Browsing by Subject "Felsefe"
Now showing 1 - 20 of 20
Results Per Page
Sort Options
Item Çevreyi korumada yeni bir kavram: Ekolojik ego(2006) Selim UZUNOĞLUİnsanın insanla ve tabiatla iliþkisi ego aracılığıyla kurulur. Sağlıklı ve karakterli ego iniası insan-insan ilişkilerinde önemli iken, ekolojik ego, insan-tabiat iliþkilerinin sağlıklı olmasında kritik bileşendir. Ekolojik ego, düşünce, duygu ve davranış boyutlarında doğaya zarar vermeyen, varlıklara saygı duyan stabil bir ego durumudur. Çevre problemleri, temelde ego ve çevre arasındaki sağlıksız ilişkilerden kaynaklanır. Egonun bireyi koruma eksenli tutum ve davranışları, çevre sağlığını birinci derecede etkilediğinden, ego ekolojisinin anlaşılması doğanın ekolojisini analiz etmek kadar önemlidir. Çevre bilimlerindeki araştırmaların birincil amacı, doğaya zarar verici insan tutkularının ve davranışlarının kontrol edilmesini hedeflemediğinden, çevrenin korunmasına çok az katkı yapmaktadır. Ekolojik farkındalık ve bilinçlilik düzeyi, ego farkındalığına bağlıdır. Egonun ekolojisini çözümlemeden ve ekolojik ego'lar inşa etmeden çevre problemlerini çözmek oldukça zordur. Düşünce-duygu ve davranışları içsel olarak düzenleyen egonun fonksiyonları, ekopsikolojinin etik değerleriyle (zarar vermemek, saygi duymak ve katkı yapmak) kontrol edilebildiğinde, çevreye zararlı tutum ve davranışların kontrol edilip yönetilebilmesi mümkün olacaktır.Item HEİSENBERG, NEDENSELLİK VE DETERMİNİZM(2007) Haşim Cem ÇELİKBilimsel çalışmalarda çeşitli yönleriyle zaten ele alınmış olan bu konubirçok yönden başka konularla karşılıklı etkileşimleri içinde, bütünsel olarakdeğerlendirilmelidir. Bu değerlendirme yapılırken dönemin sosyal ve siyasikoşulları da dikkate alınırsa, konuların anlaşılır hale gelebilme şansı artar. Doğabilimlerindeki devrimsel atılımlar bu sosyal psikolojik koşulları daha ileri birnoktaya taşıyabildiği gibi, geriye doğru bir sıçrama da yaşanabilir. Dönemiitibariyle Newton’un mekanik yasaları, aklın özgürleşmesi ve doğanınanlaşılmasında ileriye doğru itilim sağlayan devrimci bir işlev görmüştür.1900’lü yılların başında ortaya çıkan, doğanın daha bütünsel bir resmini sunankuantum mekaniği ise çıkışı itibariyle ciddi bir kafa karışıklığına yol açmış ve ogüne kadar elde edilen kavramsal kazanımları da geriye doğru sıçratan biranlayışın oluşmasına katkıda bulunmuştur. Bu makale bu geri sıçramayı eleştirelbir açıdan sorgulamakta ve aksini iddia ederek yeni gelişmelerle kuantummekaniksel bulgulamaların, doğayı anlayıp değiştirme ve dönüştürme noktasındaçok daha yetkin bir araç haline gelebileceği görüşünü savunmaktadır.Item Heisenberg, Nedensellik ve Determinizm(2007) Haşim Cem ÇELİKBilimsel çalışmalarda çeşitli yönleriyle zaten ele alınmış olan bu konu birçok yönden başka konularla karşılıklı etkileşimleri içinde, bütünsel olarak değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme yapılırken dönemin sosyal ve siyasi koşulları da dikkate alınırsa, konuların anlaşılır hale gelebilme şansı artar. Doğa bilimlerindeki devrimsel atılımlar bu sosyal psikolojik koşulları daha ileri bir noktaya taşıyabildiği gibi, geriye doğru bir sıçrama da yaşanabilir. Dönemi itibariyle Newton'un mekanik yasaları, aklın özgürleşmesi ve doğanın anlaşılmasında ileriye doğru itilim sağlayan devrimci bir işlev görmüştür. 