Browsing by Subject "Burun"
Now showing 1 - 20 of 21
Results Per Page
Sort Options
Item Kornea yüzeyinde uzun süreli kalan yumuşak kontakt lensin incelenmesi(2005) Uğur KÖKTÜRK; Nejat TOPÇUOĞLU; Özcan Rasim KAYIKÇIOĞLU; HATICE YILMAZUzun süre göz yüzeyinde kalmış bir yumuşak kontakt lensin ve üzerindeki birikintilerin incelenmesi amaçlandı. Absolü glokomlu ve büllöz keratopatili bir hastanın muayenesinde korneaya sıkıca yapışan bir kontakt lens farkedildi. Hasta öyküsünde kontakt lensin 11 yıl boyunca gözde kalmış olduğu ifade edildi. Çıkarılan kontakt lens önce stereomikroskop, sonra tarayıcı elektron mikroskop (SEM) ve element analizi ile incelendi. Kontakt lens yüzeyi stereomikroskobi ve SEM incelemesinde kapak aralığı alanında bölgesel olarak yoğunlaşan yaygın birikintilerle kaplıydı. Kontakt lens birikintilerinin SEM görünümlerinde düzensiz yüzeyde irili ufaklı kabarıklıklar ve aralarındaki çatlaklar izlendi. Yoğun kontakt lens birikintilerinin element analizi incelenmesinde küçük bir miktar kalsiyum (Ca), potasyum (K) ve sülfür (S); yüksek miktarda magnezyum (Mg) ve silisyum (Si) içeriği bulundu. Uzun süre kornea yüzeyinde kalan kontakt lens üzerinde gelişen yoğun birikintilerin granüler görünümde olup, düşük miktarda kalsiyum içerdiği saptandıItem Nadir görülen bir yabancı cisim aspirasyonu(2006) Ece KAYA; Arzu YORGANCIOĞLU; PINAR ÇELİK; Ayşın ŞAKARTrakeobronşiyal yabancı cisim aspirasyonları erişkinlerde çocuklara göre daha nadir görülür. Bu olgu sunumunda, trakeotomi kanülünün vidasını aspire eden ve yabancı cismin fiberoptik bronkoskopi (FOB) ile çıkarıldığı 76 yaşındaki bir kadın hasta sunulmuştur. Bu olgu bize, trakeotomili hastaların stoma bakımı konusunda iyi eğitilmelerinin gerektiğini göstermiştir. Distal hava yollarına aspire edilen yabancı cisimlerin çıkarılmasında FOB güvenle uygulanabilir.Item Küçük çocuklarda toplum kökenli viral alt solunum yolu enfeksiyonu etkenlerinin sıklığı ve uzun dönem komplikasyonu ile ilişkileri(2008) Ayhan SÖĞÜT; Yılmaz Dilek ÇİFTDOĞAN; Pelin Ertan; Tamer ŞANLIDAĞ; Hasan Yüksel; Özge YILMAZ; Vildan ÜRK; Sinem AKÇALIViral alt solunum yolu enfeksiyonları (ASYE) ve sonrasında gelişen komplikasyonlar, çocukluk çağının en önemli morbidite ve mortalite nedenlerinden biridir. Bu çalışmada, küçük çocuklarda görülen toplumdan kazanılmış ASYE'de viral etkenlerin belirlenmesi ve viral etyolojinin uzun dönem sekellerden olan bronşiyolitis obliterans (BO) ile ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya 2002-2004 yılları arasında Celal Bayar Üniversitesi Pediatrik Allerji Bilim Dalı ve Solunum Birimi tarafından ASYE tanısı konmuş 151 çocuk (86 erkek, 65 kız; ortalama yaş: 2.9 ± 2.1 yıl) dahil edilmiştir. Çocuklardan alınan nazofarengeal aspirat örneklerinde solunum yolu viruslarının [respiratuvar sinsityal virus (RSV), influenza tip A ve B, parainfluenza tip 1, 2 ve 3, adenovirus] varlığı, ticari bir direk floresan antikor (DFA) kiti (Biotrin, irlanda) ile araştırılmıştır. Çalışmamızda, 151 çocuğun 38 (%25.2)'inde ASYE'de viral etken saptanmış; bu oran 2002 yılı için %46.8 (22/47), 2003 yılı için %13.3 (8/60) ve 2004 yılı için %18.2 (8/44) olarak belirlenmiştir. ASYE etkeni olarak en sık saptanan viruslar RSV ve adenoviruslar olmuş (her ikisi için de aynı olmak üzere: %31.5; 12/38), bunları parainfluenza (%26.3; 10/38) ve influenza virusları (%23.6; 9/38) izlemiştir. Çalışmaya alınan hastaların %7.3 (11/151)'ünde enfeksiyon sonrası BO gelişmiştir. BO olgularının yedisi 2002 yılında, biri 2003 yılında, üçü ise 2004 yılında tespit edilmiştir. 2002 yılında BO tespit edilen tüm hastalarda viral etyolojinin mevcut olduğu; 2003 ve 2004 yıllarında BO tespit edilen dört hastanın ise birinde viral enfeksiyon olduğu belirlenmiştir. BO gelişen hastalarda en sık rastlanılan etken adenovirus (5/8) olmuştur. BO gelişen 11 hastanın 8 (%72.7)'inde, BO gelişmeyen 140 hastanın 30 (%21.4)'unda viral etken tespit edilmiş ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p= 0.02). Diğer taraftan, ASYE'de viral etyoloji saptanan 38 hastanın 8 (%21.1)'inde, saptanmayan 113 hastanın 3 (%2.6)'ünde BO geliştiği tespit edilmiş, aradaki farkın anlamlı olduğu belirlenmiştir (p< 0.05). Sonuç olarak, küçük çocuklarda viral etyolojili ASYE'nin uzun süreli izleminin komplikasyon gelişiminin erken tanısı açısından önemli olduğu ve bu nedenle de etken olan virusların tanımlanmasının yararlı olacağı kanısına varılmıştır.Item Türkiye’nin