Repository logo
  • English
  • Català
  • Čeština
  • Deutsch
  • Español
  • Français
  • Gàidhlig
  • Italiano
  • Latviešu
  • Magyar
  • Nederlands
  • Polski
  • Português
  • Português do Brasil
  • Srpski (lat)
  • Suomi
  • Svenska
  • Türkçe
  • Tiếng Việt
  • Қазақ
  • বাংলা
  • हिंदी
  • Ελληνικά
  • Српски
  • Yкраї́нська
  • Log In
    Have you forgotten your password?
Repository logoRepository logo
  • Communities & Collections
  • All Contents
  • English
  • Català
  • Čeština
  • Deutsch
  • Español
  • Français
  • Gàidhlig
  • Italiano
  • Latviešu
  • Magyar
  • Nederlands
  • Polski
  • Português
  • Português do Brasil
  • Srpski (lat)
  • Suomi
  • Svenska
  • Türkçe
  • Tiếng Việt
  • Қазақ
  • বাংলা
  • हिंदी
  • Ελληνικά
  • Српски
  • Yкраї́нська
  • Log In
    Have you forgotten your password?
  1. Home
  2. Browse by Subject

Browsing by Subject "Ortopedi"

Now showing 1 - 20 of 29
Results Per Page
Sort Options
  • No Thumbnail Available
    Item
    Aşil tendon ve yumuşak doku defektinin rekonstrüksyionunda serbest radial önkol flep transferi: Olgu sunumu
    (2005) Taçkın ÖZALP; Erhan COŞKUNOL; oğuz özdemir
    Asil tendon ve çevresi yumuşak doku defektlerinin tedavisi zorluk arzetmektedir. Sıklıkla bu defektlerin kapatılması iki aşamalı uygulamalar ile yapılmaktadır. Bu çalışmada bu bölge defekti tek aşamada kapatılan bir olgu sunulmaktadır. Ateşli silah yaralanması ortaya çıkan asil tendon ve çevre yumuşak dokularda oluşan geniş bir defekt serbest bir nöromüskülokutanöz radial önkol flebi ile kapatıldı. Olguda asil tendon defekti 15 cm., üstündeki yumuşak doku defekti 18 x 10 cm. büyüklûğündeydi. Tibialis posterior arterine terminolateral anostomoz yapıldı. Flebin lateral yanında antibiyoterapi ile tedavi edilebilen bir ılımlı yumuşak doku enfeksiyonu dışında komplikasyon saptanmadı. Fonksiyonel sonucun memnuniyet verici olduğu izlendi. Asil tendon ve çevresindeki yumuşak doku defektlerinin tek aşamalı olarak kapatılmasında nöromüskülokutanöz serbest önkol kompozit flebinin uygun bir teknik olduğu bulunmuştur.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Femur üst uç kırıkları nedeniyle hemiartroplasti ile tedavi edilen hastalarda yaşam kalitesinin değerlendirilmesi
    (2005) Güvenir OKCU; Uğur ÖZİÇ; Aziz VATANSEVER
    Amaç: Kalça kırığı nedeniyle hemiartroplasti uygulanan hastaların yaşam kalitelerindeki değişim Short Form-36 (SF-36) ile değerlendirildi. Çalışma planı: Çalışmaya alınan 40 hasta kırık tiplerine göre iki gruba ayrıldı. Grup 1’de femur boyun kırığı nedeniyle düz saplı endoprotez uygulanan 24 hasta (21 kadı n, 3 erkek; ort yaş 76; dağılım 64-94), grup 2’de intertrokanterik femur kırığı nedeniyle Leinbach tipi protez uygulanan 16 hasta (13 kadın, 3 erkek; ort yaş 81; dağılım 62-102) değerlendirildi. Olgulara ameliyat öncesinde ve ameliyattan en az altı ay sonra SF-36 formu uygulanarak, fonksiyonel düzeylerinde oluşan değişim belirlendi. Kırık tipinin, protez tipinin ve cinsiyetin SF-36 skorları üzerine olan etkisi araştırıldı. Sonuçlar: Grup 1’deki hastaların ameliyat öncesi ve ameliyat sonrasındaki özet fiziksel skorları sırasıyla 53.4 ve 41.7, özet mental skorları ise 55.2 ve 48.5 bulundu. Grup 2’de ise özet fiziksel