Browsing by Author "Serkan Erkan"
Now showing 1 - 10 of 10
Results Per Page
Sort Options
Item Lateral menisküs kistlerinde artroskopik parsiyel menisektominin orta dönem sonuçları(2006) Serkan Erkan; Güvenir OKCU; Hüseyin S. YERCAN; Uğur ÖZİÇAmaç: Lateral menisküs kisti olan olgularda artroskopik parsiyel menisektominin orta dönem sonuçları değerlendirildi. Hastalar ve yöntemler: Çalışmaya lateral menisküs kisti tanısı konan 11 hasta (7 kadın, 4 erkek; ort. yaş 38; dağılım 22-48) alındı. Parsiyel lateral menisektomiyi takiben, yırtık-kist bağlantısı olan olgularda artroskopik shaver ile kist içine girilip dekompresyon uygulandı. Ameliyat öncesi ve kontrollerdeki fonksiyonel kapasite değerlendirmesinde Lysholm ve Tegner skorları kullanıldı. Tüm hastalar, ameliyat öncesi ve sonrası ortalama 34. ayda manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile değerlendirildi. Ortalama izlem süresi 35 ay (dağılım 5-72 ay) idi. Bulgular: Hastaların yedisi (%64) ağrıdan, biri (%9) instabiliteden, üçü (%27) ise tekrarlayan efüzyon ataklarından şikayetçiydi. Yedi hastada (%64) travma öyküsü vardı. Artroskopik incelemede 10 hastada (%91) menisküs yırtığı görüldü. İki hastada (%18) komplet tip diskoid lateral menisküs saptandı. Patellofemoral semptomları olan iki hastanın artroskopik değerlendirmesinde patella medial fasette derece 2 kondromalazi saptandı. Kistler lateral menisküsün orta ve anterior 1/3’ünde izlenirken, yırtıkların çoğu popliteus tendonu ile lateral kollateral ligament arasındaydı. Fonksiyonel kapasite değerlendirmesinde ortalama Lysholm skoru ameliyat öncesi 66.7’den ameliyat sonrası 84.6’ya (p=0.03); Tegner aktivite skoru ise 2.3’ten 7.8’e artış gösterdi (p=0.03). Kontrol MRG’de kistin tekrarlamasına ait bulguya rastlanmadı. Sonuç: Lateral menisküs kistlerinin artroskopik tedavisinde, yırtık için menisektomi ve kist içeriğinin dekompresyonu etkin bir sağaltım yöntemidir.Item Halluk valgus cerrahisinde kapalı kama proksimal metatarsal osteotominin klinik ve radyografik sonuçları(2007) Güvenir OKCU; Hüseyin S. YERCAN; Serkan ErkanAmaç: Halluks valgus deformitesinde uygulanan kapalı kama proksimal metatarsal osteotominin (PMO) radyografik ve klinik sonuçları değerlendirildi. Hastalar ve yöntemler: Halluks valgus tanısıyla 14 hastanın (12 kadın, 2 erkek; ort. yaş 42; dağılım 18-62) 16 ayağına kapalı kama PMO uygulandı. İki taraflı olgularda ikinci ameliyat ortalama üç ay sonra yapıldı. Tespit materyali olarak 12 ayakta K-teli, dört ayakta mini kortikal vida kullanıldı. Ameliyat öncesi ve sonrası ön-arka grafilerde, halluks valgus açısı, intermetatarsal açı, distal metatarsal artiküler açı, uyum açısı, birinci metatars uzunluğu; yan grafilerde ise birinci metatars ile birinci proksimal falanks diyafizi arasındaki açı ölçüldü. Klinik değerlendirme AOFAS (American Orthopaedic Foot and Ankle Society) skoru ile yapıldı. Ortalama izlem süresi 36 ay (dağılım 7-80 ay) idi. Bulgular: Kaynama ortalama yedi haftada gerçekleşti. Ameliyat sonrasında halluks valgus açısı ortalama 