Browsing by Subject "Cerrahi"
Now showing 1 - 20 of 65
Results Per Page
Sort Options
Item Amputated tuba-ovarian torsion in a newborn(2005) Yüksel PABUŞÇU; Mine ÖZKOL; Yılmaz Gülgün OVALI; ozum yuksel bugdayci; Aydın ŞENCAN-Item Spinosellüler karsinomu taklit eden skalp yerleşimli bir travmatik ülser(2005) Türel Aylin ERMERTCAN; Serap ÖZTÜRKCAN; Muzaffer Turhan ŞAHİN; Peyker TÜRKDOĞANBurada, ülserlerin dolaşım yetmezliği, basınç, granülomların dejenerasyonu, malign tümörler ve lokal enjeksiyon sonucu gelişebildikleri gibi, derinin maruz kaldığı ekzojen travmalar sonucu da ortaya çıkabilecekleri gösterilmek istenmiştir. Olgumuz 65 yaşında, 1.5 ay önce kafa travması geçirdikten sonra ensesinde yara gelişen bir erkek hastadır. Spinosellüler karsinom ön tanısıyla yapılan histopatolojik incelemede herhangi bir tümör alanı tespit edilememiştir. Ülser zemininden alınan sürüntünün bakteriyolojik kültüründe enterobakter üremiştir. Siprofloksazin ve gentamisin kombine tedavisi başlanan ve topikal antiseptik pansuman uygulanan hastada ülser 15 gün içinde tamamen gerilemiştir. Bu olgu, travma sonucu gelişen ülserin spinosellüler karsinoma klinik benzerliğinin ilginç olması ve ülserlerin doğru tedavisinde ayırıcı tanının öneminin vurgulanması amacıyla sunulmuştur.Item Aşil tendon ve yumuşak doku defektinin rekonstrüksyionunda serbest radial önkol flep transferi: Olgu sunumu(2005) Taçkın ÖZALP; Erhan COŞKUNOL; oğuz özdemirAsil tendon ve çevresi yumuşak doku defektlerinin tedavisi zorluk arzetmektedir. Sıklıkla bu defektlerin kapatılması iki aşamalı uygulamalar ile yapılmaktadır. Bu çalışmada bu bölge defekti tek aşamada kapatılan bir olgu sunulmaktadır. Ateşli silah yaralanması ortaya çıkan asil tendon ve çevre yumuşak dokularda oluşan geniş bir defekt serbest bir nöromüskülokutanöz radial önkol flebi ile kapatıldı. Olguda asil tendon defekti 15 cm., üstündeki yumuşak doku defekti 18 x 10 cm. büyüklûğündeydi. Tibialis posterior arterine terminolateral anostomoz yapıldı. Flebin lateral yanında antibiyoterapi ile tedavi edilebilen bir ılımlı yumuşak doku enfeksiyonu dışında komplikasyon saptanmadı. Fonksiyonel sonucun memnuniyet verici olduğu izlendi. Asil tendon ve çevresindeki yumuşak doku defektlerinin tek aşamalı olarak kapatılmasında nöromüskülokutanöz serbest önkol kompozit flebinin uygun bir teknik olduğu bulunmuştur.Item Kardiyopulmoner bypass uygulanan olgularda bronkoalveoler lavaj sıvısının pH değişimleri(2005) Erdem ÖZKISACIK; Ülkü BAYINDIR; Münevver YÜKSEL; Tahir YAĞDI; Suat BÜKET; Osman SARIBÜLBÜL; Sezai TAŞBAKAN; İlker ALATAkciğerlerde olan olayların en iyi göstergelerinden biri olması nedeniyle bronkoalveoler lavaj (BAL) yöntemi aracılığıyla, kardiyopulmoner “bypass”ın (KPB) akciğerlerde oluşturduğu komplikasyonların etiyolojisinde rol alanfaktörlerden pH değişimlerinin incelenmesi planlanmıştır. Koroner arter bypass cerrahisi (KABC) uygulanan 10 hastada toplam 40 adet BAL uygulanmıştır. Örneklemeler 1. preoperatif dönemde; 2. anestezi indüksiyonunun 1. saatinde; 3. KPB esnasında kros klempin 30. dakikasında; 4. KPB tamamlandıktan sonraki 20 saatte yapılmıştır. Hiçbir örnekte kalsiyum ve potasyum iyonu saptanmamıştır. Preoperatif ortalama BAL pH’si 6.361 (SS±3,55.10-2), diğer ölçümlerin sonuçları sırasıyla; 6.375 (SS±0.44), 6.567 (SS±0.165), 6.470 (SS±9,29.10-2) olarak saptanmıştır. İlk iki dönem arasında istatistiksel fark yoktur (p=0.241). 