skorlar sırasıyla 52.8 ve 35.1, özet mental skorlar ise 55.2 ve 48.9 bulundu. Hastaların fiziksel ve mental özet skorlarının kırık öncesindeki de- ğerlere göre anlamlı derecede düştüğü, hiçbirinde kırık öncesi yaşam kalitesi düzeyine ulaşmadığı görüldü (p<0.05). SF-36 altbaşlık skorlarında en fazla düşüş fiziksel rol (%56.8) skorunda idi, bunu fiziksel fonksiyon (%42.8) ve ruhsal rol (%42.9) skorları izlemekteydi. En az değişim mental sağlık skorunda (%10.3) görüldü. Özet skorlardaki değişimde cinsiyetin, kırık tipinin ve protez tipinin anlamlı etkisi bulunmadı (p>0.05). Çıkarımlar: Kalça kırıklı yaşlı hastalarda hemiartroplasti sonrasında yaşam kalitesinde anlamlı düşüş meydana gelmektedir. Yine de, bu hastaların günlük yaşamlarını sürdürebilmeleri artroplasti uygulamalarıyla sağlanabilmektedir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Tam subtalar gevşetme uygulanan doğuştan çarpık ayaklarda tarsal kemiklerin yapısal değişiklikler açısından incelenmesi
    (2005) Aziz VATANSEVER; Hüseyin ŞENTÜRK; Önder Kalenderer; Haluk Agus; Serkan ÖZLÜK
    Amaç: Tek taraflı doğuştan çarpık ayak (DÇA) nedeniyle tam subtalar gevşetme ameliyatıyla başarılı sonuç alınan olguların orta dönem izleminde tarsal kemik değişiklikleri bilgisayarlı tomografi (BT) ile değerlendirildi. Hastalar ve yöntemler: Çalışmaya 1990-1995 tarihleri arasında tek taraflı DÇA nedeniyle tam subtalar gevşetme uygulanan dokuz hasta (5 erkek, 4 kız; ort. yaş 12; dağılım 9-14) alındı. Tüm olgularda iyileşme Simons kriterlerine göre iyi derecedeydi. Ortalama 10.5 yıl (dağılım 8-13 yıl) olan izlemden sonra olguların normal ve ameliyatlı ayakları düz grafilerle ve standart ve üç boyutlu BT ile incelendi. Bu görüntülerde tarsal kemik değişiklikleri niceliksel ve niteliksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Aksiyel BT kesitlerinde sekiz olguda naviküler kemikte dorsala subluksasyon, yedi olguda naviküler kemikte kamalaşma, dört olguda talus başında düzleşme, üç olguda naviküler kemiğin lateral kısmında yassılaşma, iki olguda talonaviküler eklem aralığında azalma, iki olguda talonaviküler temas alanında azalma görüldü. Sağlam tarafta talus hacmi ortalama 29.3 mm3 ve naviküler kemik hacmi 8.5 mm3 iken ameliyatlı ayaklarda bu değerler sırasıyla 24.0 mm3 (p=0.008) ve 7.0 mm3 (p=0.01) bulundu. Sonuç: Doğuştan çarpık ayak nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan ve klinik ve fonksiyonel olarak normale yakın sonuçlar elde edilen ayaklarda bile tarsal kemiklerde yapısal değişiklikler ortaya çıkmaktadır. Bu değişimlerin daha uzun dönemde klinik bulguları nasıl etkileyeceğinin araştırılması gerekir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Management of shotgun induced open fractures of the humerus with Ilizarov external fixator
    (2005) Kemal Aktuglu; Güvenir OKCU
