Biotrin, irlanda) ile araştırılmıştır. Çalışmamızda, 151 çocuğun 38 (%25.2)'inde ASYE'de viral etken saptanmış; bu oran 2002 yılı için %46.8 (22/47), 2003 yılı için %13.3 (8/60) ve 2004 yılı için %18.2 (8/44) olarak belirlenmiştir. ASYE etkeni olarak en sık saptanan viruslar RSV ve adenoviruslar olmuş (her ikisi için de aynı olmak üzere: %31.5; 12/38), bunları parainfluenza (%26.3; 10/38) ve influenza virusları (%23.6; 9/38) izlemiştir. Çalışmaya alınan hastaların %7.3 (11/151)'ünde enfeksiyon sonrası BO gelişmiştir. BO olgularının yedisi 2002 yılında, biri 2003 yılında, üçü ise 2004 yılında tespit edilmiştir. 2002 yılında BO tespit edilen tüm hastalarda viral etyolojinin mevcut olduğu; 2003 ve 2004 yıllarında BO tespit edilen dört hastanın ise birinde viral enfeksiyon olduğu belirlenmiştir. BO gelişen hastalarda en sık rastlanılan etken adenovirus (5/8) olmuştur. BO gelişen 11 hastanın 8 (%72.7)'inde, BO gelişmeyen 140 hastanın 30 (%21.4)'unda viral etken tespit edilmiş ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p= 0.02). Diğer taraftan, ASYE'de viral etyoloji saptanan 38 hastanın 8 (%21.1)'inde, saptanmayan 113 hastanın 3 (%2.6)'ünde BO geliştiği tespit edilmiş, aradaki farkın anlamlı olduğu belirlenmiştir (p< 0.05). Sonuç olarak, küçük çocuklarda viral etyolojili ASYE'nin uzun süreli izleminin komplikasyon gelişiminin erken tanısı açısından önemli olduğu ve bu nedenle de etken olan virusların tanımlanmasının yararlı olacağı kanısına varılmıştır.Item A rare cause of persistent atelectasis in childhood: Mucoepidermoid carcinoma(2008) Ayhan SÖĞÜT; Özge YILMAZ; Hasan YükselOn iki yaşındaki erkek hasta wheezing, öksürük ve bronkopnömoni şeklinde tekrarlayan alt solunum yakınmaları ve düşmeyen ateş nedeniyle bakteriyel endokardit ön tanısıyla kliniğimize başvurdu. Fizik muayenesinde solunum sesleri sol alt zonda azalmıştı. Kalp sesleri ve ekokardiyografisi normal olarak saptandığı için bakteriyel endokardit ekarte edildi. Akciğer grafisi ve bilgisayarlı tomografisinde sol alt lobda konsolidasyon ve atelektazik görünüm vardı. Uygun antibiyoterapi, bronkodilatatör tedavi ve postüral drenaja rağmen atelektazik görünüm persiste etti. Fiberoptik fleksibl bronkoskopi (FFB) ile sol alt lob bronşunu tamamen tıkayan tümöral kitle saptandı. Açık akciğer biyopsi materyalinin patolojik incelemesinde düşük dereceli mukoepidermoid karsinoma tanısı kondu. Olguya sol alt lobektomi uygulandı. Hasta operasyondan 12 ay sonra iyi idi. Yineleyen alt solunum yolu semptomları, persiste eden atelektazisi ya da fokal infiltratif görünümü olan hastalarda erken dönemde FFB yapılması uygun olacaktır.Item Çocukluk çağında fleksibl fiberoptik bronkoskopi deneyimi: 96 olgunun değerlendirilmesi(2008) Hasan YÜSEL; Özge YILMAZ; İsmet TOPÇU; Gönül TEZCAN KELEŞ; Ayhan SÖĞÜT; Zülfü OKKALIBu çalışma Çocuk Alerji Bilim Dalı ve Solunum Birimimizde uygulanan pediatrik fleksibl fiberoptik bronkoskopi (FFB) sonuçlarını değerlendirmek için sunuldu. Ocak 2003-Şubat 2007 tarihleri arasında kliniğimizde FFB yapılan 96 çocuk hastanın dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Olguların 46'sı (%47.9) kız, 50'si (%52.1) erkekti. Yaş ortalaması 73.8±49.7 ay, yaş aralığı 2-180 ay arasında idi. FFB endikasyonları, yineleyen ve/veya persistan pnömoni (%24), atelektazi (%22), şüpheli yabancı cisim aspirasyonu (%10), akciğer tüberkülozu (%9), astım (%9), trakeoözofageal fistül (%5), stridor (%4) ve diğerleri (akciğer hipoplazi, bronşiyal hipoplazi, gastroözofageal reflü, bronşektazi, pulmoner hemosideroz, kist hidatik) (%17) olarak sıralandı. On dokuz olguda (%20) bronkoskopi bulguları normal iken, 77 olguda (%80) tanı ve tedaviye yardımcı bulgular elde edildi. Bunlardan iki olguda trakeal bronkus, yineleyen pnömoni yakınması olan bir olguda bronşiyal mukoepidermoid karsinoma gibi nadir rastlanan hastalıklarla da karşılaşıldı. Bronkoskopi işlemi sırasında bir olguda pulmoner ödem, iki olguda laringospazm ve bir olguda bronkospazm gözlenirken, üç olguda bronkoskopi sonrası ateş ortaya çıktı. Sonuç olarak pediatrik FFB çocukluk çağında yeterli deneyim ve donanıma sahip olunduğu takdirde tanı değeri çok yüksek ve komplikasyon oranı oldukça düşük ve önemsiz bir ileri tanı yöntemidir.Item Bronşiyolitis obliteranslı çocukların annelerinde uyku niteliğinin değerlendirilmesi(2009) Ayhan SÖĞÜT; DILEK YILMAZ ÇIFTDOGAN; Hasan Yüksel; Özge YILMAZAmaç: Bu çalışmanın amacı, bronşiyolitis obliteranslı (BO) çocuğu olan annelerin uyku niteliğinin değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya BO’lu çocuğu olan 36 anne ve sağlıklı çocuğu olan 62 anne alındı. Çalışmaya alınan tüm anneler Pittsburgh uyku niteliği endeksini (PUNE) yanıtladı. Bulgular: Hasta ve kontrol grubunda yer alan annelerin çocuklarının yaş ortalaması istatistiksel olarak benzerdi (BO grubunda 3,57±2,58 iken kontrol grubunda 3,85±1,46 p>0,05). Toplam PUNE ve öznel uyku niteliği puanları BO grubundaki annelerde kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulundu (p=0,015). Çıkarımlar: Bu çalışmada, BO’lu çocuğu olan annlerin yaşam niteliğinin sağlıklı çocuğu olanlara göre anlamlı kötü olduğu gösterilmiştir. Çocuğun bakımı ile birincil ilgili olan annelerin psikolojik iyilik hali çocuğun bakım ve gelişimini etkileyeceğinden bu annelerin destek açısından değerlendirilmesi önerilebilir.Item Fleksibl fiberoptik bronkoskopi sonrası nonkardiyak pulmoner ödem gelişen infant(2009) Gönül KELEŞ; İsmet TOPÇU; Hasan Tarkan İKİZOĞLU; Hasan Yüksel; Özge YILMAZ; Ayhan SÖĞÜTPulmoner ödem, kardiyak ve nonkardiyak nedenlere sekonder ortaya çıkabilir. Nonkardiyak pulmoner ödem, vazopermeabilite artışına bağlı olarak hem su hem de proteinlerin interstisyuma geçişi ile oluşur. Fleksibl fiberoptik bronkoskopi (FFB) sırasında oluşan alveolar düzeyde negatif basınç pulmoner ödem gelişimine neden olabilir. Bu FFB sonrası infantlarda nadir görülen bir komplikasyondur. Dört aylık hipoksik iskemik ensefalopati tanısı ile izlenen kız hastaya tekrarlayan üst solunum yolu obstrüksiyonu bulguları nedeni ile tanı amaçlı FFB yapıldı. Laringomalazi olarak değerlendirilen olguda ek havayolu anomalisi saptanmadı. Postbronkoskopik bronkospazm bulguları saptanan olgu nebulize salbutamol tedavisine yanıt verdi. Bronkospazm bulguları gerilemesine karşın işlem sonrası ikinci saatte oksijen gereksinimi sürdü ve akciğer oskültasyonunda ince raller belirginleşti. Akciğer grafisinde akciğer ödemi bulguları izlendi. Pulmoner ödem düşünülen hastaya 0.5 mg/kg mannitol tedavisi uygulandı. Tedavi sonunda fizik muayene ve vital bulguları düzelen