3. ve 4. dönemler arasında da istatistiksel bir fark yoktur (p=0.074). Bununla birlikte 2. ve 3. dönemler arasında anlamlı bir istatistiksel fark olduğu gözlemlenmiştir (p=0.005). Aynı şekilde ilk ve son dönem örneklerin karşılaştırılmasında da istatistiksel fark olduğu görülmüştür (p=0.007). Aspire edilen ortalama lavaj miktarları birinci dönem örnekler için %64, 2. dönem örneklemelerde %75, 3. dönem örneklemelerde %73.4 ve 4. dönem örneklemelerde %56 olarak bulunmuştur. Bu çalışmayla, açık kalp cerrahisinin bir gereği olan KPB’nin bronkoalveoler boşluğun ekosisteminin önemli bir bileşeni olan pH’yi değiştirdiği ve KPB’ye bağlı olarak artmış olan ve ayrıca BAL yapılmasını güçleştiren mukus sekresyonunun atelektazilerin gelişiminde önemi olduğu gösterilmiştir. Bronkoalveoler pH değişimlerinin, önceki yayınlarda da belirtildiği üzere sürfaktan gibi yapılar üzerinde rol oynaması olasılığı, bu çalışmanın yeni çalışmaları tetikleyen önemli bir yönü olacaktır.Item Soliter rektal ülser sendromlu bir olgu(2005) Yılmaz Dilek ÇİFTDOĞAN; Deniz AYDOĞAN; Erhun Kasırga; Muzaffer POLATSoliter rektal ülser sendromu (SRUS) çocuklarda nadir görülen, rektal kanama, tenesmus, ishal, kabızlık ve mukuslu dışkılama bulgularıyla karakterize bir hastalıktır. SRUS etyolojisi multifaktoriyeldir ve etiyolojide iskemi ve travmaönemli role sahiptir. Burada rektal kanama, değişmiş dışkılama alışkanlıkları ve karın ağrısı ile başvuran, kabızlığın olduğu dönemlerde sert fekalomların rektumdan parmakla çıkarıldığı öğrenilen onaltı yaşındaki erkek olgu sunulmuştur. Olguya endoskopik inceleme ile SRUS kesin tanısı konuldu. Bu olgu sunumu ile rektal kanama ve değişken dışkılama şekli yakınmaları olan olgularda mutlaka soliter rektal ülser sendromunun düşünülmesi gerektiği ve yineleyenyakınmaları olan olgularda SRUS'u tanımlamada endoskopik incelemenin önemi vurgulanmak istenilmiştir.Item Morbid obezite ve cerrahi tedavisi(2005) ASLAN SAKARYA; YILMAZ GÜLERObezite, erişkin nüfusun büyük bir kısmını ilgilendiren (toplam yetişkin nüfusun yaklaşık dörtte biri) ve özellikle çevresel faktörler ve yeme alışkanlıklarına bağlı olarak sıklığı giderek artmakta olan bir hastalıktır. Özellikle diyabet, kardiyovasküler hastalıklar ve hipertansiyon başta olmak üzere, obezitenin birçok sistemik komorbiditeye neden olduğu bilinmektedir. Çok çeşitli diyet ve egzersiz programları, kalorik kısıtlama ve medikal tedavi yöntemleri tedavide uygulanmasına rağmen, özellikle morbid obezlerde tek başına bu yöntemler başarısızlıkla sonuçlanmakta ve büyük mali harcamalara neden olmaktadır. Cerrahi tedavi uygulanan morbid obezlerde belli bir süre kilo redüksiyonu sağlanmasına rağmen, yöntem farketmeksizin, cerrahi tedavi sonrası kalorik kısıtlama ve egzersiz programlarını düzenli olarak gerçekleştirmeyen hastaların, belli süreler içinde tekrar eski kilolarına döndükleri görülmüştür. Bu nedenle, cerrahi tedavi yöntemlerinin spesifik komplikasyonlarının azaltılması dışında, kilo verilmesi