    AMAÇ Av tüfeği yaralanmaları sonucunda oluşan açık humerus kırıklarının tedavisinde Ilizarov eksternal fiksatörünün klinik etkinliğini kırık iyileşmesi ve özellikle nörovasküler sekeller açısından araştırmak. GEREÇ VE YÖNTEM Açık humerus kırığı nedeni ile acil olarak debridman, irigasyon ve ardından Ilizarov eksternal fiksatörü ile kemik tespiti yapılan 11 olgu çalışma grubunu oluşturdu. Hiçbir hastada damar- sinir yaralanması oluşmamıştı. BULGULAR Av tüfeği yaralanmaları sonucu açık humerus kırıklar oluşmuş hastaların tümünde postoperatif 14 ila 44 hafta arasında komplet kemik kaynaması oluştuğu gözlemlendi (ortalama 21 hafta). Bir hastaya ikinci bir girişim yapılarak rod ve halkalar yeniden düzenlendi. İki hastada yumuşak doku sorunu rotasyonel fasyökütanöz flep kullanılarak çözüldü. Sekiz hastada postoperatif dönemde yüzeyel çivi dibi infeksiyonu gelişmesine karşın hiçbirinde derin enfeksiyon veya osteomyelit oluşmadı. Smith ve Cooney’in ileri sürdüğü kriterlere göre yapılan değerlendirmede toplam 10 hastada iyi ve çok iyi fonksiyonel sonuçlar elde edildiği gözlemlendi. SONUÇ Av tüfeği yaralanmaları sonucu açık humerus kırıkları Ilizarov fiksatörüyle tedavi ettiğimiz hastalardan elde ettiğimiz bulgular ve literatür bilgileri göz önüne alındığında ciddi yumuşak doku hasarının eşlik ettiği açık humerus kırıklarında Ilizarov eksternal fiksatörü ile fiksasyon tekniğinin herhangi bir nörovasküler hasara neden olmaksızın hastaların fonksiyonel bir ekstremiteye kavuşmasında etkili bir tedavi yöntemi olduğu sonucuna varılmıştır..
  • No Thumbnail Available
    Item
    Epilepsi nöbeti sonrası eşzamanlı oluşan iki taraflı kalça kırığı
    (2005) Uğur ÖZİÇ; Aziz VATANSEVER; Taçkın ÖZALP; Huseyin Yercan; Güvenir OKCU
    Kendiliğinden iki taraflı kalça kırığı son derece nadir bir patolojidir. Çeşitli metabolik bozukluklara bağlı gelişebilir. Yirmi sekiz yaşındaki erkek hastada, eşzamanlı oluşan iki taraflı femur boyun ve sağ intertrokanterik femur deplase kırığı saptandı. Kırıkların nöbet sonrasında ve uzun süredir düzensiz alınan antikonvulsan ilaçlara bağlı osteomalazi zemininde meydana geldiği düşünüldü. İki kalçaya açık redüksiyon ve internal fiksasyon uygulandı. Ameliyat sonrası üçüncü ayda radyografik kaynama görüldü. Hastanın altıncı ayda herhangi bir yardımcı destek olmaksızın yürümesine izin verildi. On sekizinci ayda yapılan kontrollerde, hastanın herhangi bir kısıtlama olmaksızın ve destek kullanmaksızın, görme özürü nedeniyle kısıtlanan aktiviteleri dışında her türlü işi yapabildiği öğrenildi.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Artroskopik cerrahi ile tedavi edilen ayak bileği sinovyal kondromatozisi: Olgu sunumu
    (2005) Güvenir OKCU; Hüseyin S. YERCAN; Aziz VATANSEVER
    Elli beş yaşında kadın hasta sol ayak bileğinde ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığı ve sık ayak bileği burkulması şikayetleriyle başvurdu. Bir yıldır şikayetleri artan hastaya steroid olmayan antienflamatuvar tedavi uygulanmıştı. Radyografilerde ve bilgisayarlı tomografide ayak bileği ekleminin ön ve dış bölümünde kalsifiye yapılar izlendi. Sol ayak bileğinde evre III sinovyal kondroma-tozise bağlı anterior sıkışma sendromu öntanısıyla artroskopi yapıldı. Artroskopik girişimde yoğun sinovit izlendi, 13 adet eklem faresi çıkarıldı ve parsiyel sinovek-tonıi uygulandı. Makroskobik incelemede, eklem farelerinin en büyüğü 1.3x1x0.7 cm idi. Üçüncü yılda yapılan son kontrolde, hastanın ayak bileğinden yakınması olmadığı ve ayak bileği hareketlerinin normale döndüğü görüldü.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Çift başparmak anomalisi: 72 olgunun değerlendirilmesi