22°, intermetatarsal açı 7°, distal metatarsal artiküler açı 7°, uyum açısı 11°, birinci metatars uzunluğu 6 mm, birinci metatars ile birinci proksimal falanks diyafizi arasındaki açı 6° gerileme gösterdi. AOFAS skorunda ortalama 46 puan artış görüldü. Ameliyat sonrası uyum açısı ve birinci metatars boyundaki değişimler anlamlı bulundu (p<0.05). Ameliyat sonrası AOFAS skorundaki artış, birinci metatars boyunda kısalığın 3 mm’den az olduğu olgularda (9 ayak), kısalığın 3 mm veya daha fazla olduğu olgulara (7 ayak) göre; uyum açısı 8 derecenin altında olan olgularda (9 ayak), uyum açısı 8 derecenin üzerinde olan olgulara göre anlamlı idi (p<0.05). Sonuç: Halluks valgus cerrahi tedavisinde ameliyat öncesi planlama çok önemlidir. Özellikle ileri derecede halluks valgus deformitesinde yapılacak kapalı kama PMO’nun istenmeyen kısalığa neden olabileceği dikkate alınmalıdır.Item Romatoid artritte ekstansör pollisis longus kopmaları için ekstansör indisis proprius transferi(2007) Taçkın ÖZALP; Erhan COŞKUNOL; oğuz özdemir; Serkan Erkan; İsmail H. ÇALLIAmaç: Bu çalışmada romatoid artrite bağlı ekstansör pollisis longus (EPL) tendon kopmalarında ekstansör indisis proprius (EİP) transferinin sonuçları incelendi. Çalışma planı: Yirmi dört hastada (7 erkek, 17 kadın; ort. yaş 41; dağılım 22-72) romatoid artrite bağlı gelişen 25 EPL kopması için EİP transferi yapıldı. Tendon kopması ile cerrahi arasında geçen süre ortalama 4.3 aydı (dağılım 1.5-11 ay). Transfer sonrasında parmak hareketlerinin değerlendirilmesinde Lemmen ve ark. tarafından geliştirilen spesifik EİP-EPL değerlendirme yöntemi kullanıldı. Hastaların çimdik ve kavrama güçleri ölçüldü. Başparmak için metakarpofalangeal (MKF) ve interfalangeal (İF) eklemlerin hareket genişlikleri sağlam tarafla karşılaştırıldı. Hasta memnuniyeti görsel analog skala ile değerlendirildi. Ortalama takip süresi 6.2 yıl (dağılım 4.7-7.9 yıl) idi.Sonuçlar: Parmak hareketlerinin değerlendirilmesinde 14 parmakta (%56) mükemmel, altı parmakta (%24) iyi, dört parmakta (%16) orta, bir parmakta (%4) kötü sonuç elde edildi. Parmakların çimdik gücü normal tarafın %86’sı, kavrama gücü %92’si kadardı. Görsel analog skala ile memnuniyet skoru ortalama 74 (dağılım 24-99) bulundu. Ameliyat edilmeyen tarafla karşılaştırıldığında, başparmak hareket genişliğinde ortalama 23°, işaret parmağın hareket genişliğinde 7°, başparmak ekstansiyonunda İF eklemde 9°, MKF eklemde 17° kayıp oluştu. Yirmi bir elde bağımsız işaret parmağı ekstansiyonu izlendi. Çıkarımlar: Romatoid artrite bağlı kopmalarda EİP’nin EPL’ye transferi başarılı bir yöntemdir.Item Trapezius felcinde modifiye Eden-Lange prosedürü: Olgu sunumu(2007) Taçkın ÖZALP; Huseyin Yercan; Serkan Erkan; Güvenir OKCUTrapezius kas felci, spinal aksesuvar sinirin yaralanması sonucu gelişen bir durumdur. Trapezius kasında bir fonksiyon bozukluğu skapulanın stabilizasyonunu bozarak kanatlanmasına neden olur. Yirmi beş yaşında, aktif olarak spor yapan bir üniversite öğrencisi omzunda düşüklük ve abdüksiyonda ağrı yakınmasıyla