1900'lü yılların başında ortaya çıkan, doğanın daha bütünsel bir resmini sunan kuantum mekaniği ise çıkışı itibariyle ciddi bir kafa karışıklığına yol açmış ve o güne kadar elde edilen kavramsal kazanımları da geriye doğru sıçratan bir anlayışın oluşmasına katkıda bulunmuştur. Bu makale bu geri sıçramayı eleştirel bir açıdan sorgulamakta ve aksini iddia ederek yeni gelişmelerle kuantum mekaniksel bulgulamaların, doğayı anlayıp değiştirme ve dönüştürme noktasında çok daha yetkin bir araç haline gelebileceği görüşünü savunmaktadır.Item Commonalities and differences between Max Weber and Michael Foucault on the theme of “rationalization of the body”(2010) Buğra ÖZERBu çalışmanın temel hedefi çağdaş Batı felsefesinin iki önemli ismi olan Max Weber’in ve Michael Foucault’nun eserlerinde geçen ‘bedenin ussallaşması’ temasını düşünürlerin algılayış benzerlikleri ve ayrıksamalarını göz önüne alarak kavramsalı yeniden değerlendirmektir. İki felsefeci de modernite süreçlerini şiddetli olarak eleştirirken, bedenin ussallaşması ve bedenin kimlik belirliliğine dair görüşleri ve açılımları ortak yönlerini temel kaynağını modernite projesine olan eleştirilerden kaynaklamışlardır. Bu bakımdan, çalışma bedenin ussallaşması olgusunun karmaşık bir süreç olduğunu ve bu sürecin gelişiminde bireyi belirleyen ve bedeni yeniden tanımlayan bir çok dinamiğin var olduğu olgusun altını çizmektedir.Item FELSEFÎ OTOBİYOGRAFİLER: F. NİETZSCHE'NİN ECCE HOMO'SU VE J. P. SARTRE'IN SÖZCÜKLER'İNDE BEN'İN İNŞASININ TARZLARI(2014) Mehmet BÜYÜKTUNCAYNietzschenin Ecce Homo ve Sartreın Sözcükler adlı otobiyografilerinin beni hangi ifade tarzları ile yapılandırdığı ve bu tarzların benin tamamlanmaktan kaçma halini estetik deneyim düzeyinde hangi ölçüde dışavurduğu bu çalışmanın konusudur. Bu filozofların otobiyografilerini filozofların kendi benliklerini inşa etme tarzlarının felsefelerine uyumu dâhilinde ele alarak irdelemek çalışmanın yöntemini oluşturacaktır. Metinsel benliğin yapılanış tarzlarını irdelemede izlenecek doğrultu hem metin içeriklerinin hem de metinlerin yapısal dinamiklerinin işbirliği içerisinde otobiyografik üslubu nasıl belirlediklerini anlamak yönünde olacaktır. Nietzsche kendi otoportresinde benini verili bir töz değil de belirlenmemiş bir oluş olarak görüp onu yaratmaya çalışmakla kendi öznelliğini varoluşçu bir tarzda yorumlamaktadır. Sartreın felsefesinde ise varoluş özü öncelediği için insandan donmuş ve oluşup bitmiş bir varlık gibi söz etmek mümkün değildir. Özgürlük ve varoluş sorumluluğu Nietzsche ve Sartreı kendini yaratırken aşmaya itmektedir. Bu bağlamda, bu filozofların otobiyografilerinde varoluşsal benlik ile metinsel benlik arasındaki koşutluğun sağlanma biçimleri ortaya konmalıdır. Kendini var etme çabası olarak otobiyografik deneyim otopoietik bir edimdir.Item MODERNİTENİN MİRASI VE KRİZİ OLARAK DEMOKRASİ VE ÖTESİ(2014) MURAT SATICIDemokrasi, meşruiyet, evrensellik, uzlaşım ve birlikte yaşam gibi modern idelere dair tartışmalar uzun bir tarihe ve pek çok varyanta sahiptirler. Modernitenin bu zengin mirasının eleştirel varisleri olarak son yirmi otuz yılda görünüşe çıkan müzakereci demokrasi ve radikal demokrasi, çağdaş politika teorisinde heyecan verici bir gelişmeyi temsil ederler. Bu çalışma bir arada ve barışçıl biçimde nasıl yaşarız?sorusu tarafından çizilmiş olan modern ve çağdaş demokrasi tartışmalarının rotasını ele alacaktır. Aslında bunu, Kantın pratik felsefesine dayanan aleniyet, kamusallık, rasyonalite ve evrensellik gibi modern liberal düşüncenin kavramsallaştırmalarına odaklanarak ve onun Habermas gibi önemli bir çağdaş müzakereci demokrasi teorisyeninin o kavramlara katkılarını araştırarak gerçekleştirmeye çalışacağız. Son olarak bu çaba, hem müzakereci demokrasi hem de radikal demokrasi tarafından iddia edildiği biçimiyle