    (2006) Taçkın ÖZALP; Erhan COŞKUNOL; oğuz özdemir
    Amaç: Çift başparmak anomalisi nedeniyle ameliyat edilen olgular değerlendirildi. Çalışma planı: 1982-2003 yılları arasında 67 hastanın (41 kadın, 26 erkek; ort. yaş 2.5; dağılım 6 ay-20 yıl) 72 parmağı çift başparmak anomalisi nedeniyle ameliyat edildi. Beş olguda iki taraflı tutulum vardı. Anomali 39 olguda sağ, 33 olguda sol elde idi. Olgular klinik ve radyografik olarak Wassel sınıflandırmasına göre değerlendirildi. Ameliyat tekniği olarak, simetrik başparmak olan 13 olguda Bilhaut-Cloquet işlemi uygulandı; diğer olgularda daha küçük ve kullanışsız olan kısım eksize edildi. Hasta memnuniyeti görsel analog skala ile değerlendirildi. Takip süresi ortalama 3.6 yıl (dağılım 1-10 yıl) idi. Sonuçlar: Bilhaut-Cloquet ameliyatı uygulanan olgularda tırnak deformitesi gelişti; bu parmaklarda gelişme geriliği gözlenmezken, beşinde interfalangeal eklemde kısıtlılık, yedisinde karşı başparmağa göre irilik izlendi. Sekiz olguda (%11.9) eklem hareket kısıtlılığı görüldü; bunların birinde kısıtlılık metakarpofalangeal eklemde, diğerlerinde interfalangeal eklemdeydi. On yedi hastada (%25.4) başparmak sırasında 10° üzerinde açı bozukluğu gözlendi. Yirmi beş olguda (%37.3) ikincil cerrahi işlem gerekti. On iki olguda (%17.9) kollateral bağ rekonstrüksiyonu, üç olguda (%4.5) tendon hizalaması, beş olguda (%7.5) düzeltici osteotomi, beş olguda interfalangeal ekleme artrodez uygulandı. Hastaların %85’i (n=57) cerrahi ile elde edilen sonuçtan memnundu. Çıkarımlar: Çift başparmak tedavisinde komplikasyonları ve ikincil cerrahi uygulamaları azaltmak, iyi bir rekonstrüksiyon sağlamak için, cilt, tırnak, kemik ve bağların birlikte değerlendirilmesi ve tamiri gerekir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    El bileğinde dev hücreli tümör: Yirmi üç olgunun incelenmesi
    (2006) Taçkın ÖZALP; Erhan COŞKUNOL; oğuz özdemir; Huseyin Yercan; Güvenir OKCU
    Amaç: Bu çalışmada el bileğinde dev hücreli tümör saptanan olgularda, uygulanan tedaviye göre nüks oranları, bunu etkileyebilecek faktörler, komplikasyonlar, hastaların ameliyat sonrası fonksiyonel ve emosyonel durumları incelendi. Çalışma planı: El bileğinde dev hücreli tümör nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan 23 hasta (6 erkek, 17 kadın; ort. yaş 31.6; dağılım 12-74) çalışmaya alındı. Olgularda evreleme, cerrahi sınırlar ve fonksiyonel değerlendirme Enneking ölçütlerine göre yapıldı. Tümör hacimlerinin, yumuşak doku uzanımlarının ve uygulanan cerrahi tedavi türlerinin nükse etkisi araştırıldı. Eklem hareketi, eklem stabilitesi, ameliyat sonrası ağrı, deformite oluşumu, kas gücü, fonksiyonel aktivitelerde kısıtlılık ve hasta memnuniyeti değerlendirildi. Ortalama izlem süresi 6.7 yıldı. Sonuçlar: Hastaların %69’unda evre 2, %23’ünde evre 3 tümör saptandı. Tümör hacimlerinin nüksle anlamlı ilişkisi saptanamadı (p=0.22). Yumuşak doku uzanımı olan dokuz hastanın üçünde (%33.3), yumuşak doku uzanımı olmayan 14 hastanın dördünde (%28.6) nüks görüldü. Nüks oranları, sadece küretaj (n=3) yapılanlarda %33.3, küretaj+greftlemede (n=6) %50, küretaj + çimentolamada (n=2) %50 ve geniş eksizyon (n=12) uygulananlarda %16 idi. Kontrollerde hastaların hiçbirinde