Browsing by Author "semin ayhan"
Now showing 1 - 20 of 20
Results Per Page
Sort Options
Item A case of a small cell lung carcinoma presenting with jaundice due to pancreatic metastasis(2005) semin ayhan; Eray KARA; hasan aydede; Arzu YORGANCIOĞLU; PINAR ÇELİK; Ayşın ŞAKAROtopsi serilerinde akciğer kanseri pankreas metastazı yüksek oranlarda bildirilmesine rağmen, sarılıkla seyreden semptomatik olgular oldukça nadirdir. Pankreasa en sık metastaz yapan histolojik tip küçük hücreli karsinomdur ve prognoz kötüdür. Bu makalede, sardık, bulantı-kusma, kilo kaybı ve karın ağrısı gibi gastroenterolojik yakınmalarla hekime başvuran ve daha sonra primer küçük hücreli akciğer karsinomunun pankreas metastazı tanısı alan bir olgu sunuldu. Hastaya tıkanma sarılığı nedeniyle palyatifcerrahi uygulandı. Solunumsal yakınmalar yerine, öncelikle gastroenterolojik yakınmalarla başvuran bu olgu, bu yönüyle ilginç bulundu.Item Gastric polypoid intramucosal carcinoma and an adjacently located leiomyoma at the cardia(2008) semin ayhan; Mujdat Zeybel; Ender EELİDOKUZ; Yavuz Kaya; AHMET AYDIN; Çelebi Arzu KOBAK65 yaşındaki hastanın üst gastrointestinal (GI) endoskopisinde, kardiya yerleşimli 2.5 cm çaplı polip saptanmıştır. Çıkarılan polipin patolojik incelemesinde intramukozal karsinom olduğu saptanmıştır. Endoskopik ultrasonografide (EUS), lezyon, olası submukozal yayılımı olan erken mide kanseri olarak değerlendirilmiştir. Gastrektomi materyalinin seri kesitlerinde, lezyonun intramukozal karsinom olduğu anlaşılmış ve komşuluğunda yerleşmiş bir de leiomyom saptanmıştır.Item Sekonder renal amiloidoz (AA) zemininde kullanılan antibiyotik ile ilişkili akut tübülointerstisyel nefritli olgu(2008) semin ayhan; NALAN NESE; Tamer ALICI; Hikmet TEKÇE; Hülya Bahadır ÇOLAK; Seyhun KÜRŞATSekonder amiloidozis zemininde penisilin ve sefalosporine bağlı akut tübülointerstisyel nefritli bir olgu, tübülointerstisyel nefritin klinik tablosunun düzelmesine rağmen hemodiyalize bağımlı kalması nedeniyle tartışıldı. Renal biyopsi, amiolid depozisyonu zemininde mononükleer inflamatuar hücre infiltrasyonunu ve ciddi interstisyel fibrozisi gösterdi.Item Prokalsitonin intestinal iskemide belirleyici bir faktör olabilir mi?(2009) semin ayhan; ABDÜLKADIR GENÇ; Ünden Cansu ÖZCAN; Ömer YILMAZ; FATMA TANELİ; Can TaneliAmaç: Prokalsitonin, kalsitonini oluşturan prekürsörlerdendir. Günümüzde erişkin ve çocuk olguların enfektif ve enflamatuvar durumlarında belirteç olarak kullanılmaktadır. intestinal iskemi bebeklikten erişkinliğe birçok hastalığın etiyolojisinde önemli rol oynamaktadır. Nekrotizan enterokolit (NEK), midgut volvulus gibi hastalıklar iskemi ile ilişkili durumlardır. İskemi ile mukoza1 bütünlüğün bozulması bakteriyel translokasyon ile sonuçlanmaktadır. Amaç, intestinal iskemi deneysel modelinde prokalsitoninin erken bir belirteç olarak kullanılıp kullanılamayacağının araştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 35 adet rat kullanılmıştır. Denekler rasgele 7'şerli 5 gruba ayrılmıştır. Grup 1 'de 120 dk., grup 2'de 60 dk., grup 3'te 30 dk. mezenter iskemi uygulanmıştır. Grup 4 'teki denekler sham kontrol grubu olarak ayrılmıştır. Grup 1-2 ve 3 'te batın kapatılarak 4 saat reperfüzyon uygulanmıştır. Grup 4'te de işlem sonrası batın kapatılarak 4 saat beklenmiştir. Grup 5 kontrol grubu olarak ayrılmıştır. İşlem sonunda prokalsitonin ölçümü için kan, patolojik inceleme için de terminal ileumdan 3 cm 'lik bir segment