çağdaş demokrasinin ve politikanın felsefi ve pratik temellerinden dolayı krizde olduğu argümanını açığa çıkaracak. Böylece biz de kısaca müzakereci demokrasinin ve radikal demokrasinin adlandırdığı biçimde mevcut demokrasi krizi hakkındaki çözümleri görebileceğiz.Item FELSEFÎ OTOBİYOGRAFİLER: F. NIETZSCHE’NİN ECCE HOMO’SU VE J. P. SARTRE’IN SÖZCÜKLER’İNDE ‘BEN’İN İNŞASININ TARZLARI(2014) Mehmet BÜYÜKTUNCAYNietzsche’nin Ecce Homo ve Sartre’ın Sözcükler adlı otobiyografilerinin ‘ben’ihangi ifade tarzları ile yapılandırdığı ve bu tarzların ‘ben’in tamamlanmaktan kaçmahalini estetik deneyim düzeyinde hangi ölçüde dışavurduğu bu çalışmanın konusudur.Bu filozofların otobiyografilerini filozofların kendi benliklerini inşa etme tarzlarınınfelsefelerine uyumu dâhilinde ele alarak irdelemek çalışmanın yönteminioluşturacaktır. Metinsel benliğin yapılanış tarzlarını irdelemede izlenecek doğrultuhem metin içeriklerinin hem de metinlerin yapısal dinamiklerinin işbirliği içerisindeotobiyografik üslubu nasıl belirlediklerini anlamak yönünde olacaktır. Nietzsche kendiotoportresinde ‘ben’ini verili bir töz değil de belirlenmemiş bir oluş olarak görüp onuyaratmaya çalışmakla kendi öznelliğini varoluşçu bir tarzda yorumlamaktadır.Sartre’ın felsefesinde ise varoluş özü öncelediği için insandan donmuş ve oluşup bitmişbir varlık gibi söz etmek mümkün değildir. Özgürlük ve varoluş sorumluluğu Nietzscheve Sartre’ı kendini yaratırken aşmaya itmektedir. Bu bağlamda, bu filozoflarınotobiyografilerinde varoluşsal benlik ile metinsel benlik arasındaki koşutluğunsağlanma biçimleri ortaya konmalıdır. Kendini var etme çabası olarak otobiyografikdeneyim otopoietik bir edimdir.Item MODERNİTENİN MİRASI VE KRİZİ OLARAK DEMOKRASİ VE ÖTESİ(2014) Murat SATICIDemokrasi, meşruiyet, evrensellik, uzlaşım ve “birlikte yaşam” gibi modernidelere dair tartışmalar uzun bir tarihe ve pek çok varyanta sahiptirler. Moderniteninbu zengin mirasının eleştirel varisleri olarak son yirmi otuz yılda görünüşe çıkanmüzakereci demokrasi ve radikal demokrasi, çağdaş politika teorisinde heyecan vericibir gelişmeyi temsil ederler. Bu çalışma “bir arada ve barışçıl biçimde nasıl yaşarız?”sorusu tarafından çizilmiş olan modern ve çağdaş demokrasi tartışmalarının rotasınıele alacaktır. Aslında bunu, Kant’ın pratik felsefesine dayanan aleniyet, kamusallık,rasyonalite ve evrensellik gibi modern liberal düşüncenin kavramsallaştırmalarınaodaklanarak ve onun Habermas gibi önemli bir çağdaş müzakereci demokrasiteorisyeninin o kavramlara katkılarını araştırarak gerçekleştirmeye çalışacağız. Sonolarak bu çaba, hem müzakereci demokrasi hem de radikal demokrasi tarafından iddiaedildiği biçimiyle çağdaş demokrasinin ve politikanın felsefi ve pratik temellerindendolayı krizde olduğu argümanını açığa çıkaracak. Böylece biz de kısaca müzakerecidemokrasinin ve radikal demokrasinin adlandırdığı biçimde mevcut demokrasi krizihakkındaki çözümleri görebileceğiz.Item YASA ÜZERİNE İKİ FARKLI PERSPEKTİF: ANTİGONE VE SOKRATES(2015) Aylin ÇANKAYAüBu yazı esasen Antik Yunanın ünlü şairlerinden biri olan Sofoklesin Antigone tragedyası ile yine Antik Yunan düşüncesinin en ünlü filozoflarından biri olan Platonun Sokratesin Savunması (Apologia Sokratous) ve daha çok da Kriton başlıklı diyaloglarını temele alarak onlar üzerinden Antigone ve Sokratesin karşılaştırmalı bir incelemesini yapmayı amaçlamaktadır. Bu karşılaştırmanın odak noktasını Antigone ve Sokratesin yasa (nomos) karşısındaki tutumları, bir başka deyişle düşünüş ve eylem biçimleri oluşturacaktır. Böylelikle bu yazı, iki