Ege bölgesinde alışkanlık haline gelmiş horlama sıklığı ve ilişkili risk etkenleri(2010) gökben yaslı; Selime ÖZEN; Betül ÖZDEL; Metin KOCACAN; Gönül DİNÇ HORASAN; Burak Arslan; Ayhan SÖĞÜT; Şahin AKTULUN; Özge YILMAZ; Hasan YükselAmaç: Bu çalışmanın amacı, toplum temelli bir çalışma ile 18 yaşından küçük çocuklarda horlama sıklığının belirlenmesi ve bu durum ile ilişkili risk etmenleri ve komplikasyonların tanımlanmasıdır. Gereç ve Yöntem: Bu kesitsel çalışma, Manisa’da yürütüldü. Küme ile örnekleme yöntemi kullanılarak belirlenen 650 çocuğa horlama ve ilişkili risk etkenleriyle ilgili anket uygulandı (339 kız, 311 erkek). Bulgular: Alışkanlık haline gelmiş horlama sıklığı %4,9 olarak belirlendi. Güncel hışıltı öyküsü ya da alerjik riniti olan çocuklarda olmayanlara göre, alışkanlık haline gelmiş horlama olasılığı 3,1 kat daha fazlaydı (sırası ile p=0,006; OR: 3,11, 95%CI: 1,3-7,3 ve p=0,002; OR: 3,11, 95%CI:1,5-6,6). Evre 3 tonsil büyüklüğü, alışkanlık haline gelmiş horlama olasılığını, tonsil büyüklüğü olmayanlara göre 22,5 kat arttırdı (p<0,001; OR: 22,4, 95%CI: 6,0-83,9). Apne gibi gece belirtileri alışkanlık haline gelmiş horlaması olanlarda olmayanlara göre daha sıktı (%28,1’e %3,6; p<0,001; OR: 10,5, 95%CI: 4,3-25,6). Çıkarımlar: Günlük hışıltı, alerjik rinit ve tonsil büyüklüğü, alışkanlık haline gelmiş horlama için anlamlı risk etkenleridir. Bu nedenle, bu rahatsızlıkları olan çocukların gelişimlerini etkileyen horlama açısından değerlendirilmeleri gerekir.Item Tıkayıcı uyku apnesi olmayan tonsiler hipertrofili çocuklarda kan basıncının 24 saatlik ambulatuvar kan basıncı monitorizasyonu ile değerlendirilmesi(2012) İpek AKİL; Şükran GÖZMEN KESKİNAMAÇ: Uyku ile ilişkili solunum bozuklukları basit horlamadan, tıkayıcı uyku apnesine kadar geniş bir yelpazede incelenir. Tıkayıcı uyku apnesi olan erişkin ve çocuk hastalarda hipertansiyon varlığı ve ileride oluşturabileceği artmış kardiovasküler morbidite riski daha önce yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Ancak basit horlama ile başlayıp hava yolu direncinde artış ile devam eden, tıkayıcı uyku apnesi oluşuncaya kadar olan süreç içerisinde kan basıncı değişikliklerinin nasıl etkilendiğine dair yapılmış çalışmalar literatürde sınırlıdır. YÖNTEMLER: Çalışmaya evre 3-4 tonsil hipertrofili ancak tıkayıcı uyku apne semptomları tanımlamayan yaşları 6 ila 13 arasında değişen 20 hasta ve sağlıklı 20 kontrol olgu alınmıştır. Kontrol grubu aynı yaş grubunda olan, hiç bir yakınması olmayan, sağlıklı, eşit sayıda kız ve erkek olgulardan seçilmiştir. Tüm hastalara yirmi dört saatlik ambulatuar kan basıncı monitörizasyonu yapılarak elde edilen değerler karşılaştırılmıştır.BULGULAR: Hasta ve kontrol grubu arasında tüm gün, gündüz, gece sistolik ve diyastolik kan basıncı ortalama değerleri açısından anlamlı fark saptanmamıştır. Yine her iki grupta kan basıncı yükü, kan basıncı indeksi ve kan basıncı değişkenliği açısından istatistiksel açıdan anlamlı fark saptanmamıştır. Hasta grubunda kontrol grubuna göre daha çok olgu non-dipper olarak saptanmıştır. Ancak bu bulgu istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır.SONUÇ: Bu çalışma, tonsil hipertrofisi olan ancak klinik olarak tıkayıcı uyku apne bulgusu olmayan hastalarda hipertansiyon gibi kardiyovasküler komplikasyonların aşikar olmadığını göstermektedir. Ancak hasta grubunda non dipper bireylerin fazla olması, vaka sayısı arttırılmış çalışmaların gerekliliğini ortaya koymaktadır.Item Normal popülasyonda ve frontal rinosinüzitli olgularda resessus frontalisin anatomik varyasyonlarının radyolojik olarak değerlendirilmesi(2012) Beyhan ÖZYURT; ASIM ASLAN; H. Halis ÜNLÜ; Gülgün OVALI YILMAZ; Belgin KÜÇÜKGÜNAY; Petek BAYINDIR; Görkem EskiizmirAmaç: Frontal rinosinüzitli ve sağlıklı olgularda resessus frontalis komşuluğunda yer alan anatomik varyasyonların radyolojik olarak incelenmesi ve varyasyonların frontal rinosinüzit (FR) gelişimine etkilerinin araştırılması. Yöntem: Sinonazal yakınma veya başka yakınmalarla polikliniğimize başvuran 61 olgu; kulak yakınmaları olanlar (Grup I, kontrol grubu), sinonazal semptomları olup FR bulguları olmayanlar (Grup II), sinonazal ve FR bulguları olanlar (Grup III) şeklinde ayrıldı. Tüm olgulara paranazal bilgisayarlı tomografi (BT) çekilerek parasagittal rekonstrüksiyon yapıldı. Elde edilen kesitler sinüs opasifikasyonları, osteomeatal kompleks hastalığı, anatomik varyasyonlar ve fronto-etmoidal