başvurdu. Hastanın üç yıl önce bir düşme sonrasında yer değiştirmemiş skapula kırığı olduğu ve bir süre konservatif tedavi gördüğü öğrenildi. Sağ omuzda diğer omza göre asimetri ve düşüklük vardı. Sağ skapulanın özellikle 90° abdüksiyondan sonra laterale doğru belirgin kanatlandığı izlendi. Elektromiyografide trapezius kasının izole felci saptandı. Hastaya modifiye Eden-Lange prosedürü ile rekonstrüksiyon uygulandı. İki yıllık takip sonrasında omuz asimetrisinin azaldığı, aktif abdüksiyonun ağrısız olduğu ve aktif spor hayatına geri dönen hastanın sonuçtan çok memnun olduğu gözlendi.Item Lumbosakral bölgeden köken alan psoas apsesinin eşlik ettiği pott hastalığı(2009) Hüseyin Serhat YERCAN; Remzi Taçkın ÖZALP; Ömer AKÇALI; Serkan Erkan; Güvenir OKCU28 yaşında bayan hasta, sağ kasık bölgesinde şişlik, altı aydır devam eden ve giderek artan alt bel bölgesinde ağrı ve sağ ayak sırtı ve dış kısmında aralıklarla devam eden uyuşma ve karıncalanma yakınmaları ile başvurdu. Fizik muayenesinde palpasyon ile lomber spinöz çıkıntılar ve özellikle sağ tarafta daha belirgin olmak üzere paraspinal kaslarda ve inguinal bölgede hassasiyet saptandı. Lomber manyetik rezonans görüntülenmesinde L5-S1 disk mesafesinden köken alan ve sağ inguinal bölgeye uzanım gösteren psoas apse formasyonu izlendi. Bilgisayar tomografi eşliğinde psoas apsesinin ponksiyonundan elde edilen materyalin bakteriyolojik incelemesinde Mycobacterium tuberculosis etyolojik ajan olarak saptandı. Transperitoneal girişim ile apse drenajı ve irrigasyonu, posterior girişim ile lomber stabilizasyon uygulandı. Ameliyat sonrası 12 ay süreyle anti-tüberküloz ilaç alan hastanın çekilen lomber manyetik rezonans görüntülenmesinde apse oluşumu izlenmedi. 24. ay takibinde hastanın yakınmalarının geçtiği saptandı. Lumbosakral bölgeden köken alan psoas apsesinin eşlik ettiği Pott hastalığı literatürde çok nadir olarak bildirilmiştir.Item Patlama tipi torakolomber omurga kırıklarında konservatif tedavi sonuçları(2010) R. Taçkın ÖZALP; Hüseyin S. YERCAN; Serkan Erkan; Güvenir OKCUGeçmiş bilgiler: Dejeneratif pondilolisteziste en az 3 ay süre ile onservatif tedavi almasına rağmen ısrarlı ve ekrarlayıcı bel ve bacak ağrısı veya nörojenik ladikasyosu olan, hayat kalitesi belirgin üzeyde azalmış ve ilerleyici özellikte nörolojik utulumu olan hastalar cerrahi tedaviye daydır. Cerrahi tedavide, enstrümantasyonlu üzyon ile daha iyi uzun dönem fonksiyonel onuçlar elde edildiği, fakat daha çok omplikasyona görüldüğü bildirilmiştir. Amaç: Bu çalışmada enstrümantasyon ve osterolateral füzyon uygulanan dejeneratif umbar spondilolistezisi olan olgularda arşılaşılan komplikasyonlara ait risk aktörlerini ve bunların insidansını belirlemesi maçlanmıştır. Materyal ve Metod: 2006 ile 2009 yılları rasında dejeneratif lumbar spondilolistezisi e en az 3 aylık konservatif tedaviye rağmen srarlı ve tekrarlayıcı bel ve bacak ağrısı ile nörojenik kladikasyosu olan 28 hastaya (22 kadın, 6 erkek; ortalama yaş 62,7 (54-68)) enstrümantasyonlu posterolateral füzyon ve posterior