perspektif arasındaki benzerlik ve farklılıkların neler olduğunu göstermeye, ortaya koymaya çalışacaktır.Item PLATON'UN SYMPOSION' UNDA (ŞÖLEN) EROS' UN (AŞK) DOĞASI MESELESİ: BİR ÖLÜMSÜZLÜK ARZUSU(2015) Aylin ÇANKAYAErosun ne olduğu sorusuna yanıt bulma çabasının insanlık tarihi kadar eski olduğunu belirtmek yanlış olmaz. Sophoklesten Platona, Rousseaudan Balzaca, Lucretiustan Nietzscheye değin birçok şair, filozof ve yazar aşk ın ne olduğu sorusuna yanıt aradı. Ve aşk kimi zaman mitolojinin kimi zaman felsefenin kimi zaman da edebiyatın araştırma alanı oldu. Eric Blondelin Aşk isimli kitabında belirttiği üzere bazı düşünürler aşkı birlik arayışı , bazıları da şehvetle gelen mutluluk olarak tanımladılar. Aşk üzerine yapılan onca tanıma rağmen konu hala güncelliğini korumaya devam ediyor. Aşkın doğası meselesi, Antikçağın ünlü filozoflarından ayrıca tüm Batı ve İslam felsefesinin düşünce dünyasının şekillenmesinde büyük bir etkiye sahip olan Platonun da ilgisini çekmiştir. Platonun yalnızca aşk sorunsalını tartıştığı ünlü diyalogu Symposiondur. Symposion, Atinanın ileri gelen kişilerinin aşk üzerine olan altı konuşmasını (Phaidros, Pausanias, Eryksimakhos, Aristophanes, Agathon ve Sokrates) içerir. Aşkın neliği tartışmaları içerisindeki en önemli konuşma aşk ile ölümsüzlük arasında kurduğu ilişki bakımından çözümleyici düşünceler öne süren Sokratese aittir. Fakat Sokrates konu üzerindeki düşüncelerini Mantinea rahibesi, bilge kadın Diotimanın ağzından aktarır. Dolayısıyla bu yazı aşkın doğası ve türleri tartışmasında ağırlıklı olarak Sokratesin aktardığı Diotimanın konuşmasını merkeze alır. Metnin temel iddiasını ise Erosa olan yönelimin odağında ölümsüzlüğe duyulan bir arzu olduğu fikri oluşturur. Diotimaya göre Aşk ölümsüzlüğün aşkı dır. Bu düşüncenin kökleri ise Platoncu metafizik anlayışa dayanır görünmektedir. Bu bağlamda çalışmanın amacı Eros meselesinin felsefi temellerini açığa çıkarmaya çalışmaktır.Item AHLAK-POLİTİKA İLİŞKİSİ AÇISINDAN MACHİAVELLİ'NİN POLİTİKA TEORİSİ(2015) MURAT SATICIGünümüzde Machiavelli her yerde. çağdaş politik ve akademik tartışmalarda (İş etiği ve iletişim alanları da içeren) o, hem modern politik ve toplumsal temellerin, hem de modern dünyanın karanlık tarafının kurucusu olarak incelenmekte, analiz edilmekte ve yorumlanmaktadır. Bu nedenle Machiavelli çift taraflı bir üne sahiptir. Bu taraflardan biri, onun modern politikanın bir köşe taşı olduğuyken, diğeri sınırsız devlet gücü, politik gücün devamı için özgürlükleri engellemek, ekonomik ve politik egemenlik için yerel ve küresel savaşlara girişmek gibi Makyavelyan denilen ahlak dışı politikaların sorumlusu olduğudur. Bu çalışma, şu temel soruna odaklanacaktır: Machiavellinin teorisini ahlak-politika ilişkisi açısından nasıl yorumlayabiliriz? Aynı zamanda aşağıdaki sorulara cevap vermeye çalışacağız: Machiavelli politik kararların ve eylemlerin kasıtlı olarak ahlak dışı olmasını önermiş olabilir mi? Yoksa tüm suçlamalara rağmen, o, klasik politika geleneğinin eleştirisini de içeren, politikanın tanımını, ilkelerini ve yolunu değiştirmiş olan yeni bir politik bilgelik türü mü önermektedir?Item Rawls ve Nozick Çervevesinde Adalet ve Özgürlük(2022) HASAN TAHSIN YOYEN; Bünyamin DuranBu çalışmanın odağı John Rawls ve Robert Nozick tarafından geliştirilen adalet teorileri çerçevesinde adalet ve özgürlük kavramları arasındaki bağdır. Rawls ve Nozick adalete dair sorulara birbirinden oldukça farklı cevaplar vermişlerdir. Rawls geliştirdiği analiz araçlarıyla iki temel adalet ilkesine erişir. Bu ilkeler eşit temel