Repository logo
  • English
  • Català
  • Čeština
  • Deutsch
  • Español
  • Français
  • Gàidhlig
  • Italiano
  • Latviešu
  • Magyar
  • Nederlands
  • Polski
  • Português
  • Português do Brasil
  • Srpski (lat)
  • Suomi
  • Svenska
  • Türkçe
  • Tiếng Việt
  • Қазақ
  • বাংলা
  • हिंदी
  • Ελληνικά
  • Српски
  • Yкраї́нська
  • Log In
    Have you forgotten your password?
Repository logoRepository logo
  • Communities & Collections
  • All Contents
  • English
  • Català
  • Čeština
  • Deutsch
  • Español
  • Français
  • Gàidhlig
  • Italiano
  • Latviešu
  • Magyar
  • Nederlands
  • Polski
  • Português
  • Português do Brasil
  • Srpski (lat)
  • Suomi
  • Svenska
  • Türkçe
  • Tiếng Việt
  • Қазақ
  • বাংলা
  • हिंदी
  • Ελληνικά
  • Српски
  • Yкраї́нська
  • Log In
    Have you forgotten your password?
  1. Home
  2. Browse by Subject

Browsing by Subject "Dermatoloji"

Now showing 1 - 20 of 32
Results Per Page
Sort Options
  • No Thumbnail Available
    Item
    Spinosellüler karsinomu taklit eden skalp yerleşimli bir travmatik ülser
    (2005) Türel Aylin ERMERTCAN; Serap ÖZTÜRKCAN; Muzaffer Turhan ŞAHİN; Peyker TÜRKDOĞAN
    Burada, ülserlerin dolaşım yetmezliği, basınç, granülomların dejenerasyonu, malign tümörler ve lokal enjeksiyon sonucu gelişebildikleri gibi, derinin maruz kaldığı ekzojen travmalar sonucu da ortaya çıkabilecekleri gösterilmek istenmiştir. Olgumuz 65 yaşında, 1.5 ay önce kafa travması geçirdikten sonra ensesinde yara gelişen bir erkek hastadır. Spinosellüler karsinom ön tanısıyla yapılan histopatolojik incelemede herhangi bir tümör alanı tespit edilememiştir. Ülser zemininden alınan sürüntünün bakteriyolojik kültüründe enterobakter üremiştir. Siprofloksazin ve gentamisin kombine tedavisi başlanan ve topikal antiseptik pansuman uygulanan hastada ülser 15 gün içinde tamamen gerilemiştir. Bu olgu, travma sonucu gelişen ülserin spinosellüler karsinoma klinik benzerliğinin ilginç olması ve ülserlerin doğru tedavisinde ayırıcı tanının öneminin vurgulanması amacıyla sunulmuştur.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Juvenile dermatomyositis resistant of steroids
    (2005) Tarkan İKİZOĞLU; Mine ÖZKOL; Selim SERTER; İpek AKİL; Yılmaz Özge İKİZOĞLU; Şenol Coşkun; Muzaffer POLAT
    -
  • No Thumbnail Available
    Item
    Herpes zoster nöritine bağlı gelişen omuz parezisi: Bir olgu sunumu
    (2005) Çiğdem TÜZÜN; Timur PIRILDAR; Canan TİKİZ; Hatice MAVİOĞLU
    Bu olgu sunumunda, herpes zoster (HZ) enfeksiyonu sonrası gelişen ve tek taraflı C5-6 innervasyonlu kaslarda güçsüzlük ile seyreden bir segmenter motor parezi (SMP) vakası sunulmuştur. Günlük yaşam aktivitelerinin belirgin derecede kısıtlandığı olguda elektrofizyolojik olarak üst brakiyel pleksus nöriti saptanmış ve uygulanan fizik tedavi programı ile kısa sürede nörolojik semptomlar ve elektrofizyolojik bulgularda düzelmeler kaydedilmiştir. Bu vakayı sunmaktaki amacımız, omuz patolojileri arasında HZ'e bağlı SMP'nin de akılda tutulması gereğini vurgulamak ve bu vaka nedeniyle mevcut literatürü gözden geçirmektir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Linkomisine bağlı Stevens Johnson sendromu: Olgu sunumu
    (2005) Papatya BAYRAK; NALAN GÜLSEN ÜNAL; Bülent KILIÇÇIOĞLU; Cengiz Kirmaz
    Stevens Johnson sendromu (SJS); Eritema Multiforme olarak adlandırılan deri ve mukozaları tutan eritemli, ödemli veya büllöz lezyonların görüldüğü enflamatuvar deri döküntüsünün oral mukoza, farinks, anogenital bölge ve konjonktivada büllerle seyreden ağır bir formudur. Mortalite %5 düzeyindedir. Antibiyotik kullanımı sonucu görülebilir; Linkomisin de SJS'a yol açabilen antibiyotiklerdendir. Burada üst solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle Linkomisin kullanımı sonrası, vücutta yaygın makülopapüler, anogenital bölge ve oral mukozada ise vezikülobüllöz döküntüleri olan, hematüri ve intrahepatik kolestaz bulguları saptanan \"Linkomisine bağlı Stevens Johnson Sendromu\" tanılı 40 yaşında bayan hasta sunulmuştur. Literatür tarandığında Linkomisine bağlı SJS'nun çok nadir rapor edildiği görülmüştür.