dekompresyon uygulanmıştır. Ortalama takip süresi 24.2 ay (14-37 ay)ʼdır. Eşlik eden morbidite sayısı, hastaların yaşı, ameliyat süresi, kan kaybı miktarı ve füzyon seviyesinin sayısı ayrı ayrı kaydedilmiştir. Bu parametreler ile erken dönem (<3ay) ve geç dönem (>3ay) komplikasyonlar arasındaki ilişki değerlendirilmiştir. Sonuçlar: 22 hastada (% 78) eşlik eden diabetes mellitus, hipertansiyon, kardiyak hastalıklar, osteoporoz, gastro-intestinal sistem hastaliklari ve depresyon gibi ciddi morbiditeler saptanmıştır. Ortalama ameliyat süresi 172.7 ± 26.8 dakika ve ortalama kan kaybı 862.5 ± 269 ml olarak belirlenmiştir. Füzyon uygulanan segment sayısı ortalama 1.9 ± 0.7 olup, 10 hastada (% 35) erken ve 5 hastada (% 17) ise geç dönem komplikasyon saptanmıştır. İki veya daha fazla morbiditesi olan hastalarda anlamlı olarak daha fazlaerken dönem komplikasyonlar görülmüştür (p: 0.02). 60 yaş üstü hastalarda daha genç hastalara göre daha fazla erken ve geç dönem komplikasyonlar izlenmiştir (p: 0.05 ve p: 0.03, sırasıyla). Ameliyat süresinin (>180 dakika) ve kan kaybının (>900 ml) olduğu olgularda daha fazla erken dönem komplikasyon saptanmıştır. (P: 0.02 ve P: 0.03, sırasıyla). Füzyon uygulanan segment seviyesinin (>2) olan hastalarda ise daha fazla geç dönem komplikasyonlar gözlenmiştir ( P: 0.04). Çıkarımlar: Dejeneratif lumbar spondilolistezis nedeniyle enstrümantasyon ve posterolateral füzyon uygulanan 60 yaşın üzerinde, 2 veya daha fazla morbiditesi olan ameliyat süresinin daha uzun (>180 dakika) ve kan kaybının fazla (>900 ml) olduğu hastalarda erken dönem komplikasyonları açısından, 60 yaşın üzerinde ve uygulanan füzyon seviyesinin ise 2ʼden daha fazla olduğu hastalarda ise geç dönem komplikasyonlarının daha fazla görüldüğü belirlenmiştir. Eşlik eden sistemik hastalığı olan 60 yaş üzeri dejeneratif spondilolistezisli hastalarda ameliyat süresinin ve kan kaybının azaltılmasının komplikasyon oranlarını azaltacağı fikri elde edilmiştir.Item Dejeneratif lumbar spondilolisteziste cerrahiye ait komplikasyon nedenleri(2010) Cemil OKTA; R. Taçkın ÖZALP; Güvenir OKCU; Hüseyin S. YERCAN; Serkan ErkanGeçmiş bilgiler: Dejeneratif spondilolisteziste en az 3 ay süre ile konservatif tedavi almasına rağmen ısrarlı ve tekrarlayıcı bel ve bacak ağrısı veya nörojenik kladikasyosu olan, hayat kalitesi belirgin düzeyde azalmış ve ilerleyici özellikte nörolojik tutulumu olan hastalar cerrahi tedaviye adaydır. Cerrahi tedavide, enstrümantasyonlu füzyon ile daha iyi uzun dönem fonksiyonel sonuçlar elde edildiği, fakat daha çok komplikasyona görüldüğü bildirilmiştir. Amaç: Bu çalışmada enstrümantasyon ve posterolateral füzyon uygulanan dejeneratif lumbar spondilolistezisi olan olgularda karşılaşılan komplikasyonlara ait risk faktörlerini ve bunların insidansını belirlemesi amaçlanmıştır. Materyal ve Metod: 2006 ile 2009 yılları arasında dejeneratif lumbar spondilolistezisi ve en az 3 aylık konservatif tedaviye rağmen ısrarlı ve tekrarlayıcı bel ve bacak ağrısı ile nörojenik kladikasyosu olan 28 hastaya (22 