alınmıştır. Bulgular: Deneklerin prokalsitonin serum düzeyi ortalamaları Kruskal-Wallis varyans analizi ile değerlendirildiğinde aralarında istatistiksel açıdan belirgin bir fark vardır (p=0,01). Mann-Whitney U testinde bu fark iskemi oluşturulan gruplar ile kontrol grupları arasındadır (p<0,05). İskemi oluşturulan deney grupları arasında herhangi bir istatistiksel fark saptanmamıştır. Histolojik bulguların ağırlığı ile serum prokalsitonin düzeyleri arasında istatistiksel bir ilişki bulunmamaktadır. Sonuç: Prokalsitonin serum düzeyi bağırsak iskemisinden sonra erken dönemde yükselmektedir. Deneysel bağırsak iskemisinde, iskemi derecesi ile prokalsitonin serum düzeyi arasında anlamlı bir ilişki saptanmadığından barsak iskemisinde negatif tarama testi olarak kullanılmasının yararlı olacağı düşünülmüştür.Item Yumuşak doku osteomu: Olgu sunumu(2009) semin ayhan; Peyker Temiz; Güvenir OKCU; Yılmaz Gülgün OVALI; Olca BAİTÜRKNadir görülen ve yumuşak dokunun diğer osseöz lezyonlarından ayırt edilmesi gereken yumuşak doku osteomlarının klinik, radyolojik ve histopatolojik özellikleri, iki olgu aracılığıyla literatür eşliğinde incelenmiştir. Olgulardan birincisi 17 yaşında, amatör futbolcu olan erkek hastadır. İkinci olgu 43 yaşında, sağ diz altında sert, ağrısız şişlik yakınması olan erkek hastadır. Her iki olgunun öyküsünde diz bölgesine alınan travma söz konusudur. Radyolojik incelemede, tibia proksimal metafizine komşu heterojen nodüler kalsifikasyon alanları görülmüş ve kemik ya da ligamanla ilişkisiz, sert, lobüle kitle çıkarılmıştır. Makroskopik olarak gri-beyaz renkli, iyi sınırlı, lobüle, sert görünümdeki her iki materyalin mikroskopik incelemesinde, iyi sınırlı, lobüle, matür lameller kemik ve enkondral ossifikasyon alanlarından oluşan lezyonlar izlenmiştir. Olguların dört yıllık postoperatif izlemleri sorunsuzdurItem Karabaş otu (Lavandula stoechas) ekstresinin, kolesterolle beslenen sıçanlarda, lipid profili, bazı ateroskleroz belirteçleri ve kardiyak iskemi-reperfüzyon hasarı üzerine olan etkilerinin incelenmesi(2010) Şule GÖK; Ahmet VAR; Kamil VURAL; semin ayhan; Ercüment Ölmez; Hüsniye Kayalar-Item Immunohistochemical analysis of Ki-67, p53 and Bcl-2 expression related to histological features in gastroesophageal reflux disease(2010) Aydın İŞİSAĞ; Peyker Temiz; semin ayhan; Ak Olcay NALBANT; Türkel Nurtel KÜÇÜKMETİNAmaç: Gastroözofageal reflü hastalığında endoskopik ve histolojik bulgular genellikle belirsizdir. Yaptığımız bu çalışma, gastroözafageal reflü hastalığı özofagus biyopsilerinde saptanan histolojik bulguları ayrıntılı olarak tanımlamak ve reflü sonucu ortaya çıkan immunohistokimyasal değişiklikleri değerlendirmek üzere planlanmıştır. Yöntem: Çalışmada klinik ve endoskopik değerlendirmede reflü saptanmayan 20 kontrol olgusu ile klinik-endoskopik ve 24 saatlik pH-metre ölçümleri sonucunda reflüsü olduğu saptanan 20 gastroözafageal reflü hastalığı olgusunun endoskopik özofageal biyopsi örnekleri incelemeye alınmıştır. Reflü özofajit patogenezi histopatolojik bulgular eşliğinde Ki-67, p53 ve Bcl-2 immunoreaktivitesi ile birlikte tartışılmıştır. Bulgular: Endoskopik özofajit gastroözafageal reflü hastalığı bulunan olguların yalnızca %55inde gözlenirken, mikroskopik özofajit olguların %60ında saptanmıştır. Reflüsü bulunan olgularda, endoskopik özofajit ve mikroskopik özofajit varlığı açısından anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Histolojik parametrelere göre kontrol