yönünden başarılı olabilmesi multidisipliner bir yaklaşım gerektirir. Uygulanacak cerrahi yöntem içinse hastanın diyet alışkanlıkları ve mevcut komorbid hastalıkları göz önünde bulundurularak seçim yapılmalı ve genel olarak komplikasyon oranları daha düşük olan laparoskopik yöntemler ilk tercihler olmalıdır.Item CHARGE birlikteliği: Olgu sunumu(2005) ABDÜLKADIR GENÇ; Can Taneli; Tolga KÜÇÜKOĞLU; Erol MİR; Oğuz Alp ARSLAN; Aydın ŞENCAN; Cüneyt GÜNŞAR; Ömer YILMAZCHARGE birlikteliği, birbiri ile ilişkili doğumsal anomaliler kombinasyonudur ve bu anomalilerin baş harflerinden oluşmaktadır. 5 yaşında erkek olgu kliniğimize hipospadias nedeniyle başvurmuştur. Olgunun yapılan fizik muayenesinde ağırlık 10-25 persantil, boy 10-25 persantildir. Olguda sol kulakta protrüzyon; koronal hipospadias ve ventral kordi; her iki gözde iris kolobomu, koroid kolobomu, lens kolobomu ve mikroftalmi bulunmaktadır. Gelişim ince devinsel alanda 3,5 yaş; dil ve kaba devinsel alanda 4 yaş olarak saptanmıştır. Olguya Snodgrass yöntemi ile hipospadias onarımı ve kordi düzeltilmesi yapıldı. Olguda CHARGE birlikteliği tanısı yedi ana bileşenin en az dördünün varlığı ile konulmuştur. Çocukluk çağı anomalileri ve çocuk cerrahisi hastalıkları içinde ender görülen bir anomali olması nedeniyle olgu sunulmuştur.Item Konservatif tedaviye dirençli lateral epikondilitte ekstansör gevşetme ve kortikal dirillemenin sonuçları(2005) Güvenir OKCU; Hüseyin S. YERCAN; Uğur ÖZİÇ; Aziz VATANSEVERAmaç: Konservatif tedaviye yanıt vermeyen dirsek lateral epikondilitinde açık cerrahi teknikle uygulanan ekstansör tenotomi ve kortikal dirillemenin sonuçları değerlendirildi.Hastalar ve yöntemler: Çalışmaya, en az 12 ay süreyle uygulanan konservatif tedaviye yanıt alınamadığı için açık cerrahi teknikle tedavi edilen 16 hastanın (14 kadın, 2 erkek; ort. yaş 43; dağılım 30-55) 17 dirseği alındı. Cerrahi öncesi yakınmaların süresi ortalama 13 aydı (dağılım 12-16 ay). Tüm olgularda açık cerrahi teknikle lateral epikondil distalinden ekstansör tenotomiden sonra epikondile 2-3 adet dirilleme yapıldı. Ameliyat sonrasında immobilizasyon uygulanmadı. Tedavi sonuçlarının değerlendirilmesinde ameliyat öncesi ve sonrası ağrı şiddetinin karşılaştırılması ve Verhaar ve ark.nın fonksiyonel değerlendirme ölçütlerinin modifikasyonu kullanıldı. İzlem süresi ortalama 26 ay (dağılım 13-54 ay) idi.Bulgular: Ameliyat öncesinde 88.5 olan ağrı şiddeti ortalaması son kontrolde anlamlı derecede düşük (ort. 14.2) bulundu (p<0.05). Ağrı şiddetinin en az %50 azalması ortalama dokuzuncu haftada gerçekleşti (dağılım 6-20 hafta). Modifiye Verhaar ölçütlerine göre 12 olguda (%75) çok iyi, iki olguda iyi (%12.5), iki olguda kötü sonuç alındı. Kötü sonuç alınan iki olguda, eşlik eden radial tünel sendromunun gözden kaçırıldığı saptandı. Komplikasyon olarak bir olguda seroma gelişti.Sonuç: Yüksek başarı oranı ve düşük komplikasyon oranı, klasik açık cerrahi teknikle yapılan ekstansör tenotomi ve kortikal dirillemenin lateral epikondilit tedavisinde etkili olduğunu göstermektedir.Item Mitral kapak cerrahisinde transseptal ve konvasiyonel yaklaşımların QT-dispersiyonu açısından karşılaştırılması(2005) Osman SARIBÜLBÜL; Tahir