  • No Thumbnail Available
    Item
    A non-erythematous and depressed panniculitic lesion in the gluteal region: Lupus profundus or subcutaneous dermatofibroma?
    (2006) Aylin ERMERTCAN; Mustafa Turhan ŞAHİN; Serap ÖZTÜRKCAN; Peyker DEMİRELİ
    -
  • No Thumbnail Available
    Item
    Enterokutan fistül açılımını takiben gelişen peristomal piyoderma gangrenozum
    (2006) Mustafa Turhan ŞAHİN; Türel Aylin ERMERTCAN; Serap ÖZTÜRKCAN; Peyken TÜRKDOĞAN; Yamac ERHAN
    Piyoderma gangrenozum (PG), en çok inflamatuvar barsak hastalığıyla olmak üzere, sıklıkla altta yatan sistemik hastalıklarla ilişkili olan nadir bir ülseratif deri hastalığıdır. Minör travma ve cerrahiden sonra da gelişebilmektedir. Abdominal cerrahiden sonra gelişebilen bu durumu anlatan çoğu makalede ostomi açılmasını takiben izlendiği bildirilmektedir. Peristomal piyoderma gangrenosum (PPG), inflamatuvar barsak hastalığı olan hastalarda neredeyse hiç izlenmeyen ve sıklıkla yanlış tanı konulan, daha nadir bir PG varyantıdır. Bu makalede, geçirmiş olduğu enterokutan fistül operasyon yerinde tedaviye dirençli bir PPG gelişen, 62 yaşında bir bayan hasta sunmaktayız. PPG'nin nekrotizan yumuşak doku enfensiyonunu taklit edebilmesi nedeniyle, hasta, sonunda herhangi bir düzelme olmayan, çok sayıda gereksiz cerrahi girişime maruz kalabilmektedir. Bu nadir durumun daha da alevlenmesine yol açan bir cerrahi girişimden sakınmak için, ayırt edici klinik özellikler ve bunu destekleyen histolojik tabloya dayanan bir doğru tanıya gereksinim vardır.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Granülomatöz mastit: Cerrahi tedavi-rekürrens ilişkisi
    (2006) Teoman Coskun; Ali Rıza KANDİLOĞLU; Eray KARA; cihan göktan; YILMAZ GÜLER
    Kliniğimizde granülomatöz mastit tanısı alan 5 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş ortalaması 36,8 (24-47) idi. Klinik olarak üç hasta, radyolojik olarak ise dört hasta malign kitle tanısı aldı. Tedavide, ilk ameliyatta üç hastaya eksizyonel biyopsi, bir hastaya abse drenajı+insizyonel biyopsi ve bir hastaya insizyonel biyopsi uygulandı. İki hastada nüks görüldü. İlk operasyonunda abse drenajı+insizyonel biyopsi yapılan bir hastada üç ay sonrasında aynı memede nüks görüldü ve ikinci operasyonda abse drenajı yapıldı. İkinci operasyondan 4 ay sonra aynı memede nüks görülen hastaya eksizyonel biyopsi uygulandı ve son 2 yıllık takibinde nüks görülmedi. İlk operasyonunda insizyonel biyopsi uygulanan hastada ise, yedi ay sonra aynı memede nüks görüldü ve eksizyonel biyopsi yapıldı. Bu operasyondan 11 ay sonra karşı memede nüks görülen hastaya malignite şüphesiyle insizyonel biyopsi uygulandı ve 3 ay sonrasında aynı memede nüks görüldü. Eksizyonel biyopsi sonrası hastanın 6 aylık takibinde nüks görülmedi.