hücre varlığı açısından değerlendirildi.Bulgular: Çalışmaya dahil edilen tüm taraflarda fronto-etmoidal hücre oranı %20.9 olarak belirlendi. Sinonazal belirtileri olan olgular (Grup II ve III) ile kontrol grubu (Grup I) karşılaştırıldığında, agger nazi (p=0.001) ve intersinüs septum hücrelerinin (p=0.01) istatistiksel olarak anlamlı oranda yüksek olduğu saptandı. Frontal reses hastalığı (+) ve/veya frontal sinüs opasifikasyonu (+) olan taraflarda Kuhn tip III (p=0.03) fronto-etmoidal hücre ve bulla frontalisin (p=0.02) istatistiksel olarak anlamlı oranda fazla olduğu ve Kuhn tip IV fronto-etmoidal hücrenin (2 taraf) sadece frontal reses hastalığı (+) ve/veya frontal sinüs opasifikasyonu (+) olan olgularda bulunduğu saptandı. Frontal reses hastalığı ve/veya frontal sinüs opasifikasyonu üzerine fronto-etmoidal hücre etkinliği incelendiğinde, Kuhn tip III hücrenin 4.55 kat (%95 GS: 0.560-12.196) etkili olduğu ortaya kondu. Sonuç: Frontal rinosinüzit gelişiminde, özellikle Kuhn tip III ve tip IV fronto-etmoidal hücreler ve bulla frontalisin rolü olabilir. Frontal sinüs ve resessus frontalis komşuluğundaki anatomik varyasyonların parasagittal kesitlerle değerlendirilmesi oldukça yararlıdır.Item Manisa bölgesinde otomikoz etkenleri, 1995-2011(2012) Kenan Değerli; Talat ECEMİŞ; KIVANC GUNHAN; Tolga BAŞKESEN; ELÇİN KAL ÇAKMAKLIOĞULLARIOtomikozlar, mantarların dış kulak yolunda oluşturduğu enfeksiyonlar olup, tüm dünyada, özellikle de tropik ve subtropik bölgelerde yaygın olarak görülmektedir. Ancak ülkemizde otomikozun etyolojik etkenleriyle ilgili epidemiyolojik veriler sınırlıdır. Bu retrospektif çalışmada, Manisa ve çevresindeki otomikoz etkenlerinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya, Şubat 1995-Temmuz 2011 tarihleri arasında Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde klinik olarak otomikoz ön tanısı konulan 2279 olgu [1465’i erkek, 813’ü kadın; yaş aralığı 1-87 (ortalama: 41.7) yıl] dahil edilmiştir. Hastalardan alınan dış kulak yolu sürüntü örnekleri rutin mikolojik yöntemlerle değerlendirilmiş; izole edilen mantarların tanımlanması konvansiyonel yöntemlerle ve ayrıca mayalar için API 20C AUX (bio-Mérieux, Fransa) sistemiyle yapılmıştır. Çalışmamızda örneklerin %28 (638/2279)’inin direkt mikroskobik inceleme sonuçları pozitif bulunmuş, %24 (544/2279)’ünden de mantar izolasyonu yapılmıştır. İzolatların %66 (359/544)’sı küf, %34 (185/544)’ü ise maya türü mantar olarak tanımlanmıştır. Tanımlanan küf türlerinin sıklık sırasına göre dağılımı; Aspergillus niger (180), Aspergillus fumigatus (95), Aspergillus terreus (32), Aspergillus flavus (23), Aspergillus spp. (14), Penicillium spp. (13), Trichophyton spp. (T.rubrum 1, T.mentagrophytes 1); maya türlerinin ise dağılımı Candida tropicalis (97), Candida albicans (39), Candida parapsilosis (21), Candida glabrata (19), Candida kefyr (4), Candida guilliermondii (2), Candida krusei (1), Geotrichum candidum (1) ve Trichosporon capitatum (1) olarak belirlenmiştir. Küf mantarlarının %96 (344/359)’sının Aspergillus spp., maya mantarlarının ise %99 (183/185)’unun Candida spp. olduğu dikkati çekmiştir. Çalışmamızın sonuçları, bölgemizde otomikoz etkenleri arasında ilk sırada dermatofit dışı küfler olan Aspergillus türlerinin yer aldığını, bunları sırasıyla Candida türlerinin ve daha az sıklıkta da dermatofitlerin izlediğini göstermiştir. Bu verilerin, ülkemiz epidemiyolojik verilerine katkıda bulunacağı ve ayrıca tedavi için antifungal ilaç seçiminde yol gösterici olacağı düşünülmüştür.Item Can carotid-sparing radiotherapy approaches replace with conventional techniques for the patients with T1 glottic laryngeal cancer?(2012) Çelik KARAKOYUN; Fatma Sert; MUSTAFA ADNAN ESASSOLAKAmaç: T1N0 glottik larenks kanseri tedavisinde çeşitli radyoterapi teknikleri arasında karotis arterlerinin maruz kaldıkları dozlar karşılaştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Bilgisayarlı tomografi (BT) kullanılarak beş hasta simüle edildi. T1N0 glottik larenks kanseri için klinik (KHV) ve planlanan hedef volümler (PHV) oluşturuldu. Karotis arterleri ve spinal kord için planlanan risk volümleri (PRV) çizildi. Her hasta için iki boyutlu radyoterapi (2DRT), üç boyutlu konformal radyoterapi (3DCRT) ve basit yoğunluk ayarlı radyoterapi (IMRT) şeklinde üç planlama yapıldı. Planlanan hedef volümlerin %95’den fazlası tanımlanan dozu (2.25 Gy günlük fraksiyon dozundan 62.25 Gy toplam doz) aldı. Bulgular: Üçü sağ ikisi sol vokal kord yerleşimli beş T1 glottik kanserli olgunun tedavi planları karşılaştırıldığında, karotislerin koruması en iyi basit karotis koruyucu IMRT tekniği ile sağlandı. 