YAĞDI; Mustafa ÖZBARAN; AHMET İHSAN İŞKESEN; MUSTAFA CERRAHOGLU; Çağatay ENGİNAmaç: Mitral kapak cerrahisinde yeterli cerrahi görüş sağlanamadığı durumlarda transseptal yaklaşım bir alternatif olarak kullanılmaktadır. Alternatif yaklaşımlarda postoperatif aritmilerin ortaya çıkabileceği düşüncesi, bu yöntemlerin tercih edilmemesine ve yeni arayışlara sebep olmuştur. Materyal ve Metod: Elektrokardiyografide QT intervallerinin değişkenliği aritmilerin oluşması yönünden öncü bir belirtidir. Transseptal ve konvansiyonel sol atriyotomi yaklaşımı kullandığımız iki grupta QT interval değişikliklerini karşılaştırdık. Transseptal ve konvansiyonel grup sırası ile 16 ve 19 hastadan oluşuyordu. Çalışmaya sadece sinus ritminde olan hastalar dahil edilmiş ve daha önce antiaritmik kullanan hastalar çalışmaya alınmadı. Elektrokardiyografideki QT süreleri Bazett formülü ile değiştirildikten sonra düzeltilmiş QT dispersiyonu (QTcd) her hasta için ayrı ayrı hesaplandı.Bulgular: Hastaların postoperatif ilk günde QT sürelerinde artış olduğu, fakat bu sürelerin postoperatif altıncı günde preoperatif değerlere geri döndüğü tespit edildi. İki grup arasında atriyal ve ventriküler aritmi, antiaritmik kullanımı, ritm değişiklikleri yönünden anlamlı farklılık bulunmadı.Sonuç: Yaptığımız çalışmada özellikle mitral kapak cerrahisinde yeterli görüş sağlanamayan durumlarda kullanılan bir yöntem olan transseptal yaklaşım ile konvansiyonel sol atriyotomi yapılan hastalarda düzeltilmiş QT dispersiyonu değerleri arasında bir fark ortaya çıkmamıştır.Item Tam subtalar gevşetme uygulanan doğuştan çarpık ayaklarda tarsal kemiklerin yapısal değişiklikler açısından incelenmesi(2005) Aziz VATANSEVER; Hüseyin ŞENTÜRK; Önder Kalenderer; Haluk Agus; Serkan ÖZLÜKAmaç: Tek taraflı doğuştan çarpık ayak (DÇA) nedeniyle tam subtalar gevşetme ameliyatıyla başarılı sonuç alınan olguların orta dönem izleminde tarsal kemik değişiklikleri bilgisayarlı tomografi (BT) ile değerlendirildi. Hastalar ve yöntemler: Çalışmaya 1990-1995 tarihleri arasında tek taraflı DÇA nedeniyle tam subtalar gevşetme uygulanan dokuz hasta (5 erkek, 4 kız; ort. yaş 12; dağılım 9-14) alındı. Tüm olgularda iyileşme Simons kriterlerine göre iyi derecedeydi. Ortalama 10.5 yıl (dağılım 8-13 yıl) olan izlemden sonra olguların normal ve ameliyatlı ayakları düz grafilerle ve standart ve üç boyutlu BT ile incelendi. Bu görüntülerde tarsal kemik değişiklikleri niceliksel ve niteliksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Aksiyel BT kesitlerinde sekiz olguda naviküler kemikte dorsala subluksasyon, yedi olguda naviküler kemikte kamalaşma, dört olguda talus başında düzleşme, üç olguda naviküler kemiğin lateral kısmında yassılaşma, iki olguda talonaviküler eklem aralığında azalma, iki olguda talonaviküler temas alanında azalma görüldü. Sağlam tarafta talus hacmi ortalama 29.3 mm3 ve naviküler kemik hacmi 8.5 mm3 iken ameliyatlı ayaklarda bu değerler sırasıyla 24.0 mm3 (p=0.008) ve 7.0 mm3 (p=0.01) bulundu. Sonuç: Doğuştan çarpık ayak nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan ve klinik ve fonksiyonel olarak normale yakın sonuçlar elde edilen ayaklarda bile tarsal kemiklerde yapısal değişiklikler ortaya