özgürlükleri savunur ve bunların korunması için bazı gereklilikler getirir. Nozick ise adalete dair üç ilkeden bahseder. Bu ilkeler adil edinimi ve adil olmayan bir edinimden kaynaklanan adaletsizliğin giderilmesini içerir. Nozick bir şeyin elde edilmesinin adil bir sürecin sonunda olup olmadığına odaklanmış, toplumdaki bireylerin eşit özgürlüğünü ve bu eşit özgürlüğün korunması fikrini adalete dahil etmemiştir. İki düşünürün adalet teorilerinin birbirinden tamamen farklı yollarda ilerliyor olması da bununla ilgilidir. Taraflar apayrı özgürlük anlayışlarına sahiptir. Eşit temel özgürlükleri adaletin bir gereği olarak kabul eden Rawls, adil bir toplum için devlete eşit temel özgürlükleri koruma görevini yüklemiş ve pozitif özgürlükleri dikkate almıştır. Nozick ise minimal devleti savunmuş ve negatif özgürlüklerin bireylerin özgürlüğü için yeterli olduğunu düşünmüştür. Bu özgürlük anlayışları hakkaniyet olarak adalet ile yetkilenme teorisi arasındaki zıtlığın sebebidir. Bu zıtlık bizlere, adalet ve özgürlük kavramlarının birbirinden ayrı düşünülemeyecek, iç içe geçmiş ve birbirini belirleyen kavramlar olduğunu göstermektedir.Item BİR ADALET KRİTİĞİ: JOHN RAWLS’ IN ADALET ANLAYIŞI HAKKINDA(2023) emine cengiz“Adalet nedir?” insanlığın cevaplamaya çalıştığı en eski, karmaşık ve zor sorulardan biridir. Bugüne kadar felsefe tarihinde çeşitli şekillerde adaletin neliği açıklanmaya çalışılmıştır. Siyaset felsefesinin en seçkin ve önemli uğrak noktası olan John Rawls da Bir Adalet Teorisi adlı eserinde adaleti, sosyal kurumların birinci erdemi olarak tanımlamıştır. Toplumsal adalet bağlamında konuyu ele alarak hakkaniyet olarak adalet şeklinde adlandırılan teorisini ortaya koymuştur. Rawls için siyasi ve sosyal kurumlardan oluşan temel yapı; insanların yaşamları, olanakları üzerinde belirleyici konumundadır. O halde adil toplumun teşekkül edebilmesi bu yapının adil bir usul çerçevesinde düzenlenmesiyle söz konusu olacaktır. Şüphesiz inşa sürecinde belirli kuralların olması gerekecektir. Buradan hareketle Rawls, adalet ilkelerinin seçim sürecini sözleşme teorisinden ve Kant’ın görüşlerinden faydalanarak açıklar. Geleneğin diğer üyelerinden farklı olarak sözleşme, toplum haline geçiş ile değil, adalet ilkelerinin müzakere edilmesi, seçilmesi ile ilişkilidir. Hipotetik, soyut, hak ve özgürlük bakımından tehlikenin olmadığı bir orijinal durumu tasavvur eder. Orijinal durumdaki adalet ilkelerini seçecek olan taraflar, bilgisizlik peçesi altındadır. Peçe ile hem kendileri hem de başkaları hakkında cinsiyetleri, toplumsal statüleri, dinsel inançları, iyi anlayışları, doğal yetenekleri vb. bilgilerden yoksun kalmaktadırlar. Bu şekilde tarafsızlık ve eşitlik sağlanmış olacak, kimse kendi için avantajlı olanı seçip, kimseyi kayıramayacaktır. Eşit, özgür, rasyonel, adalet duygusu ve iyi anlayışı oluşturma kapasitesi gibi özelliklere sahip olan taraflar sonunda adaletin iki ilkesine ulaşacaklardır. Bu ilkelere göre öncelikle adil bir toplumda bütün vatandaşlar eşit temel özgürlüklere; benzer yetenektekilerin, ırkına, etnik kökenine, cinsiyetine vb. bakılmaksızın, görev ve mevkilerin dağıtımında eşit fırsatlara sahip olması gerekir. Ayrıca kaderin rastlantısallığı sonucu olan doğal yeteneklerden elde edilen kazançlar ancak ve ancak dezavantajlılara yarar sağladığında kabul edilebilir olacaktır. Bu çalışmada da Rawls’ın anlayışının dayanakları ifade edilerek adil toplumun meydana gelme şartları, bilgisizlik peçesinin sınırlandırmaları, ortaya koyulan kişi idesinin, fark ilkesinin yarattığı sorunlar hak ve özgürlükler