2DRT, 3DCRT ve IMRT tekniklerine ait karotis ortalama V35, V50 ve V63 değerleri sırasıyla; %70, %47, %35; %55, %15, %5 ve %28, %6, %0 bulundu. V35, V50 ve V63 arasında yapılan istatistiksel karşılaştırmada, 2DRT ve IMRT için anlamlı değerler saptandı. Spinal kord dozu hiçbir planda 45 Gy’i aşmadı. Her üç planlama tekniğinde uygunluk indeksi arasında anlamlı fark saptanmadı ve homojen doz dağılımı elde edildi. Sonuç: Erken evre glottik larenks kanserli hastalarda karotis arterlerinin maruz kaldığı radyasyon dozunu IMRT’nin azaltabildiğine şüphe yoktur.Item Magnetic resonance imaging findings of Susac syndrome(2014) Serdar Tarhan; Gülgün OVALI YILMAZ; Işıl BAŞARA AKIN; Hatice MAVİOĞLU; Yüksel PABUŞÇU; güliz yılmazSusac sendromu patogenezi bilinmeyen nadir bir hastalıktır. Beyin, retina ve kohleanın etkilendiğimikroanjiyopati sonucunda ortaya çıkar. Bu durum hastalığın tipik triadı olan subakutensefalopati, retinal arteriollerin tıkanmasına bağlı oluşan görme kaybı ve sensorinöral işitmekaybına neden olur. Manyetik rezonans görüntüleme, retinal floresan anjiografi ve odyografibulguları tanıya yardımcıdır. Erken tedavi sekel oluşumunu azaltabilir ve iyileşemeyihızlandırabilir. Bu yazıda hastalığın tüm bulguları ile birlikte bir Susac sendromlu olguyusunuyoruz.Item Investigation of Ototoxicity of Intratympanic 5-fluorouracil in Rats(2022) Elgin Turkoz Uluer; damla demirkaya taş; ASIM ASLAN; Meltem DEMİRDAĞ ÇEVİKKANObjective: Although 5-fluorouracil is beneficial in treating cholesteatoma in people, it is unknown if this drug harms the inner ear. We are planning to contribute to the literature by investigating the effects of the intratympanic administration of 5-fluorouracil solution form to the middle ear on the inner ear in rats. Materials and Methods: The study was conducted on 11 Wistar albino male rats: a positive control group was treated with amikacin, a study group was treated with 5-FU, and a negative control group received no treatment. One week after intratympanic drug administration, the rats were sacrificed, and ototoxicity was histopathologically examined by light microscopy and TUNEL (Terminal deoxynucleotidyl transferasemediated dUTP Nick End Labeling) method. Results: There was a significant difference between the two groups treated with amikacin and 5-fluorouracil in terms of apoptosis (p<0.05). The difference in stria vascularis thicknesses was significant between the amikacin group and the 5-fluorouracil group and the negative control group (p<0.05). Conclusion: The intratympanic administration of 5-fluorouracil to rats did not have any ototoxic effects, according to the results of the histological analysis that looked at apoptosis.Item COVID-19 Pandemisi Sırasında Obstrüktif Uyku Apne Sendromu Olan Hastaların Sürekli Pozitif Hava Yolu Basıncı Cihaz Tedavisine Uyumunun Değerlendirilmesi(2022) melike batum; Yagmur İnalkac Gemici; Hikmet Yılmaz; AYSIN KISABAYAmaç: Obstrüktif uyku apne sendromu (OUAS) sık görülen ve pozitif hava yolu basıncı tedavisinin etkili olduğu bir hastalıktır. Pozitif hava yolu basıncı tedavileri arasında en yaygın olarak kullanılanı sürekli pozitif hava yolu basıncı (CPAP) tedavisidir. Pandemi döneminde OUAS hastalarının CPAP tedavisine uyumlarına ilişkin veriler sınırlıdır. Bu çalışmada, pandemi döneminde CPAP kullanan OUAS hastalarının cihaz kullanım sürelerinin pandemi öncesi dönemle karşılaştırılması ve bunun demografik, polisomnografik ve eşlik eden hastalıklarla olan ilişkisinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışma, retrospektif dizaynda tasarlandı ve 27.03.2020– 01.07.2022 tarihleri arasında uyku polikliniğine CPAP cihaz kontrolü için başvuran ve pandemi başlangıcından önce en az bir yıl süreyle CPAP kullanımı olan 58 OUAS hastası dahil edildi. Demografik veriler, eşlik eden hastalıklar, apne hipopne indeksi (AHİ), Epworth uykululuk skalası (EUS) skorları, pandemi öncesinde, pandemi döneminde CPAP kullanım farkı (saat/gün) şeklinde kaydedildi. Eşlik eden hastalıkları olanlar ve olmayanlar, sigara içenler ve içmeyenler, EUS skoru ≥ 10 ve <10 olanlar, kadın ve erkek hastalar arasında grup karşılaştırmaları yapıldı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 58 OUAS hastasının 15’i kadın (%25,9), 43’ü erkek (%74,1) idi ve hastaların yaş ortalaması 52,32±10,57 yıldı. Hastaların pandemi olmayan dönemde günlük CPAP kullanımı 5,88±1,39 saat, pandemi döneminde 5,08±1,22 olarak saptandı (p<0,001). Pandemi öncesi günlük ortalama CPAP kullanımıyla pandemi dönemindeki günlük ortalama CPAP kullanımı arasındaki fark; yaş, beden kitle indeksi, sigara alışkanlığı, eğitim süresi, AHİ, EUS ve hastalık süreleri ile anlamlı bir ilişki göstermemektedir (p>0,05). Eşlik eden hastalıklar da cihaz kullanımının süresinde bir farklılığa neden olmamıştır (p>0,05). Sonuç: Pandemi döneminde OUAS hastalarının CPAP cihaz uyumları azaldı. Anksiyete, depresyon, uykusuzluk, posttravmatik stres bozukluğu, karantina döneminde gündüz yapılan napler gibi nedenlerin OUAS hastalarının cihaz uyumlarını olumsuz olarak etkilediği düşünülmektedir.Item Indocyanine Green (ICG) / Near-infrared Fluorescent (NIRF) Imaging and Its Applications in Pediatric Surgery(2023) Aydın ŞencanRecently, fluorescent guided surgical procedures have been increasingly used in pediatric surgery and urology. This method is based on the principle that fluorochrome molecules produce radiation at a different wavelength when exposed to laser or near-infrared light of a certain wavelength. Thus, both the vascularization - perfusion of the tissues can be evaluated and the contrast difference in the tissue allows tissues to be distinguished. Today, fluorescent guided surgical procedures are performed with indocyanine green (ICG) and near- infrared fluorescence (NIRF) imaging systems. This technology is used for various purposes such as determining the intersegmental planes of lungs during the operation, imaging the bile ducts, determining the borders of tumors, metastases, and ischemic tissue, evaluating the perfusion of the anastomotic lines. Many surgical procedures are performed more safely and quickly owing to ICG/NIRF imaging. The aim of this article is to summarize the basic features of the ICG/NIRF imaging method, use in pediatric surgery and urology, advantages, limitations, and our experimental experience on this subject in the light of the literature.Item ORTA KULAĞA TOPİKAL OLARAK UYGULANAN ANTİFUNGAL İLAÇLARIN OTOTOKSİK ETKİLERİNİN HİSTOPATOLOJİK İNCELENMESİ(2023) Gulay Guclu Aslan; ASIM ASLAN; Seda VatanseverAmaç: Otomikozis tedavisinde kullanılan topikal antifungal ajanların ototoksik yan etkilerinin olup olmadığı hakkında yeterli veri mevcut değildir. Bu çalışmada tolnaftat, sulkonazol, bifonazol, nistatinin ototoksik etkileri histopatolojik olarak incelendi. Yöntem ve Gereçler: 35 adet guinea pig 5 gruba ayrılarak sağ kulaklarına Tolnaftat, Sulkonazol, Bifonazol, Nistatin ve Neomisin (pozitif kontrol) uygulandı. İlaçlar hayvanların sağ timpanik kavitelerine topikal olarak bir haftada üç kez uygulandı. Sol kulakları negatif kontrol grubu olarak değerlendirildi. Tedaviden 2 hafta sonra hayvanlar sakrifiye edilerek kohleaları ışın mikroskopisinde incelendi. TUNEL boyaması yapılarak spiral limbus ve spiral gangliyondaki apopitotik hücre oranları belirlendi. Bulgular: Tolnaftat ve bifonazol uygulanan kulaklarda sulkonazol ve nistatin uygulananlara göre çok daha fazla sayıda apopitotik hücre tespit edildi. Ayrıca bu etkiler sadece spiral limbusda değil spiral gangliyonda da gözlenmiştir. Sonuç: Antifungal ajanlar ototoksisiteye neden olabilirler. Timpan membran perforasyonu olan vakalarda topikal antifungal tedavi için bu etkilerin daha az olduğu sulkonazol ve nistatinin kullanılması daha emniyetli olur.Item DİSLOKASYON DIŞI TEMPOROMANDIBULAR HASTALIKLARDA MODİFİYE KAPALI REDÜKSİYON MANEVRASININ ETKİNLİĞİ(2023) burak ulkumen; Gokce Tanyeri Toker; Onur CelikAmaç: Çalışmanın amacı, dislokasyon dışı temporomandibular hastalığı olan hastalarda modifiye kapalı redüksiyon manevrasının etkinliğini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntemler: Temporomandibular hastalık şüphesi ile polikliniğe kulak ağrısı, çene ağrısı, eklemde ses, başa, yüze ve boyuna yayılan ağrı şikayetleri ile başvuran 218 hasta incelenmiştir. Modifiye kapalı redüksiyon manevrası uygulanan 153 hastanın verileri dahil edilmiştir. Bu hastalar şikayetlerinin kısa süreli veya uzun süreli olmasına göre iki gruba ayrılmıştır. Hastaların modifiye kapalı redüksiyon manevrası öncesi ve sonrası vizüel analog skala skorları gruplar içinde ve gruplar arasında karşılaştırılmıştır. Bulgular: Her iki grubun ortalama vizüel analog