çıkmaktadır. Bu değişimlerin daha uzun dönemde klinik bulguları nasıl etkileyeceğinin araştırılması gerekir.Item Pediatrist gözüyle: Testis torsiyonu(2005) Ayten EGEMEN; Yılmaz Ö. İKİZOĞLUTestis torsiyonu spermatik kordun dönerek Skrotum içindeki testis ve ona komşu dokulara giden kan akımını engellemesidir. Tanı ve tedavi sürecinde geçen zamanın doğrudan testisin yaşama şansını etkilediği testis torsiyonu pediatri ve cerrahinin ortak acilidir. Testisin spermatik kord üzerinde serbest hareket ettiği durumlarda ortaya çıkan torsiyon venöz oklüzyon, dilatasyon ve arteriyel iskemi sonucu testis infarktüsüne neden olmaktadır. 25 yaş altı erkeklerde 1/4000 oranında saptanan bu durum en sık 1-18 yaş arasında ortaya çıkmakta olduğundan akut skrotal ağrı ile başvuran tüm erkek çocuklarda hatırlanmalıdır. Anamnez ve fizik inceleme ayırıcı tanıyı sağlayabildiğinden laboratuvar incelemeleri ile zaman kaybedilmemesi uygundur. Başarılı sonuçta klinisyenin rolü büyüktür. Gerektiğinde tanıda hem Nükleer Tıp yöntemleri hem de Doppler USG yardimcidir. Tedavisi manuel ve/veya cerrahi detorsiyondurItem Management of shotgun induced open fractures of the humerus with Ilizarov external fixator(2005) Kemal Aktuglu; Güvenir OKCUAMAÇ Av tüfeği yaralanmaları sonucunda oluşan açık humerus kırıklarının tedavisinde Ilizarov eksternal fiksatörünün klinik etkinliğini kırık iyileşmesi ve özellikle nörovasküler sekeller açısından araştırmak. GEREÇ VE YÖNTEM Açık humerus kırığı nedeni ile acil olarak debridman, irigasyon ve ardından Ilizarov eksternal fiksatörü ile kemik tespiti yapılan 11 olgu çalışma grubunu oluşturdu. Hiçbir hastada damar- sinir yaralanması oluşmamıştı. BULGULAR Av tüfeği yaralanmaları sonucu açık humerus kırıklar oluşmuş hastaların tümünde postoperatif 14 ila 44 hafta arasında komplet kemik kaynaması oluştuğu gözlemlendi (ortalama 21 hafta). Bir hastaya ikinci bir girişim yapılarak rod ve halkalar yeniden düzenlendi. İki hastada yumuşak doku sorunu rotasyonel fasyökütanöz flep kullanılarak çözüldü. Sekiz hastada postoperatif dönemde yüzeyel çivi dibi infeksiyonu gelişmesine karşın hiçbirinde derin enfeksiyon veya osteomyelit oluşmadı. Smith ve Cooney’in ileri sürdüğü kriterlere göre yapılan değerlendirmede toplam 10 hastada iyi ve çok iyi fonksiyonel sonuçlar elde edildiği gözlemlendi. SONUÇ Av tüfeği yaralanmaları sonucu açık humerus kırıkları Ilizarov fiksatörüyle tedavi ettiğimiz hastalardan elde ettiğimiz bulgular ve literatür bilgileri göz önüne alındığında ciddi yumuşak doku hasarının eşlik ettiği açık humerus kırıklarında Ilizarov eksternal fiksatörü ile fiksasyon tekniğinin herhangi bir nörovasküler hasara neden olmaksızın hastaların fonksiyonel bir ekstremiteye kavuşmasında etkili bir tedavi yöntemi olduğu sonucuna varılmıştır..Item Medial periorbital bölge ve burun yan duvarı tam kat defektlerinin \"medial tabanlı üst gözkapağı myokutan flebi\" ile rekonstrüksiyonu(2006) Sema ÖZDEN; Levent YOLERİ; Ahmet SEYHANMedial periorbital bölge ve burun yan duvarı ince cilt yapısı ve ciltaltında önemli anatomik yapılar barındırmasından dolayı rekonstrüksiyonu güç bölgelerdir. Genellikle glabellar, frontal, yanak ya da nasolabiyal bölgelerden çevrilen