metastaz görülmedi. Fonksiyonel sonuçlar olguların %78’inde iyi veya çok iyi bulundu. Çıkarımlar: Dev hücreli tümörlerde nüksü etkileyen en önemli faktör cerrahi eksizyonun miktarıdır. Evre 2 ve 3 tümörlerde, eğer belirgin yumuşak doku uzanımı varsa seçilecek cerrahi tipi en az marjinal eksizyon olmalı, eğer küretaj düşünülüyorsa mutlaka lokal etkili ajanlar ilave edilmelidir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    A case of ipsilateral floating hip and knee with concomitant arterial injury
    (2007) Güvenir OKCU; Hüseyin S. YERCAN
    Aynı tarafta eşzamanlı oluşan asetabulum, femur ve tibia kırığı nadirdir. Bu tip şiddetli yaralanmalar, çoklu yaralanmalarla birlikte genelde yüksek enerjili travma ile oluşmaktadır. Bu yazıda, 17 yaşındaki bir motosiklet sürücüsünün bir araca çarpması sonucu oluşan aynı taraflı asetabulum, femur ve tibia kırığının tedavisi ve sonucu sunuldu. Hasta yaralanmadan dokuz saat sonra ameliyata alındı. Cerrahi eksplorasyon sırasında popliteal arterin doğrudan bası sonucu tıkalı olduğu görüldü. Tibia kırığı açık redüksiyon ve plak fiksasyonu, femur kırığı ise intramedüller çivileme ile tedavi edildi. Popliteal arter tıkanıklığı redüksiyon sonrasında kendiliğinden düzeldi. Ameliyat sonrası dönemi sorunsuz geçiren hasta yedinci günde taburcu edildi. Yaralanmadan beş ay sonra hasta okuluna ve günlük normal aktivitelerine döndü, yürüyüşünde herhangi bir sorun yoktu. İki yıllık bir takip süresi içinde tüm kırıklarda kaynama sağlandı. Yürürken veya koşarken hastanın ağrısı yoktu.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Surgical treatment of displaced radial neck fractures in children with Metaizeau technique
    (2007) Kemal Aktuglu; Güvenir OKCU
    AMAÇ: Çocuklarda 30 dereceden fazla açılanma gösteren radius boyun kırıklarının tedavisi sorunludur. Amacımız bu kırıkların tedavisinde Metaizeau tarafından 1980 yılında tanımlanan kapalı redüksiyon ve intramedüller tespitin etkinliğini belirlemektir. GEREÇ-YÖNTEM: Genel anestezi altında ve floroskopi kontrolünde, radius distal metafizi radial tarafında 1 cm boyunda insizyon yapıldı. Bir Kirşner teli şekillendirilip, 3-5 mm’lik uç bölümü yaklaşık 30 derece kadar büküldü. Bu tel medüller kanala sokulup, proksimale doğru kırılmış olan epifizin altına ulaşana kadar ilerletildi. Telin epifize doğru kaldırılması ve döndürülmesi ile anatomik redüksiyon elde edilmeye çalışıldı. Bu teknik 1996 ile 2003 yılları arasında dokuz hastada kullanıldı. BULGULAR: Çalışmaya katılan bir olgu dışındaki tüm olgularda çok iyi sonuçla, tam bir fonksiyonel iyileşme gözlendi. Herhangi bir komplikasyona rastlanmadı. SONUÇ: Tekniğin basit olması ve yüz güldürücü sonuçlar vermesi nedeniyle, çocuklardaki ayrılmış radius boyun kırıklarında bu kapalı tedavi yöntemini öneriyoruz.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Ters akımlı dorsal metakarpal flep klinik uygulamaları
    (2007) Erhan COŞKUNOL; Hüseyin S. YERCAN; Taçkın ÖZALP; oğuz özdemir; Cengizhan KURT