olguları ve gastroözafageal reflü hastalığı olguları anlamlı derecede farklılık göstermektedir: bazal aktivite artışı (p=0.006), papilla yüksekliği (p=0.006), intraepiteliyal nötrofil infiltrasyonu (p=0.000), intraepiteliyal eozinofil infiltrasyonu (p=0.006), konjesyon (p=0.001) ve genişlemiş intersellüler mesafeler (p=0.006). İmmunohistokimyasal olarak, p53 ve Ki-67 ekspresyonu açısından kontrol grubu, reflü+histolojik özofajit grubu ve reflü+normal histoloji grubu arasında anlamlı bir fark saptanmıştır (p<0.05). Bcl-2 immunoreaktivitesi ise reflü grubu ve kontrol grubu arasında bir farklılık göstermemiştir. Tartışma: Çalışmamız, mikroskopik özofajitin daima reflüye eşlik etmediğini ve patologlar için güvenilir tanısal histolojik kriterlerdeki yetersizliğin halen ciddi bir problem olduğunu düşündürdü. İmmunohistokimyasal olarak, reflüye bağlı olarak gelişen oksidatif DNA hasarını onarmak üzere, özofagus epitelinde hücre proliferasyon aktivitesinde artış olduğu ve p53 proteininin hücre içinde birikime uğradığı görüldü. Tüm gruplarda Bcl-2 immunoreaktivitesinin benzer şekilde zayıf bir pozitiflik göstermesi, apoptozis inhibisyonunun reflü özofajitte yer almayabileceğini düşündürdü.Item Gastric metastasis of merkel cell carcinoma: Case report(2010) Lerzan ADUGÜZEL; semin ayhan; Eray KARA; Peyker Temiz; Güvenir OKCUDerinin Merkel hücreli karsinomu (MHK) agresif davranışlı, nadir bir tümördür. Merkel hücreli karsinomun lokal rekürrensleri, bölgesel lenf nodu ve uzak metastazları sık olmakla birlikte bildirilen üst gastrointestinal metastaz oldukça azdır. Yetmiş beş yaşındaki erkek hasta, sol bacağındaki MHK eksize edildikten sonra lokal radyoterapiye yönlendirilmiştir. Tümör eksizyonundan sonraki 5. ayda karında, 8. ayda toraks duvarında subkutan metastatik nodüller gelişmiştir. İlk operasyondan 10 ay sonra perfore duodenal ülser nedeniyle yapılan ikinci operasyon sırasında rastlantısal olarak midede, kardia duvarında farkedilen 2 cm çaplı, sarı-beyaz renkli, submukozal nodül eksize edilmiştir. Bu lezyon MHK'un mide metastazı tanısı almıştır. Hasta daha ileri bir tedaviyi reddetmiş ve başlangıçtaki tanıdan 17 ay sonra yaşamını yitirmiştir. MHK'un ayırıcı tanısı ile gastrointestinal MHK metastazlarının primer nöroendokrin tümörlerden ayrımı zorluk yaratabilir. Bu tür tanı sorunlarının çözümünde klinik bilgi, histopatolojik özellikler ve immunohistokimyasal çalışmalar oldukça önemlidir.Item Erken postoperatif ince barsak obstrüksiyonu, postoperatif adinamik ileusdan farklı bir klinik antitedir.(2011) ABDÜLKADIR GENÇ; Erol MİR; semin ayhan; Can Taneli; Arzu ŞENCAN; Cüneyt GÜNŞAR; Aydın ŞENCANErken postoperatif ince barsak obstrüksiyonu nadir görülen ve postoperatif adinamik ileusdan farklı bir klinik antitedir. Olgular, erken postoperatif ince barsak obstrüksiyonunun, postoperatif adinamik ileusdan farklılıklarını vurgulamak amacı ile sunulmuştur Bu çalışmada, appendektomi sonrası postoperatif erken dönemde (2.gün) gelişen barsak obstrüksiyonu sonucu relaparotomi gerektiren 14 yaşındaki erkek bir hasta sunulmuştur. Relaparotomide, obstrüksiyonun yaygın adezyonlara bağlı geliştiği ve önemli derecede barsak kaybına neden olduğu görülmüştür. İleostomi açılan ve daha sonra ileostomisi kapatılan hasta 25.gün şifa ile taburcu edilmiştir. Erken postoperatif ince barsak obstrüksiyonunun klinik semptom ve bulguları postoperatif adinamik ileus ile karışabildiği için konservatif izlemin uzun tutulması önemli barsak kaybı ile sonuçlanabilir. Bu nedenle relaparotomi kararını vermede gecikilmemesi önemlidir.Item Does Helicobacter pylori treatment improve the symptoms of globus hystericus?