fleplerle onarım yapılır, ancak bu fleplerde renk ve doku uyumu iyi değildir, donör saha skarları yüzün orta bölgesinde belirgindir. Burun sırtından çevrilecek flepler ise geniş defektler için yetersiz kalır. Kliniğimizde medial periorbital bölge ve burun yan duvarında 1,5 - 3 cm boyutlu tam kat doku defekti bulunan 5 hastaya \"medial tabanlı üst gözkapağı flebi\" uygulandı. Primer kapatılabilecek flep genişliği saptanarak, flep lateralden mediale doğru orbikularis okuli kasıyla birlikte medialde yaklaşık 5 mm çaplı pedikül üzerinde kaldırıldı. Pedikül, defekt ile flep donör sahası arasında açılan kanal içine yerleştirildi. Donör saha üst gözkapağı blefaroplastisindeki gibi kapatıldı. Hastalar ortalama 13 ay takip edildi. Tüm flepler yaşadı. Fleplerin renk ve doku uyumları iyiydi. Donör saha morbiditesi olmadı. Hastalarda oluşan venöz konjesyon 10 gün içinde kendiliğinden geriledi. Medial tabanlı üst gözkapağı flebi, medial periorbital bölge ve burun yan duvarı orta boyutlu tam kat defektlerinin rekonstrüksiyonlarında uygulanabilecek alternatif bir fleptirItem Selim prostat büyümesinde yaşam kalitesi(2006) Kamil ÇAM; TALHA MÜEZZINOGLUSon yıllarda yaşam kalitesinin (YK) her alanda giderek artan bir ilgi gördüğü dikkate alınarak bu derlemede YK'nin selim prostat büyümesindeki (BPH) özellikle tedaviyi yönlendirmedeki rolünün ortaya konması amaçlanmıştır. Aslında BPH hastalarında genellikle tedavide hedef hastanın semptomları olmaktadır. Dolayısıyla hastanın YK'nin bu semptomlardan ne kadar etkilendiğinin bilinmesi en uygun tedavi seçiminde esas olmalıdır. Mevcut uygulamaların özellikle semptom skorlarının YK'yi ölçmediği de bilindiğinden, sadece bunlara dayanarak bir tedavi önerilmemelidir. Bu derlemede mevcut bilgi birikimi ve gelecekteki perspektifi ile BPH'da YK irdelenmiştir.Item Ardıl ekzotropya ve dissosiye vertikal deviasyonlu bir olguda alt oblik kası anterior transpozisyonu(2006) Huseyin Mayali; Bilge DEMİRAY; Ahmet Barış TOPRAK; CENAP GULERİnfantil ezotropya cerrahisinden sonra erken/geç ardıl ekzotropya, oluşabilecek komplikasyonlar arasında sayılmaktadır. Bu yazıda amaç, dissosiye vertikal deviasyonu ve infantil ezotropya cerrahisi sonrasında açığa çıkan ardıl ekzotropyası olan bir olguya yapılan alt oblik anterior transpozisyonu dış rektus geriletmesi ve iç rektus ilerletmesinin 6 ay sonraki sonuçları ile birlikte sunmaktır.Item Granülomatöz mastit: Cerrahi tedavi-rekürrens ilişkisi(2006) Teoman Coskun; Ali Rıza KANDİLOĞLU; Eray KARA; cihan göktan; YILMAZ GÜLERKliniğimizde granülomatöz mastit tanısı alan 5 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş ortalaması 36,8 (24-47) idi. Klinik olarak üç hasta, radyolojik olarak ise dört hasta malign kitle tanısı aldı. Tedavide, ilk ameliyatta üç hastaya eksizyonel biyopsi, bir hastaya abse drenajı+insizyonel biyopsi ve bir hastaya insizyonel biyopsi uygulandı. İki hastada nüks görüldü. İlk operasyonunda abse drenajı+insizyonel biyopsi yapılan bir hastada üç ay sonrasında aynı memede nüks görüldü ve ikinci operasyonda abse drenajı yapıldı. İkinci operasyondan 4 ay sonra aynı memede nüks görülen hastaya eksizyonel biyopsi uygulandı ve son 2 yıllık takibinde nüks görülmedi. İlk operasyonunda insizyonel biyopsi uygulanan hastada ise, yedi ay sonra aynı memede nüks görüldü ve eksizyonel biyopsi yapıldı. Bu operasyondan 11 ay sonra karşı memede nüks görülen hastaya malignite şüphesiyle insizyonel biyopsi uygulandı ve 3 ay sonrasında aynı memede nüks görüldü. Eksizyonel biyopsi sonrası hastanın 6 aylık takibinde nüks görülmedi.