    Dorsal metakarpal ada flepleri el ve parmak sırtındaki defektlerinin kapatılmasında teknik açıdan zorluk yaratmaması nedeniyle sıklıkla kullanılmaktadır. Bu çalışmada amaç ters akımlı olarak uyguladığımız olguların sonuçlarını ve komplikasyonları değerlendirmek, tekniği gözden geçirmektir. 1995-2002 yılları arasında toplam 34 olguya ters akımlı dorsal metakarpal flep uygulandı. Olguların büyük çoğunluğu dupuytren kontraktürü açılması sonrası gelişen cilt defektleri idi. 2. yada 3. dorsal metakarpal arterler flep için kullanıldı. Hastaların 9'u kadın, 25'i erkek ve ortalama yaşı 44 idi. Operasyon sonrasında hastaları takip süresi ortalama 31 ay oldu. Komplikasyon olarak iki hastada oluşan flep nekrozu debridman ve açık yara tedavisi ile iyileşti. Diabetik bir hastada refleks sempatik distrofi gözlendi, uygun tedavi ile sorun çözüldü. Ters akımlı dorsal metakarpal flep, uygulanması kolay, elin major arteriyel sistemini bozmayan, uygun cilt örtülmesi sağlayan aynı zamanda kemik doku ve sinirin de onarılmasına imkan veren, el dorsali yanında palmar bölgede de kullanabilecek iyi bir flep tekniğidir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Halluk valgus cerrahisinde kapalı kama proksimal metatarsal osteotominin klinik ve radyografik sonuçları
    (2007) Güvenir OKCU; Hüseyin S. YERCAN; Serkan Erkan
    Amaç: Halluks valgus deformitesinde uygulanan kapalı kama proksimal metatarsal osteotominin (PMO) radyografik ve klinik sonuçları değerlendirildi. Hastalar ve yöntemler: Halluks valgus tanısıyla 14 hastanın (12 kadın, 2 erkek; ort. yaş 42; dağılım 18-62) 16 ayağına kapalı kama PMO uygulandı. İki taraflı olgularda ikinci ameliyat ortalama üç ay sonra yapıldı. Tespit materyali olarak 12 ayakta K-teli, dört ayakta mini kortikal vida kullanıldı. Ameliyat öncesi ve sonrası ön-arka grafilerde, halluks valgus açısı, intermetatarsal açı, distal metatarsal artiküler açı, uyum açısı, birinci metatars uzunluğu; yan grafilerde ise birinci metatars ile birinci proksimal falanks diyafizi arasındaki açı ölçüldü. Klinik değerlendirme AOFAS (American Orthopaedic Foot and Ankle Society) skoru ile yapıldı. Ortalama izlem süresi 36 ay (dağılım 7-80 ay) idi. Bulgular: Kaynama ortalama yedi haftada gerçekleşti. Ameliyat sonrasında halluks valgus açısı ortalama 22°, intermetatarsal açı 7°, distal metatarsal artiküler açı 7°, uyum açısı 11°, birinci metatars uzunluğu 6 mm, birinci metatars ile birinci proksimal falanks diyafizi arasındaki açı 6° gerileme gösterdi. AOFAS skorunda ortalama 46 puan artış görüldü. Ameliyat sonrası uyum açısı ve birinci metatars boyundaki değişimler anlamlı bulundu (p<0.05). Ameliyat sonrası AOFAS skorundaki artış, birinci metatars boyunda kısalığın 3 mm’den az olduğu olgularda (9 ayak), kısalığın 3 mm veya daha fazla olduğu olgulara (7 ayak) göre; uyum açısı 8 derecenin altında olan olgularda (9 ayak), uyum açısı 8 derecenin üzerinde olan olgulara göre anlamlı idi (p<0.05). Sonuç: Halluks valgus cerrahi tedavisinde ameliyat öncesi planlama çok önemlidir. Özellikle ileri derecede halluks valgus deformitesinde yapılacak kapalı kama PMO’nun istenmeyen kısalığa neden olabileceği dikkate alınmalıdır.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Romatoid artritte ekstansör pollisis longus kopmaları için ekstansör indisis proprius transferi
    (2007) Taçkın ÖZALP; Erhan COŞKUNOL; oğuz özdemir; Serkan Erkan; İsmail H. ÇALLI