bağlamında tartışmaya açılacaktır.Item “BİRADERLER REJİMİ”NDEN “ZORBA BİRADERİN REJİMİ”NE: OTORİTER SAĞ POPÜLİZM, LİBERAL DEMOKRASİ VE TOPLUMSAL CİNSİYET(2023) Seda Demiralp; FEYDA SAYAN CENGİZOtoriter sağ popülizmin yükselişinde, anti-feminist ve reaksiyoner söylem ve politikaların etkili olduğu, sağ popülist liderlerin siyasi iletişim ve üsluplarında da erkeklik vurgusunun yoğunluğu, popülizme toplumsal cinsiyet perspektifinden bakan araştırmacıların sıklıkla vurguladığı bir nokta olagelmiştir. Bu çalışma, otoriter sağ popülist liderlerin, liberal demokrasiye itiraz ederken, neden agresif bir maskülinist söylemi merkeze aldığı sorusuna yanıt aramaktadır. Otoriter sağ popülizm, liberal demokrasinin temsil ve çoğulculuk anlayışına karşı çıkarken nasıl bir toplumsal cinsiyet tahayyülüyle hareket etmektedir? Bu soruya yanıt ararken, feminist teorinin liberal demokrasi eleştirisinden ve analitik bir araç olarak aile metaforundan, özellikle de “kardeşler arası ilişkiler” metaforundan yararlanıyoruz. Çalışmada, otoriter sağ popülizmin, halkı homojen bir yapı olarak, lideri ise halk ile yekvücut olarak kurgulayışına odaklanıyor ve farklılıklara karşı takınılan agresif tavrın temelindeki toplumsal cinsiyet tahayyüllerinin analizini sunuyoruz.Item Tâbiîn Döneminde Kur’ân Tefsiri -Nâfi‘ Mevlâ İbn Ömer Örneği, Yazar Yunus Emre Gördük (İstanbul: Siyer Yayınları, 2017), 382 Sayfa, ISBN: 6059283950(2023) ÜNAL SEMARivâyet tefsirlerinin olmazsa olmazlarından biri de tâbiîn kavlidir. Bu tefsirlere tâbiîlerin katkısı son derece fazladır. Kabul edilip edilmemesi bir yana âlimlerin çoğu tâbiîn tefsirini eserlerinde kaynak olarak göstermektedir. Tanıtımını yaptığımız “Tâbiîn Döneminde Kur’ân Tefsiri -Nâfi‘ Mevlâ İbn Ömer Örneği” adlı kitabın yazarı olan Yunus Emre Gördük’ü bu eseri yazmaya yönlendiren şey de henüz doktora ders dönemindeyken hocasının Mevâlî tâbiîlerin Kur’ân’ın anlaşılmasına dair katkılarının incelenmesi gerektiğini belirtmesidir. Yazarın titiz çalışmaları sonucu eser yaklaşık on sene sonra ilk baskısıyla yayımlanmıştır. Yazarın da ifade ettiği gibi Aydemir’in “Rivâyetlerin Olasılığı Teorisi Işığında Nâfi‘ Mevlâ İbn Ömer” isimli çalışma dışında Nâfi‘ Mevlâ İbn Ömer ile ilgili yazılan özgün bir esere rastlanmamıştır. Aydemir, eserini hadis alanı çerçevesinde inceleyip araştırmışken Gördük Nâfi‘’nin tefsir ilmine katkılarından bahsetmiştir. Yazar birinci bölümde “Nâfi‘’nin Şahsî Hayatı ve İlmî Cephesi” başlığının altında Nâfi‘’nin hayatına, hocalarına ve öğrencilerine değindikten sonra kitabın ana hedefinin bahsedildiği ikinci bölümde ise “Nâfi‘nin Rivâyetleri ve Tefsir Literatürüne Etkisi” başlığı altında Nâfi‘’nin tefsirle ilişkili rivâyetlerine yer vererek genel değerlendirmelerde bulunur. Yazar rivâyetleri incelerken tefsir kitaplarındaki Nâfi‘ lafzının geçtiği her satırı incelediğini belirtir. Ayrıca Nâfi‘’nin rivâyetlerine yer verirken isnâdın tamamını zikrederek rivâyetlerin güvenirliliğine de dikkat çeker. Bu bağlamda eserin yazarın titiz çalışmalarıyla telif edildiğini ve tefsirin Nafi‘ özelinde mevâlî tâbiîler ile şekillendiği söylemek kaçınılmazdır.Item MARTIN HEIDEGGER VE VARLIĞIN ANLAMINA DAİR SORU(2023) Haluk DoğanMartin Heidegger 1889—1976 yılları arasında yaşamış bulunan bir Alman Filozoftur. Filozofun temel eseri Varlık ve Zaman (Sein und Zeit)’dır. Heidegger’in temel eseri olan bu çalışma, 1927 yılında yayımlanmıştır. Varlık ve Zaman, yayımlandığı yıldan itibaren sarsıcı etkisiyle varlık felsefesi tartışmalarının odağını oluşturmuştur. Alman düşünürün diğer çalışmaları, Varlık