skala skorları manevra öncesi ve sonrası sırasıyla 7.54±1.07 ve 1.82±1.09 idi (p<0,001). Vizüel analog skala puanları her grupta manevra sonrası anlamlı olarak azalmıştır (p<0,001). Manevra sonrası her iki grubun grup içi skorları da anlamlı olarak düşmüştür (p<0,001). Sonuç: Bu çalışmaya göre modifiye kapalı redüksiyon manevrası temporomandibular hastalığı olan hastalarda (dislokasyon dışında) semptom kontrolünde etkilidir. Diğer tedavi yöntemlerine alternatif olarak önerilebilir veya bunlarla birlikte kullanılabilir.Item SOLUNUM SİSTEMİ HASTALIKLARININ TEŞHİSİNE YÖNELİK MAKİNE ÖĞRENMESİ TABANLI ANALİZ PROGRAMI GELİŞTİRİLMESİ(2023) Burcu Acar Demirci; YUCEL KOCYIGITSolunum sistemi hastalıkları hem dünyada hem ülkemizde milyonlarca kişinin ölümüne sebep olan tıbbi bir problemdir. Teknolojinin gelişmesi ile ortaya çıkan bilgisayar destekli tanı sistemleri solunum sistemi hastalıklarının erken teşhisinde umut vadetmektedir. Bu çalışmanın amacı sağlıklı ve çeşitli akciğer hastalıklarına sahip bireylerden alınan solunum seslerinin otomatik teşhisi ile hekime yardımcı olan ve Tıp eğitimi gören öğrencilerin solunum seslerini öğrenmesine imkan sağlayan tanı sistemi geliştirilmesidir. Çalışmadaki kullanılan solunum sesleri, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Hafsa Sultan Hastahanesi Göğüs Hastalıkları Anabilim dalındaki uzman hekimler tarafından Littman 3200 Elektronik Stetoskop ile kaydedilmiştir. 105 gönüllüden kaydedilen yedi farklı solunum grubuna ait solunum sesleri filtreleme, öznitelik çıkarımı ve sınıflama gibi sinyal işleme yöntemlerine tabi tutularak otomatik teşhis gerçekleştirilme ve teşhis sonucuna göre hastanın sahip olabileceği olası hastalıklar Kullanıcı Ara yüzünde listelenmektedir. Geliştirilen programda kullanılan yöntemlerin eğitilmesi ve başarılarının test edilebilmesi amacıyla veriler, eğitim ve test verisi olarak ayrılmıştır. Eğitme aşamasında geçerlilik yöntemleri kullanılarak eğitim tutarlığı sağlanmıştır. Test verileri kullanılarak gerçekleştirilen analizler sonucunda Mel Frekansı Kepstral Katsayıları ve Destek Vektör Makineleri birlikte kullanıldığında en yüksek doğruluk oranı %94,5 olarak elde edilmiştir. Yüksek doğruluk oranı ile programın otomatik teşhisi başarılı bir şekilde gerçekleştirdiği kanıtlanmaktadır. Ayrıca Analiz programı Tıp öğrencilerinin kullanımına sunularak bir diğer hedefine de ulaşmıştır.Item The caregiver burden of informal caregivers for stroke patients with and without dysphagia: A multi-center, cross-sectional study in Türkiye(2023) Esra Giray; sibel eyigor; yalkın çalık; İlknur Albayrak; Aylin SARI; Ebru UMAY; Mazlum Serdar Akaltun; canan Tıkız; zeliha ünlü; meltem vural; Banu Aydenız; ali yavuz karahanObjectives: The aim of this study was to investigate the caregiver burden (CB) of informal caregivers for stroke survivors with and without dysphagia and to assess the relationship between the CB levels of informal caregivers for stroke survivors with dysphagia, patients’ swallowing-related quality of life (QoL), and patients’ stroke-specific QoL. Patients and methods: This multi-center, prospective, cross-sectional study included a total of 120 stroke patients (76 males, 44 females; mean age: 61.1±12.3 years; range, 19 to 86 years) between October 2019 and 2020. Of the patients, 57 had dysphagia and 63 had no dysphagia. The Functional Oral Intake Scale (FOIS) was used to classify the degree of functional dietary limitation caused by each patient’s swallowing impairment. Patients and caregivers completed the Eating Assessment Tool (EAT-10), Swallowing Quality of Life (SWQoL) questionnaire, Stroke Impact Scale (SIS), and the Zarit Caregiver Burden Interview (ZBI). Results: The CB levels were higher in those caring for stroke patients with dysphagia than in those caring for stroke patients without dysphagia. Caregiver burden was found to be associated with patients’ swallowing-related QoL and stroke-related QoL. Significant predictors of high CB scores (F=2.55, R2=0.59; p=0.007) were being an employed caregiver (B=17.48, p=0.003), being a caregiver with high school (B=-19.6, p=0.03), and secondary school (B=-16.28, p=0.02) educational status, being son, daughter (B=30.63, p=0.007) or other relative of the patient (B=20.06, p=0.01), lower FOIS stage (B=-3.14, p=0.011), lower SWQoL (B=0.52, p=0.009) and lower SIS (B=-0.37, p=0.04) scores. Conclusion: Caregivers of stroke patients with