İdiyopatik granülomatöz mastitli hastaların preoperatif olarak genellikle abse ya da meme kanseri tanısı almaları nedeniyle yapılan abse drenajı ya da insizyonel biyopsi gibi sınırlı cerrahi girişimlerden sonra nüks riski yüksek görünmektedir. Bu nedenle granülomatöz mastit düşünülen yada nüks nedeniyle opere edilen hastalarda, lokal nüksü önlemek için geniş lokal eksizyon yapılmasının en uygun cerrahi yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Meme karsinomunu taklit eden desmoid tümör
    (2007) Kaya YAVUZ; Peyker DEMİRELİ; Şebnem ÖRGÜÇ; OVALI YILMAZ GÜLGÜN; cihan göktan
    44 yaşındaki kadın hastada meme kanserini taklit eden aksiller yerleşimli agresif fibromatosis tipik radyolojik ve histopatolojik özellikleri nedeni ile sunuldu. Desmoid tümör kesin tanının çoğu kez histopatolojik olarak konabildiği nadir görülen benign bir süreçtir. Meme kanserinin ayırıcı tanısında lokal agresif benign tümörler de düşünülmelidir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Lameller iktiyoz: Olgu sunumu
    (2009) Gülsüm GENÇOĞLAN; Tuba Çelebi KAYHAN; Işıl İnanır; Peyker Temiz; KAMER GUNDUZ
    Giriş: İktiyoziform dermatozlar deri yüzeyinde aşırı skuam birikimiyle karakterize bir grup kalıtsal hastalıktır. Lameller iktiyoz otozomal resesif olarak aktarılan bir iktiyoz türüdür. Doğumla birlikte başlayan hastalık zamanla klinik olarak daha belirgin hale gelir ve tüm deri yüzeyini kaplayan gri-kahverengi skuamlar gözlenir. Ektropiyon, palmoplantar hiperkeratoz, skatrisyel alopesi ve hipohidroz diğer eşlik eden bulgulardır. Topikal olarak nemlendiriciler, salisilik veya glikolik asit içeren keratolitikler kullanılır. Sistemik asitretin kullanımı ile semptomlar büyük ölçüde düzeltilebilir. Olgu Sunumu: Lameller iktiyoz tanılı 5 yaşında kız olgu sunulmaktadır. Kollodyon membran içinde doğan hastada derideki skuamların yanı sıra ektropiyon, kulaklarda ve tırnaklarda deformiteler mevcuttu. Günde 10 mg asitretin ile oldukça iyi klinik düzelme elde edildi. Tartışma: Lameller iktiyoz şiddetli bir iktiyoz formudur, topikal kullanılan ilaçlar yetersiz kalabilir. Sistemik asitretin tedavisi semptomları büyük ölçüde düzeltebilir ancak uzun dönem kullanımda gelişebilecek yan etkiler kullanımı kısıtlamaktadır.
  • No Thumbnail Available
    Item
    What is the ımportance of Demodex folliculorum in Behçet's disease?