hastanın oksijen gereksinimi sonlandı. FFB sonrası pulmoner ödemin nadir rastlanan bir komplikasyon olması ve tedavide mannitol kullanımının ilk tecrübe olması nedeniyle olgu tartışıldı.Item Effects of physical exercise on quality of life, pulmonary function and symptom score in children with asthma(2009) ECE ONUR; Özlem GÜNAY; Ayhan SÖĞÜT; CANAN TIKIZ; Hasan Yüksel; Özge YILMAZ; PINAR DÜNDARAmaç: Astımlı çocuklarda düzenli egzersizin yaşam kalitesi, akciğer fonksiyonu ve astım semptom skoruna etkilerini değerlendirmekti. Gereç ve Yöntem: Yeni tanı almış hafif-orta astımlı (yaş ortalaması 9.8 ± 1.78 yıl) 30 çocuk gelişi- güzel egzersiz (grup 1) ve kontrol grubuna (grup 2) ayrıldı. Her iki grup inhale flutikazon ve montelukast tedavisi aldı. Egzersiz grubundaki çocuklar ilave olarak egzersiz eğitim programına alındı. Egzer- siz programı 8 hafta boyunca, haftada 2 kez, 1 saat süreyle kondisyon bisikleti ile yapıldı. Her iki grupta yaşam kalitesini ölçmek için bir hastalık spesifik yaşam kalite anketi olan “Pediatric Asthma Quality of Life Questionnaire (PAQLQ)” ve jenerik bir yaşam kalite anketi olan KINDL kullanıldı. Spirometrik testler yapıldı ve astım semptom skorları kayde- dildi. Bulgular: Son değerlendirmede grup 1’deki PAQLQ’ nün tüm skorları (total, aktivite, semptom, duygulanım) ve astım semptom skorundaki iyileşme düzeyi grup 2’ye göre anlamlı olarak daha yüksekti (p= 0.005, 0.000, 0.003, 0.009, sırasıyla). Ayrı- ca, grup 1’de KINDL’ye ait aile eve özgüven alt skorları grup 2’ye göre anlamlı olarak daha yüksekti (p= 0.047, 0.030, sırasıyla). Gruplar arasındaki fark anlamsız olmakla birlikte, grup 1’in akciğer fonksiyon testlerindeki (FEV1, FVC ve FEV1/FVC) iyileşme düzeyi grup 2’den daha fazla idi.Item Allerjik rinitli hastalarda allerjen spesifik immünoterapinin uyku kalitesi üzerine etkisi(2009) Papatya DEĞİRMENCİ BAYRAK; Artuner DEVECİ; Özge YILMAZ; Cengiz Kirmaz; Hasan YükselGiriş: Literatürde allerjik rinit nedeniyle hastaların yaşam ve uyku kalitelerinin bozulduğu, bu durumların medikal tedavi ile düzeldiği gösterilmiştir. Biz bu çalışmamızda allerjen spesifik immünoterapi ile allerjik rinitli hastaların uyku kalitelerinin değişimini belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza Celal Bayar Üniversitesi Erişkin Allerji-İmmünoloji Polikliniğinde klinik değerlendirme ve prick test sonucuyla allerjik rinit tanısı alan 74 hasta alınmıştır. Spesifik immünoterapinin hemen öncesi ve spesifik immünoterapinin birinci yılında uyku kaliteleri Pittsburg Uyku Kalitesi Ölçeği (PUKÖ) ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Spesifik immünoterapi sonrası hastalarda sağlıklı uykuya sahip olma oranları anlamlı şekilde artmıştır (p< 0.001). Semptom skoru farkı ile PUKÖ skorları farkı Spearman korelasyon analizi ile değerlendirildiğinde anlamlı korelasyon saptanmıştır (p= 0.01). Semptom skorlarındaki azalma ile birlikte PUKÖnün subjektif uyku kalitesi, uykuya geçme, uyku süresi, uyku efektivitesi, uykuyu etkileyen durumlar, uyku verici madde kullanımı, gün içinde uyuklama parametrelerinde düzelme saptanmıştır. Sonuç: Bizim çalışmamızda spesifik immünoterapi başlandıktan sonra ilk bir yıl içinde hastalar ikinci kez değerlendirildiğinde; kronik uyku bozukluğunun ortadan kalktığı; kötü uyku kalitesine