dysphagia suffer from a higher CB than those without dysphagia. In stroke patients with dysphagia, swallowing-related QoL is associated with the QoL levels of stroke patients and the CB levels of their caregivers. Employment status, educational status of caregiver, caregiver’s relativity to the patient, FOIS stage, swallowing and stroke related QoL of the patients are factors related to burden levels of caregivers of stroke patients with dysphagia. These results may help health professionals to understand dysphagia as an essential source of CB and consider it, while planning treatments.Item Kolesteatomlu ve Kolesteatomsuz Kronik Otitis Mediada Yüksek Rezolüsyonlu Bilgisayarlı Tomografi Bulguları(2023) Melahat Kul; Sezer nil yılmazer zorlu; FUNDA SEHER OZALP ATES; SENA ÜNALAmaç: Çalışmada kolesteatomlu ve kolestatomsuz kronik oti- tis media (KOM) tanılı olguların yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı to- mografi (YÇBT) görüntüleme bulgularının kemik defektlerinin varlığı, yeri ve şiddeti açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yön- temler: 2011-2022 yılları arasında temporal kemik YÇBT ile tetkik edilen KOM hastaların YÇBT görüntüleri retrospektif olarak incelendi. Timpanik boşlukta yumuşak doku kitlesi olan hastalar, patoloji sonuç- ları ve-/veya manyetik rezonans görüntüleme bulgular ına göre koles- teatomlu (K+KOM) veya kolestatomsuz KOM (K-KOM) grubuna ayrıldı. Bilgisayarlı tomografi görüntüleri orta kulak kemik erozyonla- rının/defektlerinin varlığı, yeri ve şiddeti açısından değerlendirildi ve grup karşılaştırmaları yapıldı. Bulgular: Bu çalışmaya toplam 60 hasta (K+KOM: 23 hasta, K-KOM: 37 hasta) dâhil edildi. Skutumda kün- tleşme, tegmen timpani defekti, Körner septum yokluğu/devamsızlığı, kemikçik zincirinde erozyon ve medial ve lateral timpanik duvarlarda harabiyet C+COM grubunda anlamlı olarak daha sıktı (p<0,05). Teg- men timpanide küçük kemik devamsızlıkları (≤2 mm) veya skutumda küntleşme her iki grupta mevcutken, bu yapılarda sadece K+COM gru- bunda daha şiddetli defektler gözlendi. Yumuşak doku kitlelerinin yer- leşimi ile arka duvar defekti varlığı açısından 2 grup arası anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Sonuç: KOM’lu olguların temporal kemik YÇBT görüntülerinin değerlendirmesinde radyologların kolesteatom şüphe- sinden bağımsız olarak olası kemik erozyonları açısından dikkatli ol- ması gerekmektedir. Ayrıca kemik y ıkımının şiddetinin bildirilmesi, kolesteatomun varlığına ilişkin ipucu sa ğlayarak cerrahi planlamada önemli olabilir.Item Vazovagal Senkoplu Hastalarda Arteriel Sertlik ve Nabız Dalga Hızının Değerlendirilmesi(2023) Erkan Alpaslan; ümmü taş; Sedat Taş; Ebru ÖzpelitAmaç: Çalışmamızın amacı Vazovagal senkoplu hastalarda hemodinamik mekanizmayı etkileyebilecek kardiyovasküler otonomik modülasyonlardan biri olan arteriyel sertlik parametrelerini değerlendirmek. Gereç ve yöntemler: Çalışmamız retrospektif bir çalışmadır. Ocak 2012-Ocak 2016 tarihleri arasında kardiyoloji polikliniğine başvuran en az iki senkop atağı olan ve eğik masa testi pozitif olan 42 hastanın eğik masa testi sonuçlarını ve arteriyel sertlik parametrelerini topladık. Kontrol grubu olarak da yaş ve cinsiyete göre eşleştirilmiş 41 kişi aldık. Hastalardan damar özelliklerini etkileyebilecek durumları olan, ritim bozukluğu ve psikiyatrik bozukluğu olan hastaları çalışma dışı bıraktık. Hastaların arteriyel sertlik ölçümleri, tilt testi sonuçları, tıbbi öyküleri, sosyodemografik ve klinik bilgileri ile ilgili veriler tıbbi kayıtlarından elde edildi. Arteriyel sertliğinin belirteçleri olarak augmentasyon indeksi, merkezi nabız basıncı ve karotid ila radyal nabız dalga hızı dahil olmak üzere merkezi aort basıncı parametreleri elde edildi. Ardından 2 grup arasında değişkenler karşılaştırıldı. Bulgular: Periferik sistolik (125 ± 16,6 ve 121,1 ± 14,9, p: 0,31) ve diyastolik kan basınçları (79,6 ± 8,9 ve 77,7 ± 9,7, p: 0,38) VVS ve kontrol grupları arasında benzerdi. Merkezi sistolik kan basınçları ve merkezi güçlendirme basınçları da gruplar arasında anlamlı farklılık göstermedi. Vazovagal senkoplu hastalarda nabız dalga hızı sağlıklı kontrollere göre anlamlı derecede düşüktü (5.4 (1.4) and 5.9 (1.8), p= 0.04). Aort augmentasyon indeksi gruplar arasında istatistiksel olarak farklı olmasa da hasta grubunda daha yüksek bulduk. Sonuç: Çalışmamızda VVS grubunda nabız dalga yayılımı sağlıklı gruba göre daha düşük