(2012) Hakan Yüceyar; Elmas KASAP; semin ayhanGiriş ve Amaç: Globus histerikus, en az 12 haftadır devam eden, boğazda takılma hissi, yutmada zorlanma olarak tanımlanmaktadı r. Globus histerikus sebebi net aolarak açıklanmadığı gibi tedavisinde de bir fikir birliği yoktur. Bu çalışmada amacımız endoskopi ünitesinde globus histerikus ön tanısı ile sevk edilen ve üst gastrointestinal endoskopisi yapılan olgularda; gastroözofageal reflü semptomları, üst gastrointestinal endoskopik bulguları, Helikobakter pilori prevelansını saptamak ve Helikobakter pilori eradikasyonu yapılan olgularda globus histerikus semptomlarının durumunu belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Ocak 2009- Ağustos 2010 yılları arasında Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji kliniğinde boğazda takılma hissi (Globus histerikus?) ön tanısı ile endoskopi yapılan ve Gastroenteroloji polikliniğinde eradikasyon tedavisi verilen ve tekrar kontrole gelen 123 olgunun dosya bilgileri retrospektif olarak kaydedildi. Bulgular: Globus histerikuslu 123 olgunun 75inde Helikobakter pilori (+) olarak bulunmuştur. Helikobakter pilori (+) olgularda göğüs arkasında yanma, ağza acı ekşi su gelme ve üst özofagus düzeyinde inlet patch Helikobakter pilori (-) olgulara göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Helikobakter pilori (-) olgularda normal endoskopi Helikobakter pilori (+) olgulara göre anlamlı olarak daha yüksek idi. Helikobakter pilori eradike olan 27 (%50) olguda globus histerikus semptomlarının geçtiği 12 (%17.3) kişide ise herhangi bir değişiklik olmadığı bulunmuştur. Helikobakter pilori eradikasyonu ile semptomların gerilemesinde pozitif korelasyon bulunmuştur. Sonuç: Helikobakter pilori globus histerikus olan olgularda toplumda aynı düzeyde olmakla birlikte Helikobakter pilori tedavisinin globus histerikus şikayetlerini gerilettiği görülmüştür.Item Ülseratif kolit olgularında standart konvansiyonel endoskopi mi, dar bant yöntemi ile yapılan endoskopi mi şiddet belirlemede etkindir?(2012) Müjdat ZEYBEL; semin ayhan; Hafize KURT; Elmas KASAP; Hakan YüceyarAmaç: Bu çalışmada amacımız ülseratif kolit olgularında endoskopik değerlendirmede, standart yöntem ve dar bant görüntüleme arasında fark olup olmadığı ve her iki tekni¤in histopatolojik bulgular ile karşılaştırılması dır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya ülseratif kolit tanısıyla takip ve tedavi edilen ve kolonoskopi uygulanan 30 hasta (16 kadın, 14 erkek) prospektif olarak dahil edilmiştir. Tüm olgulara kolonoskopi uygulanmış ve biyopsi alınmıştır. Bulgular: Dar bant görüntülemede standart endoskopiye göre normal endoskopik bulgunun anlamlı olarak daha az görüldü- ¤ü bulunmuştur (p=0.015). Vasküler paternin kaybolması dar bant görüntülemede standart endoskopiye göre daha anlamlı olarak değerlendirildiği görülmüştür (p=0.04). Standart endoskopide normal olarak değerlendirilen fakat histopatolojik olarak normal çıkmayan tüm vakalarda histopatolojik olarak hafif ve orta şiddette inşamasyon tespit edilmiştir. Hafif-orta şiddette inflamasyon ise histopatolojik olarak standart endoskopiye oranla anlamlı olarak yüksek çıkmıştır (p=0.015). Sonuç: Ülseratif kolit olgularında özellikle düşük hastalık aktivitesi olan hastaların endoskopik değerlendirmesinde