    (2009) Yelda KARINCAOĞLU; Özlem Makbule AYCAN; Nilgün DALDAL; Metin ATAMBAY; Şemsettin BİLAK; Sinan Emre
    Demodex folliculorum, insan pilosebase bezlerinin zorunlu bir parazitidir ve sıklıkla immun sistem yetmezliği bulunan kişilerde tespit edilmektedir. Bu çalışmanın amacı, Demodex folliculorum sıklığını Behçet hastalığı bulunan hastalarda araştırmaktır. Çalışmaya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz hastalıkları Anabilim dalında takipleri yapılan ve Dermatoloji Anabilim dalınca refere edilen 40 Behçet hastası dahil edilmişlerdir. Refraksiyon problemleri dışında sistemik ve oküler herhangi bir hastalığı olmayan 131 hasta ile kontrol grubu oluşturulmuştur. Parazit tespiti için, her bir alt kapaktan üçer adet kirpik epile edilmiştir. Ayrıca hastaların yanak yüzlerinde parazit tespiti için standart cilt yüzey biyopsisi (SCYB) uygulanmıştır. Epile edilen kirpikler ve cilt testleri Hoyer solusyonu uygulanarak, x100 büyütmeli ışık mikroskobunda incelenmişlerdir. Çalışma grubu 15 bayan, 25 erkek Behçet hastasından, kontrol grubu 61 bayan, 70 erkek hastadan oluşmaktaydı. Grupların ortalama yaşları sırasıyla 37.62 ve 38.38 idi. Behçet hastalarında kirpik diplerinde Demodex folliculorum sıklığı % 65, kontrol grubunda % 10'du. Cilt SCYB sonuçlarına göre Demodex folliculorum sıklığı Behçet hastalarında % 7.5, kontrol grubunda % 10'du. İstatistiksel analiz, kirpik dipleri için farkın anlamlı olduğunu (p<0.05) ancak yanak yüzeyleri için anlamlı olmadığını ortaya koymuştur. Behçet hastalarında Demodex folliculorum sıklığının araştırılması, şikayetleri olmasa bile bu hastalarda oküler yüzey ve gözkapağı problemlerinin tedavisinde faydalı olabilir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Amoksisilin-klavulanata bağlı akut yaygın ekzantematöz püstüloz
    (2010) Serkan ÖZEN; Ayhan SÖĞÜT; Şule Yıldırım; Özge YILMAZ; Peyker Temiz; Hasan Yüksel
    Akut yaygın ekzantematöz püstüloz akut başlangıçlı püstüler döküntü ile belirgin nadir görülen bir hastalıktır. Amoksisilin-klavulanat kullanımı sonrası gelişen bir akut yaygın ekzantematöz püstüloz olgusu sunulmaktadır. Hasta ilaç kullanımı sonrasında püstüler, kaşıntılı döküntüler ile başvurdu ve tanısı patolojik bulgularla doğrulandı. Çeşitli klinik görünümlere yol açan bu durum, püstüler dermatozların ayırıcı tanısında mutlaka düşünülmelidir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Gastric metastasis of merkel cell carcinoma: Case report
    (2010) Lerzan ADUGÜZEL; semin ayhan; Eray KARA; Peyker Temiz; Güvenir OKCU
    Derinin Merkel hücreli karsinomu (MHK) agresif davranışlı, nadir bir tümördür. Merkel hücreli karsinomun lokal rekürrensleri, bölgesel lenf nodu ve uzak metastazları sık olmakla birlikte bildirilen üst gastrointestinal metastaz oldukça azdır. Yetmiş beş yaşındaki erkek hasta, sol bacağındaki MHK eksize edildikten sonra lokal radyoterapiye yönlendirilmiştir. Tümör eksizyonundan sonraki 5. ayda karında, 8. ayda toraks duvarında subkutan metastatik nodüller gelişmiştir. İlk operasyondan 10 ay sonra perfore duodenal ülser nedeniyle yapılan ikinci operasyon sırasında rastlantısal olarak midede, kardia duvarında farkedilen 2 cm çaplı, sarı-beyaz renkli, submukozal nodül eksize edilmiştir. Bu lezyon MHK'un mide metastazı tanısı almıştır. Hasta daha ileri bir tedaviyi reddetmiş ve başlangıçtaki tanıdan 17 ay sonra yaşamını yitirmiştir. MHK'un ayırıcı tanısı ile gastrointestinal MHK metastazlarının primer nöroendokrin tümörlerden ayrımı zorluk yaratabilir. Bu tür tanı sorunlarının çözümünde klinik bilgi, histopatolojik özellikler ve immunohistokimyasal çalışmalar oldukça önemlidir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Pitriyazis rotunda