kadın, 6 erkek; ortalama yaş 62,7 (54-68)) enstrümantasyonlu posterolateral füzyon ve posterior dekompresyon uygulanmıştır. Ortalama takip süresi 24.2 ay (14-37 ay)ʼdır. Eşlik eden morbidite sayısı, hastaların yaşı, ameliyat süresi, kan kaybı miktarı ve füzyon seviyesinin sayısı ayrı ayrı kaydedilmiştir. Bu parametreler ile erken dönem (<3ay) ve geç dönem (>3ay) komplikasyonlar arasındaki ilişki değerlendirilmiştir. Sonuçlar: 22 hastada (% 78) eşlik eden diabetes mellitus, hipertansiyon, kardiyak hastalıklar, osteoporoz, gastro-intestinal sistem hastaliklari ve depresyon gibi ciddi morbiditeler saptanmıştır. Ortalama ameliyat süresi 172.7 ± 26.8 dakika ve ortalama kan kaybı 862.5 ± 269 ml olarak belirlenmiştir. Füzyon uygulanan segment sayısı ortalama 1.9 ± 0.7 olup, 10 hastada (% 35) erken ve 5 hastada (% 17) ise geç dönem komplikasyon saptanmıştır. İki veya daha fazla morbiditesi olan hastalarda anlamlı olarak daha fazlaerken dönem komplikasyonlar görülmüştür (p: 0.02). 60 yaş üstü hastalarda daha genç hastalara göre daha fazla erken ve geç dönem komplikasyonlar izlenmiştir (p: 0.05 ve p: 0.03, sırasıyla). Ameliyat süresinin (>180 dakika) ve kan kaybının (>900 ml) olduğu olgularda daha fazla erken dönem komplikasyon saptanmıştır. (P: 0.02 ve P: 0.03, sırasıyla). Füzyon uygulanan segment seviyesinin (>2) olan hastalarda ise daha fazla geç dönem komplikasyonlar gözlenmiştir ( P: 0.04). Çıkarımlar: Dejeneratif lumbar spondilolistezis nedeniyle enstrümantasyon ve posterolateral füzyon uygulanan 60 yaşın üzerinde, 2 veya daha fazla morbiditesi olan ameliyat süresinin daha uzun (>180 dakika) ve kan kaybının fazla (>900 ml) olduğu hastalarda erken dönem komplikasyonları açısından, 60 yaşın üzerinde ve uygulanan füzyon seviyesinin ise 2ʼden daha fazla olduğu hastalarda ise geç dönem komplikasyonlarının daha fazla görüldüğü belirlenmiştir. Eşlik eden sistemik hastalığı olan 60 yaş üzeri dejeneratif spondilolistezisli hastalarda ameliyat süresinin ve kan kaybının azaltılmasının komplikasyon oranlarını azaltacağı fikri elde edilmiştir.Item Total diz artroplastisi sonrası diz sertliğine neden olan faktörler(2011) R. Taçkın ÖZALP; Güvenir OKCU; Hüseyin S. YERCAN; Serkan ErkanAmaç: Bu çalışmada, medial kompartman osteoartozlu hastalarda primer total diz artroplastisi (TDA) uygulamaları sonrası diz sertliğine neden olan faktörler değerlendirildi. Hastalar ve yöntemler: Medial kompartman osteoartozu tanısı konmuş 48 hastada (42 kadın, 6 erkek; ort. yaş 67.2±8.5 yıl; dağılım 59-76 yıl) 53 dize primer TDA ameliyatı uygulandı. Kırk sekiz hastanın beşine (%10) iki taraflı primer TDA ameliyatı yapıldı. İki taraflı diz ameliyatı geçiren hastalarda ikinci ameliyat altı ay sonra uygulandı. Hastaların hiçbirine patello-femoral artroplasti uygulanmadı. Son izlemde, 10º’den fazla ekstansiyon kısıtlılığı ve 95º’den daha az fleksiyon genişliği olan dizler TDA sonrası diz sertliği olarak tanımlandı. Diz sertliği gelişen hastalar grup 1 ve diz sertliği gelişmeyen hastalar ise grup 2 olarak sınıflandırıldı. Total