sahip hastaların ise çoğunun uyku kalitelerinin düzeldiği saptanmıştır. Semptom skorlarının düşmesi ile uyku kalitelerinde artış olmuştur. Literatürde spesifik immünoterapi ile uyku kalitesinde sağlanan iyiliği gösteren ilk çalışma olması ile kıymet arz eden bu çalışmanın, uzun dönem spesifik immünoterapi sonuçları ile de desteklenmesi uygun olur.Item Genel çocuk uzmanlarının çocukluk çağı astımı ve tedavisi konusundaki bilgi durumu ve uygulamaları(2009) Senem ALKAN; Ayhan SÖĞÜT; Hasan Yüksel; Özge YILMAZAmaç: Genel pediatri uzmanlarının çocukluk çağı astımı ve tedavisi konusunda yeterli bilgi düzeyi etkin kontrol için gereklidir. Bu çalışmanın amacı, pediatristlerin çocukluk çağı astımı ve tedavisi konusunda bilgi ve uygulamalarının değerlendirilmesidir.Gereç ve Yöntem: Çalışmaya astım tedavisi konusundaki yedi toplantıya katılan 52 pediatrist alındı. Toplantı öncesinde 23’ü astım, 19’u kendi uygulamaları hakkında toplam 42 soruluk anket uygulandı.Bulgular: Verilen yanıtlar arasında asistanlık yapılan hastane fark yaratmazken, muayenehane varlığı ve çalışma süresinin fark oluşturduğu belirlendi. “Sistemik steroidlerin akut astım alevlenmesinde rolü vardır” cümlesini, muayenehanesi olan pediatristlerden %82,4’ü, olmayanların %47,1’i doğru değerlendirdi (p= 0,014). Akut astım alevlenme sırası ve sonrasında pediatrik alerji merkezine sevk etme, muayenehanesi olanlarda anlamlı düşüktü (sırası ile p= 0,002 ve p= 0,016). Pediatrist olarak çalışma süresinin astımda inhale steroid kullanımı konusundaki bilgiyi etkilediği belirlendi (p= .005).Çıkarımlar: Sonuç olarak, uzmanlık süresi ve muayenehane varlığının, genel pediatristlerin astım ve tedavisi konusundaki bilgi ve uygulamalarını anlamlı olarak etkilediği saptanmıştır. Bu sonuçlarla astımlı çocuklara daha standardize ve etkin bakım sağlanabilmesi için mezuniyet sonrası eğitimin gerekliliği vurgulanmıştır.Item Clinical significance of lung perfusion defects in children with post-infectious bronchiolitis obliterans(2009) Recep Savas; Elvan SAYIT; Vildan ÜRK; cihan göktan; Özge YILMAZ; Diydem YÜKSEL; Hasan YükselBronşiyolitis obliterans (BO)’lı çocuklarda segmental akciğer perfüzyon defektlerinin klinik önemi daha önce rapor edilmemiştir. Bu çalışmanın amacı; BO’lu çocuklarda akciğer perfüzyon defektlerinin klinik anlamının değerlendirilmesi ve izlem üzerine etkisinin açıklanmasıdır. Çalışmaya, yaşları 9-60 ay arasındaki (ortalama ± SD: 17.8 ± 13.4 ay) 38 BO’lu çocuk alındı. Tanı, altı haftadan uzun süren solunum yolu bulguları ve yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografide oligemik-mozaik patern saptanmasıyla koyuldu. Akciğer grafisi, 24 saatlik pH monitörizasyonu, ter testi, immünglobulin düzeyleri ve solunum yolu viral paneli tüm çocuklarda değerlendirildi. Akciğer perfüzyon sintigrafisi, BO’nun ilk klinik bulguları ortaya çıktıktan en az üç ay sonra yapıldı. Perfüzyon defektleri skorlandı. Sintigrafi 24 (%63.2) hastada perfüzyon defekti gösterdi ama 14 (%36.8)’ünde normaldi. Perfüzyon defekti olan segmentlerin ortalama sayısı 2.9 ± 2.6 idi. İzlemin ilk yılında, ortalama alevlenme sayısı ve hastanede yatış gün sayısı sırasıyla 4.7 ± 4.4 ve 26.9 ± 29.8 gündü. Perfüzyon defektlerinin sayısının alevlenme sayısı ve hastaneye yatış süresi ile anlamlı