İdiyopatik granülomatöz mastitli hastaların preoperatif olarak genellikle abse ya da meme kanseri tanısı almaları nedeniyle yapılan abse drenajı ya da insizyonel biyopsi gibi sınırlı cerrahi girişimlerden sonra nüks riski yüksek görünmektedir. Bu nedenle granülomatöz mastit düşünülen yada nüks nedeniyle opere edilen hastalarda, lokal nüksü önlemek için geniş lokal eksizyon yapılmasının en uygun cerrahi yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz.Item Yoğun bakım ünitesinde obstetrik olgular(2006) İsmet TOPÇU; Gönül TEZCAN KELEŞ; Zeynep EKİCİ; Arzu KEFİ; Melek SAKARYAAmaç: Bu çalışmanın amacı Yoğun bakım ünitesine (YBÜ)'ne alınan obstetrik olguları retrospektif olarak değerlendirmek, YBÜ'ne kabul sıklığını, nedenlerini ve klinik sonuçlarını araştırmaktır.Gereç ve Yöntem: Yoğun bakım ünitesine (YBÜ) 1999-2005 yılları arasında gebe ve/veya postpartum dönemde yatırılan 18 obstetrik olgunun retrospektif demografik verileri, kabul nedenleri, yoğun bakımda yapılan girişimleri ve klinik sonuçları incelenerek değerlendirilmeye alındı.Bulgular: Obstetrik olguların YBÜ'ndeki sıklığı %2.7 olarak bulundu. 13 olgu (%72.2) diğer hastanelerden sevk edilmiştir. Yoğun bakım kullanma oranımız 421 doğumda 1'dir. 18 olgunun ortalama yaşı 27.4±5.4'tür. Yatış süreleri 4.6 gün ve APACHE II skoru orta değeri 7'dir. Yaşayan ile yaşamayan olgular arasında APACHE II skorları farklı bulundu (p<0.05). YBÜ'ne kabulün en sık nedenleri preeklampsi/eklampsiye bağlı hipertansiyon (%38.7) ve postpartum kanamaya bağlı hipovolemik şoktu (%27.8). Olguların 5^i mortalite ile sonuçlandı ve mortalite oranı % 27.7 olarak saptandı.Sonuç: Obstetrik olgular için YBÜ'ne gereksinim en sık obstetrik kanama ve kontrol edilemeyen hipertansiyon nedeniyle olmaktadır. Bu sorunların çözümlenmesi için geliştirilen stratejiler ve düzenli antenatal bakım maternal morbidite ve mortaliteyi belirgin derecede azaltacaktır.Item Travmalı çocuk hastalara çocuk cerrahisi kliniğinden bakış: Geriye yönelik 10 yıllık çalışma(2006) M. Sunay YAVUZ; S. Ender ÇUBUKÇU; M. Çağrı SAVAŞ; İ. Faruk ÖZGÜNER; B. İlker BÜYÜKYAVUZBüyük,çoğunluğu önlenebilir nitelik taşıyan travmalar, çocukluk döneminde önemli mortalite nedenlerindendir. Çocukluk çağında meydana gelen travmalar, çocukların kendilerine özgü anatomik, fizyolojik ve gelişimsel özellikleri nedeni ile erişkin travmalı olgulardan ayrılırlar. Çocuk olgular, yalnız erişkinlerden değil kendi içlerinde; cinsiyet ve yaş gurupları olarak da farklı travmalara maruz kalmaktadırlar. Mevsimsel olarak travma ve kız-erkek çocukların oranları da değişmektedir. Bu çalışmada, çocukluk çağı travma olguların farklı açıdan özelliklerini değerlendirerek literatüre katkıda bulunulması amaçlanmıştır. Travma sonucu kliniğimizde tedavisi yapılan 339 çocuk olgu retröspektif olarak değerlendirilmiş ve