dar bant görüntüleme tekniği standart konvansiyonel endoskopiye göre daha değerli olmasına rağmen dar bant görüntüleme yöntemi ile erken malignite tespitinde çok merkezli ve daha uzun süreli hastalığa (10 yıl ve üzeri) sahip olan hastalar ile değerlendirme yapılmasının uygun olacağı kanaatindeyiz.Item Ülseratif kolit tanılı olgularımızın retrospektif olarak değerlendirilmesi(2012) Gülseren ŞAHİN; semin ayhan; Erhun Kasırga; Fatih ÜNAL; Ayşegül CEBE; Filiz ErenGiriş: İnflamatuvar barsak hastalıkları (İBH), gastrointestinal kanalın remisyon ve alevlenmeler ile seyreden kronik inflamatuvar hastalıklarıdır. Çalışmamızda İBH tanısı ile izlediğimiz hastaların klinik ve laboratuvar özelliklerinin geriye dönük olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çocuk gastroenteroloji bölümlerimizce 7 yıldır İBH tanısı ile izlemleri yapılan 18 hastanın başvuru yakınmaları, demografik özellikleri ve beraberinde bulunan hastalıklar kayıtlardan incelendi. Fizik bakıda saptanan olağan dışı bulgular endoskopik bulgular, histopatolojik bulgular ve uygulanan tedaviler gözden geçirildi. Bulgular: Çalışmamıza alınan 18 hastanın tanı yaşı ortalamaları 13,6±2,9 yıl (10K, 8E) ve semptomların başlangıcından tanıya kadar geçen süre ortalama 6,9±4,5 aydı. Onyedi hasta ülseratif kolit (ÜK) ve bir hasta da intermediate kolit (İK) tanısı almıştı. İki hastada (%11) hastalık açısından pozitif aile öyküsü vardı. Tanı anında en sık başvuru yakınmaları karın ağrısı (%100), kanlı ishal (%94,5) ve tenezm (%44,4) olarak bulundu. Laboratuvar bulgularından CRP pozitifliği (%89), sedimantasyon yüksekliği (%83,3) ve demir eksikliği anemisi (DEA) (%77,7) en sık rastlanan bulgulardı. Kolonoskopik olarak en sık pankolit (%66,6) tutulumuna rastlandı. İBH’na eşlik eden diğer hastalıklar ise ailevi Akdeniz ateşi (FMF) (%11), çölyak hastalığı (ÇH) (%5,5) ve Helikobakter pylori gastriti (Hp) (%11) olarak bulundu. Pankolit tutulumu olan medikal tedaviye yanıtsız bir hastamıza (%5,5) ise kolektomi uygulandı. Sonuç: Ülkemizde çocukluk çağında İBH tanısı alan hasta sayısı her geçen gün artmaktadır. Yine de nonspesifik semptomlar ile seyreden hastaların tanınması güç olabilmekte ve tanı gecikmelerine neden olabilmektedir. İBH’nın otoimmün hastalıklar ile birlikteliği nedeniyle uygun tedaviye rağmen remisyon sağlanamayan hastalarda gastrointestinal inflamasyonla giden FMF gibi hastalıklar da araştırılmalıdır. (Güncel Pediatri 2012; 10: 17-23)Item Helikobakter pilori eradikasyonu globus histerikus semptomlarını geriletmekte mi?(2013) semin ayhan; Elmas KASAP; Hakan YüceyarGirifl ve Amaç: Globus histerikus en az 12 haftadır devam eden boğazda takılma hissi, yutmada zorlanma olarak tanımlanmak- tadır. Globus histerikus sebebi net olarak açıklanmadığı gibi tedavisinde de bir fikir birliği yoktur. Bu çalıflmada amacımız endos- kopi ünitesine globus histerikus ön tanısı ile sevk edilen ve üst gastrointestinal endoskopisi yapılan olgularda; gastroözofageal ref- lü semptomları, üst gastrointestinal endoskopik bulguları, Helikobakter pilori prevelansını saptamak ve Helikobakter pilori eradi- kasyonu yapılan olgularda globus histerikus semptomlarının durumunu belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Ocak 2009-Ağustos 2010 yılları arasında Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Kliniğinde boğazda takılma hissi (Globus Histerikus?) ön tanısı ile endoskopi yapılan ve Gastroenteroloji polikliniğinde eradikasyon