korelasyon gösterdiği belirlendi (sırasıyla r= 0.66 ve p= 0.00). Sonuç olarak; BO’lu çocuklarda akciğer perfüzyon defektlerinin sayı ve yoğunluğu, klinik ağırlık ile koreledir. Bu nedenle, akciğer perfüzyon durumunun değerlendirilmesi hastalığın ağırlığı ve izleminin klinik olarak belirlenmesine yardımcı olabilir.Item Çocukluk çağı alt solunum yolu enfeksiyonlarında yeni etkenler(2010) Senem ALKAN; Hasan Yüksel; Özge YILMAZÇocukluk çağının en sık enfeksiyon grubunu oluşturan alt solunum yolu enfeksiyonlarından (ASYE) sıklıkla viral etkenler sorumlu tutulur. Bunlar arasında Influenza, Parainfluenza, Adenovirüsler ve Respiratuar sinsityel virüs (RSV) yer alır. Son yıllarda, ASYE bulguları olanlarda metapnömovirüs, avian influenza A, H5N1, SARS coronavirüs gibi yeni etkenler saptanmıştır. Paramiksovirüs ailesinden bir RNA virüs olan metapnömovirus, özellikle tropikal ülkelerde ilkbahar ve yaz aylarında sık saptanır. Hem üst hem de alt solunum yolunu ilgilendiren bulgular ile ortaya çıkabilir. RNA virüsü olan Coronavirüsler, sıklıkla ASYE, daha nadiren ise ÜSYE bulguları ile ortaya çıkabilir. SARS (Severe acute respiratory syndrome-ağır akut solunum yetmezliği sendromu), corona virüs ailesine aittir. Küçük DNA virüslerden olan polyomavirüsler ise, asemptomatik gidişten ağrı ASYE bulguları olan klinik tabloya kadar geniş bir yelpazeye neden olurlar. Bocavirusler ise parvovirüs ailesinden olan alt solunum yolu enfeksiyon etkenleridir. İnfluenza ise, H1N1 ve H5N1 gibi farklı serotipleri nedeni ile epidemi ve pandemi nedeni olabilen solunum yolu enfeksiyon etkenidir. Sonuç olarak, ASYE’larının klinik bulguları ve prognozu çoğunlukla nonspesifik olmakla birlikte, etiyolojik etken ile ilişkilidir. Bu nedenle, etken olan ajanlarla ilgili prevalans ve insidansın daha net olarak ortaya çıkarılması için çalışmalara gereksinim vardır.Item Monosemptomatik nokturnal enürezisi olan çocuklarda dikkat eksikliği ve hiperaktivite bulguları(2010) Arda BOZGÜL; Pelin Ertan; Ayhan SÖĞÜT; Deniz Gonulal; Ömer AYDEMİR; Hasan Yüksel; Özge YILMAZ; Gönül DİNÇ HORASANAmaç: Çocuklarda monosemptomatik nokturnal enürezis psikolojik ve davranışsal sorunlara neden olabilir. Bu çalışmanın amacı monosemptomatik nokturnal enürezisi olan çocuklarda dikkat eksikliği ve hiperaktivite bulgularının değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya altı ile 12 yaşları arasında monosemptomatik enürezisi olan 57 çocuk (23 erkek, 34 kız) ve 57 sağlıklı kontrol (25 erkek, 32 kız) katıldı. Çocuklarda dikkat eksikliği ve hiperaktivite bulgularını tanımak için anneler tarafından 48 soruluk çoktan seçmeli bir anket olan Conners Ebeveyn Değerlendirme Ölçeği yanıtlandı. Bulgular: Enürezisli çocukların yaş ortalaması 8,54±2,18 iken, kontrol grubundakilerin yaş ortalaması 9,12±2,13 idi. Enürezis grubunda dikkat eksikliği puanı kontrol grubundan anlamlı olarak yüksekti (p=0,02). Hiperkativite puanı açısından ise iki grup arasında anlamlı fark bulunmadı (p=0,36). Alt ıslatma sıklığı, dikkat eksikliği ya da hiperaktivite bulguları olan ve olmayan enüretik çocuklar arasında farklı değildi (p=0,06). Çıkarımlar: Bu çalışmanın sonuçları artmış dikkat eksikliği bulgularına işaret ettiğinden, monosemptomatik nokturnal enürezisi olan çocuklarda psikolojik ve davranışsal değerlendirme