    (2010) Işıl Kılınç KARAARSLAN; Günseli ÖZTÜRK; Ali Can KAZANDI; gulsum gencoglan
    Pitriyazis rotunda (PR), gövde ve ekstremitelerde yuvarlak-oval yamalarla karakterize nadir bir deri hastalığıdır. İnce skuamlı bu yamalar genellikle çevredeki deriden daha açık renkli, bazen de daha koyu renktedir. Beyaz ırkta oldukça nadir olan klinik tablo Japonlar, Güney Afrika ve Batı Hindistan zencilerinde daha sık gözlenmektedir. Akdeniz bölgesinde yoğun olarak Sardunya adasından olgular bildirilmiş olmakla birlikte Avrupa’da çok nadir görülmektedir. Burada ülkemizden tanı alan ilk iki olgu sunulmaktadır. On beş yaşında kız ve 4 yaşında erkek çocukta gövdenin tamamı ile ekstremitelerin proksimal kısımlarında iyi sınırlı, dairesel, pitriyazik skuamlı merkezi hipopigmente, periferi eritematöz plaklar mevcuttu. Hastaların deri foto tipi II idi. Histopatolojik incelemede granüler tabaka izlenmedi sadece orta derecede kompakt hiperkeratoz mevcuttu. Yalnız emolient kullanılan hastalarda lezyonlarda tam silinme sağlandı.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Primary squamous cell carcinoma of the breast: A case report and immunohistochemical features for differential diagnosis
    (2010) Ali Rıza KANDİLOĞLU; cihan göktan; Peyker Temiz; Teoman Coskun; Gülin ŞİMŞEK
    Sağ memesinde hızlı büyüyen kitle yakınmasıyla başvuran 68 yaşında postmenopozal kadın hastaya tru-cut biyopsisi, lezyonun infiltratif yapısı ve immunohistokimyasal olarak c-erbB-2 (HER2/neu) ve progesteron reseptör pozitifliğine dayanarak “invaziv duktal karsinom” tanısı kondu. Hasta dört kür kemoterapiye (adriyamisin ve siklofosfamid) kısmi yanıt verdi. Kemoterapi sonrası modifiye radikal mastektomi ve aksiller lenf nodu diseksiyonu (level III) uygulandı. Makroskopik olarak üst iç ve dış kadranda 5 cm çaplı, kirli beyaz, solid, düzensiz sınırlı, merkezi kısmı nekrotik ve hemorajik tümör saptandı. Mikroskopik olarak kötü diferansiye skuamöz hücreli karsinom (SCC) niteliğindeki tümör çevresinde skuamöz metaplazili intraduktal epitelial hiperplazi ve multipl küçük SCC odakları gözlendi. Tümör, kemoterapiye bağlı regresyonu yansıtan nekrotik, hemorajik ve fibrotik alanlar içermekte idi. Deri tutulumu izlenmedi. İmmunohistokimyasal olarak tümörde CK7, CK8, CK19, HMW-CK ve E-cadherin diffüz, CEA fokal pozitifti. Östrojen ve progesteron reseptörleri ve c-erbB-2 negatifti. Materyalden ayıklanan 20 lenf nodundan beşi metastatikti. Klinik olartak skuamöz hücreli karsinomun gelişebileceği diğer organlar tarandı ve başka bir yerde herhangi bir tümör görülmedi. Operasyon sonrası oral kemoterapi (kapesitabin) alan hasta, bir yıldır sağlıklı bir şekilde yaşamını sürdürmektedir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Medico-legal importance of nonsexually transmitted condyloma acuminatum in two children