olgular; yaş, cinsiyet, travma şekli, travmanın meydana geldiği mevsim, taburculuk süreleri gibi parametrelere göre incelenmiştir. Travmanın türlerinin yaş, cinsiyet ve mevsimlerle ilişkisi araştırılmıştır. Olguların % 33'ü (n=112) kız, % 67'si (n=227) erkek olup kız/erkek oranı 0.49, yaş ortalamaları ise 7.04 ± 4.72 yıl olarak bulunmuştur. Olguların % 44.2'lik oran ile en yoğun olarak 2-7 yaş arasında yer aldığı görülmüştür. Travma türlerine bakıldığında, 113 (% 33.3) olgu ile araç içi trafik kazalarının ilk sırada yer aldığı, bunu 91 (% 26.8) olgu ile yüksekten düşme olgularının izlediği saptanmıştır. Mevsimsel dağılımda, travmanın en fazla yaz aylarında (% 44.8), en az ise kış aylarında (% 7.7) meydana geldiği görülmüştür. Dört olgu (% 1.2) eksitus olmuştur. Travmaların önlenmesi ve travmalı çocuk olguların sevk ve idaresinin en uygun şekilde yapılabilmesi için, özellikle erişkinlerden oldukça farklı özellikler gösteren çocukluk dönemi travmalarının özelliklerinin bilinmesi gerekmektedir.Item Z-plasti ile onarım yapılan konjenital orta hat servikal kleft olgusu(2007) ABDÜLKADIR GENÇ; Teoman ÖZCAN; Peyker DEMİRELİ; Ömer YILMAZ; Can TaneliKonjenital orta hat servikal kleft boyun ön kısmının nadir görülen gelişimsel bir bozukluğudur. Embryolojik gelişim teorilerinden en fazla kabul göreni distal branşiyal arkusların boyun orta hatta birleşmesindeki yetersizliktir. Lezyonun tedavi edilmemesi halinde subkutan fibröz kordun giderek kalınlaşması ile boyunda kontraktür meydana gelir. Bu nedenle bütünüyle eksize edilmesi gereklidir. Z-plasti ile onarılan orta hat servikal kleft olgusu nadir görülmesi nedeniyle sunulmuştur.3 günlük erkek olgu doğumunda boyundaki lezyon nedeniyle götürdükleri hastanede tiroglossal sinüs tanısı konularak operasyon önerilmiş. Polikliniğimize getirilen olgunun fizik muayenesinde boyun ön kısmı orta hatta düz bir yapıda atrofik pembe renkli epitelyum ile kaplı kleft görüldü. Lezyon, olgu 3 aylıkken intratrakeal genel anestezi altında eliptik olarak bütünüyle eksize edildi. Z plasti ile vertikal olarak kapatıldı.Konjenital orta hat servikal klefti nadir görüldüğü için tanı zorluğu yaşanmaktadır. Tanı ve tedavide hızlı davranmak daha sonra gelişebilecek boyun kontraktürünü engellemektedir.Item Rapunzel sendromu: Olgu sunumu(2007) ABDÜLKADIR GENÇ; Şahika DİLŞEN; Can Taneli; E. Oryal TAŞKIN; Ömer YILMAZ; Erhun KasırgaBezoarlar nadir olarak görülmekte ve sıklıkla psikiyatrik bozukluklara eşlik etmektedir. Rapunzel Sendromu gastrik trikobezoarın nadir bir formu olup, bezoarın kuyruk şeklinde uzantısının duodenuma geçmesi ile oluşmaktadır. 12 yaşında kız olgu 4 aydır karında sertlik yakınması ile başvurdu. Bir yıl kadar önce alopesi areata nedeniyle tedavi gördüğü bildirildi. Epigastriumda yaklaşık 20 cm. çapında sert ve hareketli kitle palpe edildi. Cerrahi eksplorasyonda midenin son derece büyük ve sert olduğu görülmüştür. Gastrotomi insizyonu yapılarak mideyi dolduran bezoar kitlesi çıkarılmıştır. Psikiyatri kliniği ile konsülte edilen olguya major depresif bozukluk tanısı konularak tedavi başlandı. Sonuç olarak alopesi nedeniyle başvuran çocuklarda trikofaji akla getirilmeli ve bu tür olgularda psikiyatrik destek sağlanmalıdır.