ve Zaman‘ın doğal açılımları gibidir. Zira onun yegâne meselesi varlığın anlamı meselesidir: Tek tek varolanlar anlamında varlıkların değil genel olarak ‘Varlığın’ anlamı meselesi. Heidegger’in unutuluş tarihi olarak niteliği batı felsefe geleneğini aşmak, ancak varlığın anlamı sorusunu sormakla mümkündür. Martin Heidegger’e göre Varlık, Platon’la başlayan Eski Yunan düşüncesinde bir ‘töz’ (substance) niteliğiyle zamandan bağımsızlaştırılarak, yüceleştirilmiş, tanrısallaştırılmış ve transandantalleştirilmiştir. Önce Aristoteles, daha sonra Hristiyan felsefesi, farklı kavram ve dolayımlarla da olsa, tözleştirme geleneğini devam ettirmiştir. Martin Heidegger, bu geleneği “Batı metafiziği” olarak tanımlar. Heidegger, varlığın anlamı meselesini düşünürken Platon’la başlayan ve Batı metafiziği adını verdiği geleneğini eleştirir. Çünkü bu gelenek, varlığı parçalara bölmüş, kompartımanlara ayırmış ve atomize hale getirmiştir. Descartes’le birlikte başlayan kartezyen düalizm, varlığı özne ve nesle ikiliği içinde anlamaya çalışmıştır. Bu haliyle Batı metafiziğinin en somut biçimini oluşturmuştur. Alman düşünür, kendisini bu gelenekten de, bu geleneğin sonucu olan düşünme tarzlarından da; ‘ideler-gölgeler’ yahut ‘fenomenler-numenler’ benzeri düalizmlerden de sakındırmak ister. Varlığı ezelilik-ebedilik formunda değil; tam aksine, özü zamansallık (temporality) olacak şekilde ve mezkûr düalizmlerden farklı tarzda kavramanın doğrultusunda yol almak ister. Varlığa dair yeni bir soru, varlığı ilişkin bakışımızı da değiştirecektir. Bu sorgulama varlığın anlamını, kendisine ait olan ve kendisinin kullanımında felsefeyle özdeşleştirilen bir hermenötik fundamental fenomenolojik ontoloji yönteminin var kıldığı tarzdadır. Bu makalede, Martin Heidegger’in varlığın anlamına dair temel soruları ele alınacaktır. Varlığa dair yeni bir yöntem olan hermenötik fundamental fenomenolojik ontoloji yöntem açıklığa kavuşturulmaya çalışılacaktır. Bu bağlamda, düşünürün Batı metafiziğine dair eleştirileri gözler önüne serilecektir. Heidegger’in batı metafiziğinin son formu olan özne-nesne düalizmini aşmak için ortaya koyduğu dasein analizi incelenecektir.Item KAPİTALİST SİSTEMDE SOSYAL SERMAYEYE BAKIŞ: ELEŞTİREL BİR DEĞERLENDİRME(2023) mahmure ercanSanayi Devrimi’yle başlayan metalaşma, insanlar arasındaki iletişim ve güven ilişkisinde bozulmalara yol açmıştır. İletişimde yaşanan bu bozulmaların ekonomik faaliyetlere de zarar verdiği tespiti ile son zamanlarda sosyal sermaye altında sıklıkla tartışılmaktadır. Tartışmaların ekonomik faaliyetler üzerine odaklanmış olması; sosyal sermayenin bütünsel açıdan neden önemli olduğu, sınırlılıkların neler olduğu gibi aslını ilgilendiren konuları karanlıkta bırakmıştır. Çalışma, toplum düzeninin doğru zeminler üzerine oturmasında kritik öneme sahip olan sosyal sermayenin ihmal edilen bu yönlerine dikkat çekmek amacıyla oluşturulmuştur. Bu doğrultuda Polanyi’nin kapitalist sisteme ilişkin tespitleri üzerinden sosyal sermaye analiz edilmiş, literatürde yer alan çalışmalar buna uygun şekilde incelenmiştir. Polanyi’nin analizi ve literatürden elde edilen bilgiler ışığında, sosyal sermaye araştırmalarının toplumsal yönünün eksikliği kritik edilmiştir. Eksiklik, kapitalist sistemin doğal işleyiş mekanizmasına bağlanmıştır. Bu süreçte politika yapıcıların rolü üzerine de tavsiyelerde bulunulmuştur.Item ENACTİVİZM VE MERLEAU-PONTY(2023) Mehmet EsendemirThe Embodied Mind (TEM), klasik zihin anlayışını eleştiren yeni bir zihin görüşü teklif etmektedir. Her türlü soyutlayıcı ve indirgeyici tavrın