    (2011) Tarık ULUÇAY; Yeşim TUYJİ; Mehmet Gökhan DİZDAR; Yıldıray ZEYFEOĞLU; MEHMET SUNAY YAVUZ; Mahmut AŞIRDİZER
    Giriş: Kondiloma aküminatanın etkeni insan papillomavirüsü (HPV) dür. Kondiloma aküminata erişkinlerde yaygın olarak cinsel yolla bulaşan hastalıklardan biridir. Çocuklarda görülmesi nadir olup, cinsel istismara eşlik edebilmektedir. Olgular: Bu makalede, cinsel istismarı kurbanı olarak adli muayene için gönderilmiş, kondiloma aküminatalı iki çocuk olgu sunulmuştur. Biz bu olguların her ikisinde cinsel istismarın adli-tıbbi kanıtlarının bulunmadığı sonucuna ulaştık. Olgularda cinsel yol dışındaki olası bulaşma yolları araştırıldı. Tartışma: Türk Ceza Kanunu’nun 280. maddesine göre, klinisyenler kondiloma aküminatalı tüm çocukları, şüpheli cinsel istismar olguları olarak yasal mercilere bildirmekle yükümlüdür. Bu genellikle bir sosyal probleme yol açmakta; çocukların babaları veya erkek kardeşleri yasal merciler ve aile bireyleri önünde şüpheli olarak istenmeyen davranışlara maruz kalmaktadırlar. Sonuç olarak, benzer olgularla karşılaşan doktorların, öncelikle olguları adli tıp bölümlerine danıştıktan sonra adli tıp uzmanının olayın çocuğun cinsel istismarı kararını takiben adli makamlara bildirmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Nazal rekonstrüksiyonda lokal nazal ve bölgesel flep uygulamalarımız
    (2011) Halis ÜNLÜ; ONUR ÇELİK; Zafer HIRÇIN; Görkem Eskiizmir
    Amaç: Bu çalışmada, nazal rekonstrüksiyon için lokal nazal ve bölgesel flep uygulanan hastalar değerlendirildi ve bu hastalardaki yaklaşımlarımız literatürdeki nazal rekonstrüksiyon algoritmaları ile karşılaştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Kasım 2007 - Aralık 2009 tarihleri arasında burun üzerinde deri kanseri eksizyonu nedeniyle lokal nazal veya bölgesel fleplerle nazal rekonstrüksiyon uygulanan 27 hasta (15 erkek, 12 kadın; ort. yaş: 68.7 yıl; dağılım 42-86 yıl) çalışmaya alındı. Bu hastaların demografik bilgileri (yaş, cinsiyet ve meslek), tümörün yerleşim yeri, tümörün histopatolojik tipi, alttipi ve boyutu, defekt alanının boyutu ve kalınlığı, rekonstrüksiyon tekniği ve komplikasyonları kaydedildi. Tüm hastalar ameliyat öncesi, sırası ve sonrasında fotoğraflarla belgelendi ve düzenli aralıklarla takibe alındı. Bulgular: Hastaların 23’ünde bazal hücreli karsinom, dördünde ise skuamöz hücreli karsinom saptandı. Tümörler en sık nazal dorsum (n=8, %29) ve yan duvarda (n=6, %22) yerleşimliydi. Tümör boyutu 14 hastada (%52) >15 mm idi. Nazal defekt boyutu ise 18 hastada (%66) >20 mm idi. Hastaların 10’una lokal nazal flep, 17’sine bölgesel flep ile rekonstrüksiyon uygulandı. Sonuç: Nazal rekonstrüksiyonda uygulanacak flepler hastaya özgü olarak özel seçilmelidir. Nazal rekonstrüksiyon için en uygun teknik, defektin yerleşimine, boyutuna ve kalınlığına, hastaların tercihlerine ve cerrahın deneyimine göre belirlenmelidir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Glutensiz Diyet Alan Çölyak Hastası Çocuklarda Serum Selenyum Düzeyleri
    (2012) Cevval UMMAN; FATMA TANELİ; Fatih ÜNAL; Erhan KASIRGA; Evren SEMİZEL; Çiğdem Ömür Ecevit; Seval ÖZDEMİR