    Amaç: Bu çalışmada romatoid artrite bağlı ekstansör pollisis longus (EPL) tendon kopmalarında ekstansör indisis proprius (EİP) transferinin sonuçları incelendi. Çalışma planı: Yirmi dört hastada (7 erkek, 17 kadın; ort. yaş 41; dağılım 22-72) romatoid artrite bağlı gelişen 25 EPL kopması için EİP transferi yapıldı. Tendon kopması ile cerrahi arasında geçen süre ortalama 4.3 aydı (dağılım 1.5-11 ay). Transfer sonrasında parmak hareketlerinin değerlendirilmesinde Lemmen ve ark. tarafından geliştirilen spesifik EİP-EPL değerlendirme yöntemi kullanıldı. Hastaların çimdik ve kavrama güçleri ölçüldü. Başparmak için metakarpofalangeal (MKF) ve interfalangeal (İF) eklemlerin hareket genişlikleri sağlam tarafla karşılaştırıldı. Hasta memnuniyeti görsel analog skala ile değerlendirildi. Ortalama takip süresi 6.2 yıl (dağılım 4.7-7.9 yıl) idi.Sonuçlar: Parmak hareketlerinin değerlendirilmesinde 14 parmakta (%56) mükemmel, altı parmakta (%24) iyi, dört parmakta (%16) orta, bir parmakta (%4) kötü sonuç elde edildi. Parmakların çimdik gücü normal tarafın %86’sı, kavrama gücü %92’si kadardı. Görsel analog skala ile memnuniyet skoru ortalama 74 (dağılım 24-99) bulundu. Ameliyat edilmeyen tarafla karşılaştırıldığında, başparmak hareket genişliğinde ortalama 23°, işaret parmağın hareket genişliğinde 7°, başparmak ekstansiyonunda İF eklemde 9°, MKF eklemde 17° kayıp oluştu. Yirmi bir elde bağımsız işaret parmağı ekstansiyonu izlendi. Çıkarımlar: Romatoid artrite bağlı kopmalarda EİP’nin EPL’ye transferi başarılı bir yöntemdir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Patellofemoral ağrı sendromunda diz ekleminin propriyosepsiyonu
    (2008) Gökhan AKKAYA; Devrim Akseki; Mehmet ERDURAN; Halit PINAR
    Amaç: Spor yaralanmalarının ya da eklem hastalıklarının etyoloji, tanı ve tedavilerinde propriyosepsiyon kavramı gittikçe daha fazla önem kazanmaktadır. Bu çalışmada patellofemoral ağrı sendromu (PFAS) olan hastalarda diz propriyosepsiyonu değerlendirildi. Çalışma planı: Çalışmaya, klinik olarak tek taraflı PFAS tanısı konan 28 hasta (18 kadın, 10 erkek; ort. yaş 28; dağılım 16-48) ve kontrol grubu olarak, herhangi bir diz yakınması olmayan 27 normal gönüllü (13 kadın, 14 erkek; ort. yaş 26; dağılım 19-32) alındı. Hastaların ortalama yakınma süresi 35.8 hafta (dağılım 2 hafta-3 yıl) idi. Hasta ve kontrol grubunun diz propriyosepsiyonları, dört farklı hedef açı için (15°, 30°, 45°, 60°) aktif eklem pozisyon duyusu yöntemi kullanılarak dijital gonyometre ile ölçüldü ve sonuçlar karşılaştırıldı. Sonuçlar: Patolojik dizlerde, karşı dizlere ve kontrol grubunun sağ ve sol dizlerine göre tüm hedef açılarda yanılma daha fazla idi. Patolojik dizlerle karşı dizler arasında dört hedef açının üçünde (15°, 30°, 60°), 1.01±0.25° ile 1.65±0.43° arasında değişen farklar saptandı (p<0.05). Patolojik dizlerle kontrol grubunun sağ ve sol dizleri arasında ise tüm hedef açılarda 2.48±0.92° ile 3.87±2.46° arasında değişen farklılıklar vardı (p<0.001). Hastaların normal dizlerinde de, kontrol grubunun sağ ve sol dizlerine oranla daha fazla yanıldıkları gözlendi (p<0.001). Aradaki fark bazı hedef açılarda 2.7 dereceyi geçmekteydi. Çıkarımlar: Sonuçlarımız PFAS bulunan hastalarda diz eklemi propriyosepsiyonunun azaldığını, sorundan normal dizin propriyosepsiyonun da benzer şekilde etkilendiğini göstermektedir. Bu çalışmanın bulguları ışığında, PFAS bulunan olguların tedavisinde propriyoseptif egzersizlerin de dikkate alınması önerilebilir