gerekebilirItem Türkiye’nin Ege bölgesinde alışkanlık haline gelmiş horlama sıklığı ve ilişkili risk etkenleri(2010) gökben yaslı; Selime ÖZEN; Betül ÖZDEL; Metin KOCACAN; Gönül DİNÇ HORASAN; Burak Arslan; Ayhan SÖĞÜT; Şahin AKTULUN; Özge YILMAZ; Hasan YükselAmaç: Bu çalışmanın amacı, toplum temelli bir çalışma ile 18 yaşından küçük çocuklarda horlama sıklığının belirlenmesi ve bu durum ile ilişkili risk etmenleri ve komplikasyonların tanımlanmasıdır. Gereç ve Yöntem: Bu kesitsel çalışma, Manisa’da yürütüldü. Küme ile örnekleme yöntemi kullanılarak belirlenen 650 çocuğa horlama ve ilişkili risk etkenleriyle ilgili anket uygulandı (339 kız, 311 erkek). Bulgular: Alışkanlık haline gelmiş horlama sıklığı %4,9 olarak belirlendi. Güncel hışıltı öyküsü ya da alerjik riniti olan çocuklarda olmayanlara göre, alışkanlık haline gelmiş horlama olasılığı 3,1 kat daha fazlaydı (sırası ile p=0,006; OR: 3,11, 95%CI: 1,3-7,3 ve p=0,002; OR: 3,11, 95%CI:1,5-6,6). Evre 3 tonsil büyüklüğü, alışkanlık haline gelmiş horlama olasılığını, tonsil büyüklüğü olmayanlara göre 22,5 kat arttırdı (p<0,001; OR: 22,4, 95%CI: 6,0-83,9). Apne gibi gece belirtileri alışkanlık haline gelmiş horlaması olanlarda olmayanlara göre daha sıktı (%28,1’e %3,6; p<0,001; OR: 10,5, 95%CI: 4,3-25,6). Çıkarımlar: Günlük hışıltı, alerjik rinit ve tonsil büyüklüğü, alışkanlık haline gelmiş horlama için anlamlı risk etkenleridir. Bu nedenle, bu rahatsızlıkları olan çocukların gelişimlerini etkileyen horlama açısından değerlendirilmeleri gerekir.Item Primer immün yetmezlikli çocuğa yaklaşım(2010) Özlem Aktaş HANIMELİ; Özge YILMAZ; Hasan YükselPrimer immün yetmezlikler seyrek görülen bir hastalık grubu olmakla birlikte ciddi morbidite ve mortaliteye yol açması nedeni ile klinik ve epidemiyolojik açıdan önem taşır. En sık karşılaşılan primer immün yetmezlikler hümöral immün sistem kusurları, hücresel immün sistem kusurları, kombine immün yetmezlikler, fagositer sistem kusurları ve kompleman sistemi kusurlarıdır. İmmün yetmezliklerin klasik klinik bulguları arasında yineleyen, ağır ve tedaviye iyi yanıt vermeyen ya da komplikasyonların ortaya çıktığı enfeksiyon öyküsü yanında virulansı düşük mikroorganizmalarla enfeksiyonlara duyarlılık yer alır. Ayrıca, otoimmünite, otoinflamatuvar veya hemofagositoz sendromları ile ortaya çıkabildiği de gösterilmiştir. Doğumsal hastalıklar genellikle erken çocukluk döneminde başlayıp, morbidite ve mortaliteye yol açmaktadır. Bu nedenle erken tanı yaşam kurtarıcı olabileceği gibi, uzun dönemde yaşam kalitesinin artırılmasını, genetik danışma ya da prenatal tanıyı olanaklı kılmaktadır. Primer immün yetmezlik hastalıklarının ayırıcı tanıda daha sıklıkla düşünülmesi ve immünolojik değerlendirmenin öncelikli yapılması, bu hastaların erken dönemde tanı almasını böylece de erken tedavi ya da koruyucu önlemlere ulaşımını sağlamaktadır.Item Allerjen spesifik immünoterapi sırasında saptanan otoimmün tiroidit: Bir olgu sunumu(2010) Ahmet TÜRKELİ; Hasan Yüksel; Özge YILMAZ; Serhat GÜLERAllerjen spesifik sistemik immünoterapi (SİT) polenlere, ev tozu akarlarına ve venomlara karşı aşırı duyarlılık sonucunda ortaya çıkan astım, allerjik rinit veya anafilaksi tedavisinde etkili olduğu gösterilmiş bir tedavi şeklidir. Başarılı bir immünoterapi