    ÖZET Girifl: Çölyak hastalığı (ÇH) selenyum gibi besinlerin emilim bozukluğu ile sonuçlanan gluten bağımlı bir enteropatidir. ÇHnın yüksek malignite insidansı daha önceden bildirilmiştir. Selenyumun kansere karşı koruyucu bir rol oynadığı bilinmektedir. Bu çalışmada glutensiz diyet altındaki çocuklarda serum selenyum düzeyinin etkilenip etkilenmediğinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Serum selenyum düzeyleri ÇH olan 17 çocukta (ortalama yaş 5,64±3,30 yıl) ve aynı yaş ve cinsiyetteki 20 sağlıklı çocukta çalışıldı. ÇH tanısı ESPGHAN kriterlerine göre konuldu. Tüm hastalar klinik olarak iyiydi ve glutensiz diyeti 11,11±1,98 ay (ortalama±standart sapma) uygulamışlardı. Tüm hastalar diyete tamamen uyumlu idi. Selenyum konsantrasyonu periyodik olarak doğrulanmış atomik absorbsiyon spektrometresi (Perkin Elmer AAS 700 system) ile tespit edildi. Islak yakma işlemi tüm numuneler ve kontroller için kullanıldı. Bulgular: Serum selenyum düzeylerinin ÇH grubunda bir (%5,8), kontrol grubunda ise üç (%15) çocukta normal sınırların altında olduğu saptandı. Glutensiz diyet alım süresiyle serum selenyum düzeyleri arasında istatistiksel herhangi bir ilişki yoktu (p>0,05). Glutensiz diyet altındaki çölyaklı hastalarda (124,19±12,31 μg/L) serum selenyum düzeyleri kontrol grubunda yer alan sağlıklı çocuklardan (92,47±12,06 μg/L) farklı değildi (p>0,05). Sonuç: Çölyaklı çocuklarda normal serum selenyum düzeyleri hastaların glutensiz diyete tam uyumlu olmalarına ve günlük selenyum ihtiyacını karşılayacak şekilde dengeli beslenmelerine bağlı olabilir. (Gün cel Pe diat ri 2012; 10: 55-8)
  • No Thumbnail Available
    Item
    Contribution of kinetic characteristics of axillary lymph nodes to the diagnosis in breast magnetic resonance imaging
    (2012) Şebnem ÖNGÜÇ; gökhan pekindil; Işıl BAŞARA AKIN; Teoman Coskun
    Amaç: Çalışmamızda insan fetuslarında Oddi sfinkteri’nin fetal dönem boyunca morfometrik gelişiminin araştırılması amaçlandı. Materyal ve Metod: Çalışmaya, yaşları 14–40 gebelik haftası yaşı arasında değişen ve eksternal patolojisi veya anomalisi olmayan, toplam 113 adet insan fetusu (67 erkek, 46 kız) dahil edildi. Fetusların genel eksternal ölçümleri yapıldıktan sonra abdomen diseksiyonu ile duodenum, pankreas ve Oddi sfinkteri’nin lokalizasyonu belirlendi. Duodenum iç duvarında Oddi sfinkterinin yerleşim yerinden mikroskobik inceleme için histolojik doku örnekleri alındı. Işık mikroskobisinde; her bir fetusta Oddi sfinkterini oluşturan ductus koledocus ve ductus pankreatikus’tan total dış çap, lümen çapı, kanalların total duvar kalınlığı ve kanallar arası mesafe parametreleri ölçüldü. Her bir hafta ve trimester için ölçümlerin standart sapmaları hesaplandı. Bulgular: Ölçülen parametrelerden ductus koledocus duvar kalınlığı hariç diğer parametreler ile gestasyonel yaş arasında anlamlı korelasyon ilişkisi vardı (p<0.001). Koledok duvar kalınlığı fetal dönemin ilk yarısında artarken, ikinci yarısında koledok lümeninin genişlemesinden dolayı miada doğru giderek azalıyordu. Cinsler arasında parametreler yönünden fark bulunamadı (p>0.05). Sonuç: Çalışmamızda elde edilen verilerin, fetal dönemde, intrauterin olgularda Oddi sfinkter bölgesinin gelişiminin değerlendirilmesine katkıda bulunacağını düşünmekteyiz.