tedavisi verilen ve tekrar kontrole gelen 123 olgunun dos- ya bilgileri retrospektif olarak kaydedildi. Bulgular: Globus histerikuslu 123 olgunun 75'inde Helikobakter pilori (+) olarak bu- lunmufltur. Helikobakter pilori (+) olgularda göğüs arkasında yanma, ağza acı, ekfli su gelme ve üst özofagus düzeyinde inlet patch Helikobakter pilori (-) olgulara gore anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Helikobakter pilori (-) olgularda normal endoskopi Helikobakter pilori (+) olgulara göre anlamlı olarak daha yüksek idi. Helikobakter pilorisi eradike olan 27 (%50) olguda globus his- terikus semptomlarının geçtiği 12 (%17.3) kiflide ise herhangi bir değifliklik olmadığı bulunmufltur. Helikobakter pilori eradikasyo- nu ile semptomların gerilemesinde pozitif korelasyon bulunmufltur. Sonuç: Helikobakter pilori globus histerikus olan olgularda toplumda aynı düzeyde olmakla birlikte Helikobakter pilori tedavisinin globus histerikus flikayetlerini gerilettiği görülmüştür.Item Primary adenocarcinoma of the base of tongue: a rare case(2014) ERDOĞAN ÖZGÜR; semin ayhan; Görkem Eskiizmir; Gökçe TANYERİBaş boyun kanserleri, tüm kanserler arasında sıklığı itibariyle altıncı sıradadır ve bu kanserlerin %10'undan azını orofarenks kanserleri oluşturmaktadır. Orofarenks her ne kadar sindirim sisteminin bir parçası olarak kabul edilse de, en sık rastlanan malign tümörü yassı hücreli karsinomdur. Ancak, nadiren de olsa bu bölgede sindirim sisteminde sık rastlanan adenokarsinom da gelişebilmektedir. Bu makalede, primer dil kökü adenokarsinomu olan 72 yaşında erkek olgu sunumu ile nadir rastlanan bu kanserin klinik tablosu, radyolojik değerlendirmesi, histopatolojik incelemesi, tedavisi ve prognozu tartışılmıştır.Item Co-existence of celiac disease and eosinophilic esophagitis: Is it a coincidence for the two diseases?(2015) Yeliz ÇAĞAN APPAK; semin ayhan; Hasan Erhun KASIRGAÇölyak hastalığı ve eozinofilik özefajit genellikle ayrı gastrointestinal hastalıklar olarak değerlendirilmekle beraberbirliktelikleri beklenenden çok daha fazladır. Burada pozitif çölyak serolojisi olan ve endoskopik patoloji sonucunu ileMarsh sınıflamasına göre çölyak hastalığı tip 3c olarak değerlendirilen 5 yaşında kız hastayı sunmaktayız. Diğertaraftan hastanın özefagus mukoza biyopsi örneklerinde her sahada 100 den fazla eozinofilisi mevcuttu ve hastaeozinofilik özefajit olarak da değerlendirildi. Çölyak hastalığı ve eozinofilik özefajit arasındaki ilişki kesin değildir.Bununla birlikte çölyak hastalığı olan çocuklarda eozinofilik özefajit birlikteliğine dikkat edilmesi gerekmektedirItem Is Melatonin Protective in Contrast Material Related Renal Failure?(2015) FATMA TANELİ; semin ayhan; NALAN NESE; Yüksel PABUŞÇU; ozum yuksel bugdayci; Özlem GÜNAYAmaç: Çalışmanın amacı, erkek sıçanlarda myoglobinüri ve radyokontrastmaddeye bağlı oluşan böbrekyetmezliğinde melatoninin etkisini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Anestezi eşliğinde,tüm sıçanların her iki arka bacağınaeşit miktarda %50lik gliserol uygulanarak myoglobinürik böbrekyetmezliğigeliştirildi. 