bulundu. Bu sonuçlar VVS hastalarında patofizyolojinin anlaşılmasına katkıda bulunabilir. Vazovagal senkoplu hastalarda nabız dalga hızının önemini anlamak için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Item Lösemi Ön Tanılı Yerli Sıtma Olgusu(2023) Ahmet Ozbilgin; HÜSEYIN GÜLEN; AYŞEN TÜREDİ YILDIRIM; ibrahim çavuş; Hulya TurkmenSıtma, enfekte Anopheles cinsi dişi sivrisinekler ile bulaşan paraziter bir hastalıktır. İnsanları enfekte eden beş Plasmodium türü bulunmaktadır. Bu türlerden özellikle P.falciparum ve P.vivax insan sağlığı için büyük tehdit oluşturmaktadır. Dünya Sağlık Örgütünün 2014 yılı raporunda Türkiye’nin de dahil olduğu 16 ülkede yerli vaka görülmediği bildirilmiştir. Göç, seyahat ve yurt dışında çalışma nedeniyle yurt dışı kaynaklı sıtma vakaları import vaka olarak bildirilmektedir. Bu raporda, lösemi ön tanısı ile takip edilen importe olmayan bir sıtma olgusu sunulmuştur. İki haftadan beri devam eden ateş yüksekliği, baş ağrısı, üşüme-titreme, bulantı-kusma ve ishal şikayetleriyle bir sağlık kuruluşuna başvuran 14 yaşındaki kız hasta kan sayımında pansitopeni saptanması üzerine lösemi ön tanısı ile Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hafsa Sultan Hastanesi, Çocuk Hematoloji Bilim Dalına yönlendirilmiştir. Alınan detaylı anamnezde hastanın herhangi bir yurt dışı seyahat öyküsü bulunmadığı, ülke içindeyse Güneydoğu Anadolu, Ege ve Akdeniz Bölgelerinde çalıştığı sırada soğuk algınlığı benzeri yakınmalar ile başvurduğu sağlık kuruluşlarında parasetamol, amoksisilin ve metaklopramid gibi ilaçlar kullandığı öğrenilmiştir. Pansitopeni etiyolojisine yönelik kemik iliği aspirasyonu da yapılan hastanın hem kemik iliği hem de periferik kan yaymalarında Plasmodium spp.’den şüphelenilerek tıbbi parazitoloji anabilim dalı laboratuvarında Giemsa boyalı kan yayması, hızlı tanı kiti ve Plasmodium spp. açısından kantitatif gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu [real-time quantative polymerase chain reaction (qRt-PCR)] analizleri yapılmıştır. Giemsa ile boyalı yayma preparatlarında bol miktarda P.vivax eritrositer formlarına ve gametositlerine rastlanılmış, hızlı tanı kiti ve qRt-PCR analizi ile tür tayini yapıldığında etkenin P.vivax olduğu saptanmıştır. Hastanın tedavisi için airalam (artemeter + lumefantrin) 2 x 4 tablet üç gün, primakin ise bir hafta sonra temin edilmiş ve 14 gün 1 x 2 tablet (1 x 15 mg) dozlarında verilerek hasta komplikasyonsuz bir şekilde taburcu edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana sıtma ile mücadele aralıksız olarak devam etmektedir. Ülkenin subtropikal bölgede yer alması, sıtma etkenini taşıyan Anopheles cinsi sivrisineklerin bulunması, göç yollarında bir kavşak olması, seyahatlerin yaygınlaşması, ülkeden yurt dışına çalışmaya giden çok sayıda insan olması ve en önemlisi iklim değişikliğine bağlı olarak sıcaklıkların artması nedeniyle başta sıtma olmak üzere tropikal hastalıklar büyük önem kazanmıştır. Bu nedenle sıtmanın ülke için önemini vurgulamak, ayrıca klinisyen ile laboratuvarların sıtma hastalığını ve Türkiye’de yerli sıtma bulaşının olabileceğinin farkındalığını arttırmak için bu olgu sunumunun önemli olduğu düşünülmüştür.Item Hodgkin lenfomalı hastada sıra dışı komplikasyon: bilateral auriküler hematom(2024) Mustafa ŞAHİN; Uğur Kamiloğlu; AYŞE KAYA; mine miskioğlu; Görkem Eskiizmir; ISMET AYDOGDUHodgkin lenfoma; malign hücrelerin, neoplastik olmayan inflamatuar hücrelerle heterojen bir şekilde karıştığı lenfoid neoplazmdır. Doksorubisin, Bleomisin, Vinblastin ve Dakarbazin (ABVD) kombinasyonu, Hodgkin lenfoma için en sık kullanılan kemoterapi rejimidir. Bu olgu sunumunda, ilk kez ABVD tedavisi uygulandıktan sonra bilateral auriküler hematom gelişen Hodgkin lenfomalı bir hastayı sunuyoruz. 27 yaşında kadın hasta, iki haftadır devam eden boyunda şişlik şikâyeti ile hematoloji polikliniğine başvurdu. Sol aksiller bölgeden yapılan eksizyonel biyopsi sonucunda patoloji raporu klasik Hodgkin lenfomanın mikst hücreli tip ile uyumlu olduğu saptandı. Hastaya ilk doz ABVD protokolü uygulandı. Kemoterapiden bir hafta sonra travma öyküsü olmayan hastanın iki taraflı kulak kepçelerinde şişlik ve renk değişikliği gözlendi. Hasta Kulak Burun Boğaz-Baş Boyun Cerrahisi bölümüne konsülte edildi. Kulak hematomunun iki taraflı drenajı hemen yapıldı. Ayrıca intravenöz siprofloksasin uygulandı. Kulak hematomu sonraki kemoterapi tedavilerinden sonra tekrar ortaya çıkmadı.