tedavisinin klinik ve immünolojik faydaları tedavi sonlandırıldıktan yıllar sonra da devam eder. SİT’e bağlı kısa süre içinde ortaya çıkabilen lokal ve sistemik yan etkiler rapor edilmiştir, ancak uzun süreli yan etkileri henüz iyi bilinmemektedir. Otoimmün tiroidit, birbirileriyle ilişkileri henüz çok iyi anlaşılamamış pek çok farklı hastalığı içerir. Hashimoto tiroiditinde süpresör T hücrelerindeki genetik defekt sonucunda hücresel immünitenin bozulması söz konusudur. Astım tanısı alan 14 yaşındaki kız olgu, çimen polenleri ile SİT’e başlandıktan dört ay sonra otoimmün tiroidit ve guatr bulguları ortaya çıkmış olması nedeniyle SİT sürecinde otoimmün hastalıkların gelişebileceğinin ve ileri çalışmalarda bu birlikteliğin araştırılmasının vurgulanması amacıyla sunulmuştur.Item Amoksisilin-klavulanata bağlı akut yaygın ekzantematöz püstüloz(2010) Serkan ÖZEN; Ayhan SÖĞÜT; Şule Yıldırım; Özge YILMAZ; Peyker Temiz; Hasan YükselAkut yaygın ekzantematöz püstüloz akut başlangıçlı püstüler döküntü ile belirgin nadir görülen bir hastalıktır. Amoksisilin-klavulanat kullanımı sonrası gelişen bir akut yaygın ekzantematöz püstüloz olgusu sunulmaktadır. Hasta ilaç kullanımı sonrasında püstüler, kaşıntılı döküntüler ile başvurdu ve tanısı patolojik bulgularla doğrulandı. Çeşitli klinik görünümlere yol açan bu durum, püstüler dermatozların ayırıcı tanısında mutlaka düşünülmelidir.Item Çocukluk çağında bronşiyolitler: Etiopatojenez ve immünolojik akciğer hasarındaki yenilikler(2010) Hasan Yüksel; Serhat GÜLER; Ahmet TÜRKELİ; Özge YILMAZAkut bronşiyolit, iki yaşından küçük çocuklarda sıklıkla viral etkenlerin neden olduğu bronşiyollerin enflamasyonu ile belirgin, hışıltı ‘wheezing’, öksürük, hızlı solunum, göğüste çekilmeler ve ekspiryumda uzama ile seyreden bir hastalıktır. Etiolojide en sık etken respiratuar sinsisyal virüs olmakla birlikte birçok patojen rol almaktadır. Respiratuar sinsisyal virüs ya da diğer virüslerle karşılaşan tüm çocuklarda alt solunum yolu enfeksiyonu gelişmemesinde, viral patojenin oluşturduğu hücresel hasar ile birlikte konağa ait anatomik ve immünolojik etmenler rol oynamaktadır. Çocuklardaki viral enfeksiyonlar Th1/Th2 immün yanıtı değiştirebilmektedir. Hastalığın şiddeti immün yanıta bağlı olarak gelişen enflamasyonun derecesine göre değişebilmektedir. Ayrıca akciğerlerdeki non-adrenerjik non-kolinerjik nörojenik sistemin aktivasyonuna bağlı olarak hastalığın şiddetinde artma gözlenebilmektedir. Genetik yatkınlığı olan çocuklarda şiddetli respiratuar virüs enfeksiyonu gelişmektedir. Bu derlemede bronşiyolitin ortaya çıkmasında, şiddetli seyretmesinde sorumlu enfeksiyon ajanları yanında çevresel etmenler, konağın genetik ve yapısal yatkınlığı ve bu yatkınlıkta immün yanıtın rolü anlatılmıştır.Item Ailevi Akdeniz Ateşi ile birliktelik gösteren Juvenil Ankilozan Spondilitli bir olgu(2010) Deniz ÖZALP; Hasan Yüksel; Özge YILMAZ; Ayhan SÖĞÜTYineleyen karın ağrıları ve ailede Ailevi Akdeniz Ateşi (AAA) öyküsü olması nedeniyle yapılan tetkiklerde M694V homozigot mutasyonu saptanan; kalça eklem ağrısına yönelik yapılan tetkiklerde Juvenil Ankilozan Spondilit (JAS) tanısı alan 8 yaşında olgu sunuldu. Bu olgu, atipik eklem bulguları ile başvuran AAA’lı çocuklarda, JAS açısından şüphe edilmesini vurgulamak üzere sunuldu.