3 saatsonra :Grup I (n:7): Iopromide (Ultravist-300®) 2 ml/kg (intrakardiak); Grup II (n:7): Iopromide(Ultravist -300®)ve intraperitoneal olarakMelatonin (10 mg/kg) ; Grup III (n:7): 2 ml/kg fizyolojik salin (Kontrolgrubu).Kan örnekleri toplanarak üre, kreatinin ve cystatin c değerleri çalışıldı. Protokolü bilmeyen iki patolog tarafından böbrekler incelendi. Bulgular: Grup 2 ile3 arasında kreatinin ve cystatin c değerleriiçinfarkyoktu (p=0.9; 0.2). Tartışma: Çalışmada, kontrasta bağımlı böbrekte oluşan oksidatif stresin melatonin ile önlenebildiğini gösterdik. Ancak, insanlar damelatoninin koruyucu etkilerinin ekklinik çalışmalarla değerlendirilmesine ihtiyaç vardır.Item Sinonazal Tip Hemanjioperisitom: Bir Olgu Sunumu(2015) Fazilet UĞUR DUMAN; Görkem Eskiizmir; MEHMET ALİ AYDIN İŞİSAĞ; semin ayhan; Serdar TarhanTüm sinonazal neoplazmların % 0,5inden azını oluşturan sinonazal tip hemanjioperisitom, genellikle 3 cm çapta olup, nazal kavitede unilateral polipoid doku oluşturur. Sunulan 34 yaşındaki kadın hasta burun tıkanıklığı ve kanama şikayeti ile başvurmuştur. Yapılan nazal endoskopide; sağ alt konka ve lateral nazal duvar kaynaklı, üzeri düzgün mukoza ile kaplı, nazofarinksten orofarenkse uzanım gösteren, 3,5x3x2 cm ölçülerde polipoid kitle saptanmıştır. Olgumuz histopatolojik ve klinik bulgularıyla karakteristik özellikler taşımasına karşın, farklılıklar gösteren immünohistokimyasal bulgularıyla, bu tümörlerin doğası hakkında yeni bakış açıları sağlamaktadır.Item ÇOCUKLARDA HELİKOBAKTER PYLORİ ENFEKSİYONU İLE PLAZMA 25 HİDROKSİ VİTAMİN D3 DÜZEYİ ARASINDAKİ İLİŞKİ(2023) gülseren Şahin; semin ayhan; Nuray Uslu KızılkanAMAÇ: Helicobacter pylori (H.pylori) enfeksiyonunun şiddeti ve ilişkili hastalıkların varlığı konakçı, bakteriyel ve çevresel faktörlerden etkilenir. Bu çalışmada, H.pylori enfeksiyonu saptanan çocuklarda inflamatuar yanıtın düzenlenmesinde önemli rolü olan plazma 25 hidroksi vitamin D3 (vitD3) ile H.pylori enfeksiyonu arasındaki ilişkinin gösterilmesi amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Mart 2010 - Mart 2011 tarihleri arasında Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi gastroentroloji bölümünde dispeptik yakımalar ve medikal tedaviye dirençli demir eksikliği anemisi nedeni ile üst gastrointestinal endoskopi yapılan 3-18 yaş arası 201 hasta bu çalışmaya alındı. Biyopsi örneklerinin histopatolojik tanıları değerlendirildiğinde, H.pylori pozitif grupta 98, H.pylori negatif grupta 103 hasta vardı. Vitamin D3 düzeyi, H.pylori pozitif ve H.pylori negatif gruplarda karşılaştırıldı. Helicobacter pylori pozitif grupta ise gastrik mukozal aktivite ve inflamasyon şiddetinin derecesi ile vitD3 düzeyleri karşılaştırıldı. BULGULAR: Helicobacter pylori pozitif hastaların 80'inde (81.6%), H.pylori negatif hastalarn 76'sında (73%) vitD3 düzeyleri düşüktü. Bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). Helicobacter pylori pozitif ve negatif grupların plazma vitD3 düzeylerinin ortalama değeri sırasıyla 15.64±8.9 ng/mL ve 16.36±1.35 ng/mL idi. Gruplar arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). Helicobacter pylori pozitif ve negatif gruptaki hastalar, plazma vitD3 düzeyine göre eksiklik, şiddetli eksiklik, yetersizlik ve yetmezlik olarak dört farklı grupta sınıflandırıldığında ise H.pylori pozitif grupta vitD3 eksikliği H.pylori negatif gruba göre daha sıktı. Bu sonuç istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.05). Her iki grupta kronik inflamasyonun şiddeti ve doku H.pylori aktivitesi ortalama vitD3 düzeyi ile ters orantılı olarak arttığı görüldü (p<0.05). SONUÇ: Çalışmamızın sonuçları bölgemizde çocuklarda vitD3 düşüklüğünün yaygın olduğunu göstermektedir. Vitamin D3 eksikliği H.pylori enfeksiyonu için risk faktörüdür. Bu çalışma H.pylori enfeksiyonunda vitD3'ün antibakteriyel etkiyi