diz artroplastisi sonrasında diz sertliğine neden olabilecek olası faktörlerden yaş, cinsiyet, diz fleksiyon ve ekstansiyon genişliği, fleksiyon arkı tibiofemoral açı, tibial eğim açısı, eklem hattı seviyesi değişikliği, patellar tendon uzunluğundaki değişiklik, Amerikan Diz Derneği skorlarındaki değişim, vücut kütle indeksi ve komponentlerin büyüklüğü ve pozisyonu ameliyat öncesi ve sonrasında her iki grup içinde ve gruplar arasında değerlendirildi ve karşılaştırıldı. Bulgular: Altı hastanın sekiz dizinde (%16) TDA sonrası diz sertliği tespit edildi. Grup 1’de ortalama ekstansiyon genişliği 14.9º±4.6º, ortalama fleksiyon genişliği ise 82.6º±7.4º olarak saptandı. Grup 1’de, diz sertliği üzerine etkisi olabilecek faktörler içinde, ameliyat öncesi diz fleksiyon genişliği ve Amerikan Diz Derneği skorlarının istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı (sırasıyla; p=0.028 ve p=0.036). Ameliyat sonrasında Amerikan Diz Cemiyeti skorlarının grup 1’de grup 2 ile kıyaslandığında anlamlı ölçüde daha düşük olduğu gözlemlendi (p=0.018). Sonuç: Total diz artroplastisi uygulanacak hastalarda ameliyat öncesi fleksiyon genişliği kısıtlı ve Amerikan Diz Derneği skorları düşük ise ameliyat sonrası diz sertliği görülme olasılığı daha yüksektir. Yaş, cinsiyet, obezite, tibiofemoral açı, tibial eğim açısı, eklem hattı seviyesi değişikliği, patellar tendon uzunluğu ve komponentlerin boyutu ve pozisyonunun TDA uygulaması sonrasında diz sertliği gelişimine anlamlı etkisi yoktur.Item Lateral epikondilit tedavisinde enjeksiyon tekniklerinin de¤erlendirilmesi: Randomize kontrollü çalışma(2012) R. Taçkın ÖZALP; H. Serhat YERCAN; Serkan Erkan; Güvenir OKCU; MEHMET ŞENTÜRKAmaç: Çalışmamızda lateral epikondilit tedavisinde 2 farklı teknikle uygulanan lokal kortikosteroid ve anestezik enjeksiyonunun etkinliğini karşılaştırmayı amaçladık. Çalışma planı: 2005-2006 yılları arasında hastanemiz Ortopedi ve Travmatoloji polikliniğine başvuran ve lateral epikondilit tanısı koyulan 80 ardışık hasta rastgele olarak iki eşit gruba ayrıldı ve ileriye dönük olarak izlendi. Grup 1 hastalarına 1 ml betametazon + 1 ml prilokain karışımı tek enjeksiyon şeklinde lateral epikondil üzerinde en fazla hassasiyetin olduğu noktaya yapıldı. Grup 2 hastalarına ise aynı doz ilaç karışımı aynı şekilde yapıldıktan sonra, iğne ciltten çıkarılmadan iğne ucu ile epikondil çevresine 30-40 kez değişik yönlerde infiltrasyon yapıldı ve çevrede bir hematom oluşturuldu. Tüm hastalar enjeksiyon öncesi ve son kontrolde Kol, Omuz, El Sorunları (Disabilities of the Arm, Shoulder and Hand, DASH-Türkçe) anketi ile değerlendirildi. Sonuçlar eşleştirilmemiş 2 grup arasındaki t-testi ve ki-kare testleri kullanılarak karşılaştırıldı. Bulgular: Grup 1de 16 hasta, Grup 2de ise 15 hasta takip edilemedi. Takip edilebilen 49 hastada ortalama takip süresi 21.6 ay idi. Her iki grup arasında cinsiyet, yaş, takip süresi, şikayet süresi, taraf tutulumu ve baskın taraf açısından anlamlı fark saptanmadı. Son kontrolde DASH-Türkçe anketinde Grup 1 ve 