aksine zihni, bedenli bir öznenin somut olarak içinde bulunduğu dünyada nesnelerle kurduğu yönelimsel ilişkiler çerçevesinde anlamlandırmaya çalışmaktadır. Bu çerçevede alternatif bir seçenek olarak öne sürülen görüşleri de enactive görüş olarak adlandırmaktadır. Bu görüş, temelde insanın canlı bir organizma olarak bedenin gündelik deneyimini bilişsel bilim alanında bir çözüm teklifi olarak görmektedir. Böylece bir tür bedenlenme teorisi geliştirmektedir. Söz konusu yeni yaklaşıma Merleau-Ponty’nin fenomenolojik analizleri ve bedene yönelik düşünceleri rehberlik etmektedir. Nitekim klasik teorilerin görmezden geldiği gündelik deneyimin bilişsellik ile ilişkisinin imkânı Merleau-Ponty’nin beden analizleriyle sağlanabileceği savunulmaktadır. Ancak enactive görüş iki açıdan yetersiz kalmaktadır. İlki enactive görüşün fenomenolojik verilerden yararlanmasına rağmen fenomenolojinin eleştirdiği doğal tavırdan kurtulamamasıdır. İkincisi ise Merleau-Ponty analizlerinin filozofun geç dönem görüşlerini de kapsamadığı için söz konusu hedefleri geliştirmede yetersiz kalmasıdır. Klasik zihin anlayışına alternatif bir yol teklif eden enactive görüşün söz konusu eleştirileri aşması gerekmektedir.Item Sivil İtaatsizlik ve Erdem: Sokrates Odağında Bir İrdeleme(2023) SİBEL KİRAZBu çalışmada sivil itaatsizlik ve erdem kavramları, ilk sivil itaatsiz olduğu öne sürülen ve erdem kavramını felsefenin alanına taşıyan ilk düşünür olarak bilinen Sokrates aracılığıyla ilişkilendirilerek tartışılmaktadır. Bu kapsamda: Sokrates’in duruşu ya da tutumu erdem, itaat, itaatsizlik ve sivil itaatsizlik bakımından yorumlanmaktadır. Erdem kavramının içeriği ve Sokrates için anlamı çerçevesinde adalet üzerine bir sorgulama yapılmaktadır. Buna ek olarak, sivil itaatsizlik literatüründe hatırı sayılır bir yeri olan “adaleti yerine getirebilen hukuk” arayışının izleği doğrultusunda doğal hukuk-hukuki pozitivizm üzerinden hukuk-ahlak tartışmasına değinilmektedir. Çalışma boyunca yürütülen kavramsal ilişkilendirmeler ve tartışma sonucunda erdem kavramının hukukun adalete yaklaşmasını sağlamak bakımından anahtar role sahip bir kavram olduğu ileri sürülmüştür.Item HEIDEGGER’DE KÖKENSEL HAKİKAT FENOMENİ OLARAK AÇIKLIK ÜZERİNE(2024) Osman Gazi BİRGÜLBu makale, Heidegger'in kökensel hakikat kavramına odaklı görece yeni epistemolojik bir tartışmayı Varlık ve Zaman’ın özellikle 44. bölümüne derinlemesine inerek canlandırmayı ve değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Beş bölümden oluşan makalenin ilk bölümü, Heidegger’in hakikat kavramını açıklamak ve ardından gelen tartışmanın nüanslı bir soruşturmasına zemin oluşturmaktadır. İkinci bölüm, Tugendhat’ın eleştirilerinin temellerini ayrıntılı bir şekilde açıklarken, Heidegger’in sunduğu çerçeveyi incelemek için eleştirel bir bakış sunmaktadır. Üçüncü ve dördüncü bölümler, açıklığı (Alm. Erschlossenheit) Heidegger'ın çerçevesi içinde en esasi hakikat olarak tanımlamanın meşruiyetine odaklanmaktadır. Bu bölümlerde Tugendhat’ın eleştirileri ve akabinde Dahlstrom’un alternatif yorumlar sunarak ve insanın açıklıktaki içsel hataları vurgulayarak Tugendhat’a karşı Heidegger savunusunu konu edinmektedir. Beşinci ve son bölüm, Heidegger’in pozisyonunu pragmatist filozoflarla karşılaştırarak Tugendhat’ın yorumunu savunmaktadır. Sonuç, Tugendhat’ın eleştirilerinin ya göz ardı edildiğini ya da yetersiz bir şekilde ele alındığını öne sürerek, eleştirilerin cevapsız kaldığını ve Heidegger’in metinlerine hermenötik şiddet uygulamaksızın kapsamlı bir çözümün mümkün görünmediğini vurgulamaktadır.