  • No Thumbnail Available
    Item
    A New Approach for Determining the Spatial Risk Levels for Visceral and Cutaneous Leishmaniasis related with the Distribution of Vector Species in Western Part of Turkey using Geographical Information Systems and Remote Sensing
    (2012) Hatice ERTABAKLA; M. Kirami Ölgen; İbrahim Cüneyt BALCIOĞLU; Seray TÖZ ÖZENSOY; M. Ziya ALKAN; YUSUF OZBEL; Fatih Mehmet ŞİMŞEK; Samiye Demir
    Leishmaniasis Türkiye'de visseral ve kutanöz olmak üzere iki klinik formda görülmekte ve bütün ülkeye yayılma eğilimi göstermektedir. Bu çalışmanın amacı, Türkiye'nin batısında seçilmiş bir çalışma alanındaki verileri kullanarak mekansal risk düzeylerini saptamak için yeni bir model geliştirmektir. Bu leishmaniasis odağındaki entomolojik çalışmalarda visseral leishmaniasis için şüpheli vektörler olan Phlebotomus (Larroussius) neglectus ve P. (Larroussius) tobbi, kutanöz leishmaniasis şüpheli vektör olan P. (Paraphlebotomus) similis'in varlığı ortaya konulmuştur. Yeni risk modeli, bu üç türün dağılımları ile ilişkili olarak yükselti, bakı, Normalize Edilmiş Vejetasyon Indeksi (NDVI), Zenginleştirilmiş Vejetasyon Indeksi (EVI), Yüzey sıcaklığı (LST) gibi coğrafi değişkenlerin tek ve çok değişkenli binary logistik regresyon analizlerinden elde edilen değerler esas alınarak geliştirilmiştir. Yeni modelin sonuçları, leishmaniasis risk düzeylerinin tanımlanmasına izin verecek coğrafi teknolojiler kullanarak şüpheli vektör türlerin potansiyel dağılım alanlarını belirleyip risk haritaları üretmek için kullanılmıştır. Bu haritaların da hastalıkla ilişkili kontrol programlarına rehberlik yapacak faydalı bilgiler sağladığı düşünülmektedir
  • No Thumbnail Available
    Item
    The in vitro Effects of Azithromycin and Clarithromycin on Promastigotes and Amastigotes of Leishmania tropica
    (2012) Z. Ülgen OK; İbrahim Cüneyt BALCIOĞLU; Nogay GİRGİNKARDEŞLER; YUSUF OZBEL; Ahmet Ozbilgin
    Leishmania (L.) tropica, Türkiye'de dahil olmak üzere Eski Dünya'da kutanöz leishmaniasisden (KL) sorumlu en önemli türdür. KL tedavisinde intralezyoner ve intramuskuler yoldan beş değerlikli antimon bileşikleri yaygın olarak kullanılmaktadır, fakat bu ajanlara karşı artan direnç alternatif ilaçların geliştirilmesini gerekli kılmaktadır. Bu çalışmada, makrolid grubundan iki antibiyotik olan azitromisin ve klaritromisinin L. topica'nın RPMI 1640 besiyerindeki promastigotlar ve makrofaj serisindeki amastigotlar üzerine olan antileishmanial aktiviteleri değerlendirilmiştir. Azitromisin ve klaritromisinin promastigotlar üzerindeki ED50 değerleri sırasıyla 5 µg/ml ve <5 µg/ml olarak, amastigotlar üzerindeki ED50 değerleri sırasıyla 50-75 µg/ml ve <3 µg/ml olarak bulunurken ED90 değerleri promastigotlar üzerinde 75 µg/ml ve 25 µg/ml olarak, amastigotlar üzerinde ise 100 µg/ml ve 10 µg/ml olarak bulunmuştur. Bu çalışmada, azitromisin ve klaritromisinin in vitro olarak L. tropica promastigot ve amastigotları üzerine etkili olduğu gösterilmiştir. Klaritromisin her iki parazit formunda da daha düşük dozlarda azitromisinden daha etkili olduğu belirlenmiştir. Bu ilaçların kullanım şekli ve dozajlarının belirlenmesi için hücre içi konsantrasyonlarının saptanması amacıyla in vivo çalışmaların planlanması gerektiği kanısına varılmıştır
  • «
  • 1 (current)
  • 2
  • »

Manisa Celal Bayar University copyright © 2002-2025 LYRASIS

  • Cookie settings
  • Privacy policy
  • End User Agreement
  • Send Feedback