2 arasında, Grup 2 lehine anlamlı bir fark saptandı (p=0.017). Çıkarımlar: Lateral epikondilitte geç dönemdeki tedavi başarısı kortikosteroidin lokal etkisinden çok, enjeksiyon tekniğine bağlıdır. ğne ucu ciltten çıkarılmadan çoklu batırmalar yapılarak uygulanan infiltrasyon tekniği tek enjeksiyon tekniğine göre uzun süreli ve daha etkili sonuç vermektedir.Item TEK SEVİYELİ SERVİKAL DİSK HERNİSİ TEDAVİSİNDE SERVİKAL DİSK PROTEZİ KULLANIMI İLE ANTERİOR SERVİKAL DİSKEKTOMİ VE FÜZYON UYGULAMALARININ POSTOPERATİF ORTA DÖNEM SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ(2024) Ferit Teküstün; Serkan Erkan; Hakan koray Tosyalı; Sertan HancıoğluGiriş: Tarafımızca yapılan çalışmanın amacı servikal disk hastalığı tedavisinde kullanılan anterior servikal diskektomi ve füzyon(ASDF) ve servikal disk protezi uygulamalarının karşılaştırılarak birbirlerine karşı üstünlüklerini ve zayıflıklarını saptamaktır. Bu karşılaştırmada bu iki yöntem servikal cerrahi literatüründe yaygın kullanılan objektif ve geçerli skorlamalar ve radyolojik ölçümler kaydedilerek uygun istatiksel yöntemler ile karşılaştırılmıştır. Gereç ve Yöntem: Celal Bayar Üniversitesi Hafsa Sultan Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğinde servikal disk hastalığına yönelik olarak opere edilen 42 hastanın postop orta dönem sonuçları kaydedilerek kıyaslanmıştır. Hastaların preop, ve postop lateral servikal görüntülemeleri değerlendirilmiş ve C2-7 Cobb açısı, T1 slope açısı ve servikal tilt açısı ölçülmüştür. Hastaların preop ve postop boyun ve omuz VAS skorları, NDI skorları, SPADI skorları, hastaların eklem hareket açıklıkları ve postop SF-36 skorları ölçülmüştür. Bulgular: Çalışmaya alınan 42 hastanın 25’ine servikal disk protezi uygulanırken 17’sine ASDF uygulanmıştır. ASDF yapılan hastaların yaş ortalaması 51,47 iken servikal disk protezi yapılan olguların yaş ortalaması 63,24 olarak saptanmıştır. ASDF yapılan olguların yaş dağılımları anlamlı olarak düşük saptanmıştır. (p:<0,001) Her iki grupta cinsiyet dağılımları benzer özellik göstermektedir. Hastaların 2’si C4-5, 25’i C5-6 ve 15’i C6-7 seviyesinden opere edilmiştir. Her iki grup arasında ölçülen preop, ve postop servikal tilt, Cobb açısı ve T1 slope değerleri arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Her iki grup arasında preop ve postop ölçülen omuz ve boyun VAS skorları, NDI değerleri ve SPADI değerleri arasında anlamlı farklılık bulunamamıştır. Her iki grupta ölçülen SF-36 sırasıyla Fiziksel sağlık, genel sağlık ve mental sağlık skorları arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Sonuç: ASDF servikal disk protezine göre daha eski bir yöntemdir ve servikal disk protezinin ASDF ‘ye alternatif olarak kullanılabileceği, klinik ve radyolojik skorlarının daha iyi olabileceği söylenmektedir. Ancak halen her iki yöntemin kıyaslandığı çalışmalara hem dünyada hem ülkemizde gerek vardır. Bizim yaptığımız bu çalışmada servikal disk hastalığında kullanılan iki cerrahi yöntem arasında anlamlı radyolojik ve klinik farklılık saptanmamıştır.