artırdığını ve inflamasyonun şiddetini azalttığını göstermektedir.Item Deneysel adeyon modelinde, entraabdominal borik asidin etkisi(2024) Rıdvan Barkın Kabalar; Semra Tutcu Şahin; semin ayhanAMAÇ: Bu çalışmada; batın cerrahilerinin giderek daha fazla sayıda yapılmasıyla sıklıkla karşılaşılan ve ciddi mortalite ile morbidite sebebi olan intra- abdominal adezyonların azaltılabilmesi için; adezyon modeli oluşturulmuş ratlarda, %5 borik asit solüsyonu uygulamasının batın içi adezyon gelişimine etkisini araştırmak amaçlanmıştır. Borik asidin daha önce kanıtlanmış olan antiinflamatuvar, antioksidan ve antifibrotik etkileri ile intraabdominal adezyon gelişimini azaltacağı düşünülmüştür. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışma her biri 16 adet rat içeren 2 grupta (adezyon modeli oluşturulmuş kontrol grubu ve %5’lik borik asit solüsyonu uygulanmış deney grubu) yapıldı. Operasyon sonrası 14. günde ratlar sakrifiye edilip tekrar eksplore edildi ve gelişen adezyonlar makroskopik ve mikroskopik olarak değerlendirildi. Makroskopik ve mikroskobik skorlamalar sonucunda elde edilen veriler IBM SPSS Statistics 24 programında Mann-Whitney U testi ile değerlendirildi. İstatistiksel anlamlılık düzeyi “p<0.05” olarak belirlendi. BULGULAR: İstatistiksel veriler incelendiğinde borik asit uygulanan grupta adezyon gelişiminde makroskopik ve mikroskopik olarak anlamlı bir azalma olduğu görüldü (p<0.05). SONUÇ: Bu çalışmanın sonucunda; deneysel adezyon modelinde intraabdominal %5’ lik borik asit solüsyonu uygulamasının, postoperatif intra- abdominal adezyonları azaltmada anlamlı etkiye sahip olabileceği gösterilmiştir. Bu etkinin borik asidin antiinflamatuvar, antioksidan ve antifibrotik etkilerinden kaynaklandığı öngörülmektedir. Bu çalışma, borik asidin intraabdominal adezyonları azaltma mekanizmasının ve ideal dozun araştırılması için öncü olacaktır.Item Karaciğerde hidatik kisti taklit eden müsinöz kistik neoplazi: İki nadir olgu(2024) Emel Tekin; toros taskin; semin ayhanKaraciğerin müsinöz kistik neoplazisi (KMKN) bütün karaciğer kistlerinin %5’inden azını oluşturan nadir bir tümördür. Yavaş büyümeleri nedeniyle radyolojik ve klinik olarak benin kist lehine değerlendirilse de aslında premalin lezyonlardır. Biz bu nadir tümörlere olan farkındalığı arttırmak amacıyla, radyolojik olarak yanlış tanı ile opere olmuş iki olgu sunduk. Aktif şikayeti olmayan 47 yaşında kadın hastanın karaciğerinde radyolojik olarak hidatik kist düşünülen 58 x 40 mm boyutunda kistik lezyon saptandı. Patolojik incelemede multiloküle kistin duvarında düşük dereceli müsinöz epitel altında ovaryan tip stroma izlendi. Abdominal distansiyon şikayeti bulunan 50 yaşında kadın hastada yapılan radyolojik görüntü- lemede hidatik kist lehine değerlendirilen karaciğerin sol lobunu dolduran 204 x 140 mm boyutunda kistik lezyon saptandı. Histopatolojik olarak kist iç yüzeyi düşük dereceli müsinöz epitelle döşeli olup kist duvarındaki yaygın ödem ve kanama nedeniyle ovaryan tip stroma ancak immün- histokimya ile gösterilebildi. Her iki olgunun da tanısı düşük dereceli KMKN idi. Makroskopik inceleme sırasında kist duvarı intakt olmadığı için, total eksizyon ya da cerrahi sınırlar hakkında yorum yapılamadı. KMKN nadir görülmesi ve spesifik radyolojik özelliklerinin olmaması nedeniyle cerrahi öncesi ayırıcı tanıda zorluk yaratan tümörlerdir. Benin olanlarda total eksizyon sonrası prognoz mükemmel olması ile birlikte nüksler de bildirilmiştir.