  • No Thumbnail Available
    Item
    Majör ortopedik cerrahilerde venöz tromboemboli profilaksisi: Çokmerkezli, prospektif, gözlem çalışması
    (2008) Öner ŞAVK; BÜLENT ERDEMLİ; Abdullah GÖĞÜŞ; Uğur ÖZİÇ; Hüseyin BAYRAM; Mahmut ARGÜN; Erhan SERİN; Işık AKGÜN; Çetin ÖNDER; HAKAN KINIK; Ömer Faruk BİLGEN; Faik ALTINTAŞ; recep memik; BULENT ATILLA; İrfan Öztürk; Nevzat Dabak; Remzi TÖZÜN; Aykın ŞİMŞEK; Recep Gür USTAOĞLU; Fatih PESTİLCİ; Adnan KONAL; Hakan Gürbüz
    Amaç: Ülkemizde majör ortopedik cerrahi (MOC) için farmakolojik profilaksi uygulanan hastalarda venöz tromboembolizm (VTE) risk faktörleri, kullanılan profilaksi yöntemleri ve klinik bulgu veren derin ven trombozu (DVT) ve pulmoner emboli (PE) sıklığı araştırıldı. Çalışma planı: Prospektif, çokmerkezli, açık, müdahalesiz bir gözlem çalışması planlanarak, 21 merkezden 899 hasta çalışmaya alındı. Olguların 316’sında (%35.2) total kalça protezi (TKP), 328’inde (%36.5) total diz protezi (TDP), 255’inde (%28.4) kalça kırığı (KK) cerrahisi uygulandı. Tüm hastalarda farmakolojik DVT profilaksisine başvuruldu. Sonuçlar: Olguların %73.2’sinde VTE risk faktörleri vardı. En sık görülen risk faktörleri obezite (%72) ve uzamış immobilizasyon (%36.3) idi. Profilaksi için olguların %91.1’inde düşük molekül ağırlıklı heparin, %8.9’unda fondaparinuks kullanıldı. Olguların 273’üne (%30.4) kısa dönem, 626’sına (%69.6) uzun dönem profilaksi uygulandı. Mekanik profilaksi 610 olguda (%67.9) elastik çorap ile, 67 olguda (%7.5) aralıklı hava basınç cihazı ile uygulandı. Üç aylık takip sonucunda sekiz olguda (%0.9) klinik bulgu veren DVT, dört olguda (%0.4) PE gelişti. Mortalite 10 olguda (%1.1) görüldü. Kanama komplikasyonu sekiz olguda (%0.9) majör, 40 olguda (%4.5) minör idi. Çıkarımlar: Etkin VTE profilaksi yapıldığında MOC’de klinik bulgu veren DVT ve PE oranları düşük olmaktadır.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Periferik sinir tamirinde biyolojik membranın sinir iyileşmesini hızlandırıcı etkisi
    (2008) Taçkın ÖZALP; Alain-Charles MASQUELET
    Amaç: Sinir rehber kanalları, kesik iki sinir ucu arasındaki boşluğu köprülemek amacıyla kullanılan doğal ya da sentetik tübüler yapılardır. Biyolojik bir membran oluşturmak bir rehber kanalın ucuz ve kolay bir yolu olabilir. Bu çalışmada biyolojik membranın sinir iyileşmesini hızlandırıcı etkisi araştırıldı. Çalışma planı: Ağırlıkları 200-250 gr arasında değişen 20 adet erişkin erkek Wistar albino sıçan 10’arlı iki gruba ayrıldı. Her iki grupta da median sinir kesisiyle 5 mm’lik bir defekt oluşturuldu. İlk grupta, defekt diğer üst ekstremite median sinirinden alınan bir parça ile greftlenirken, ikinci grupta defekte bir silikon implant yerleştirildi ve her iki uca anastomoze edildi. Beş hafta sonra silikon implant çıkarıldı ve oluşmuş olan membran içine diğer üst ekstremiteden alınan median sinir grefti uç uca anastomoz yöntemiyle dikildi. Kasların fonksiyonlarındaki geri dönüş Bertelli ve Mira tarafından önerilen testle değerlendirildi. Güç ölçümlerine, her iki grupta da greft konduktan beş hafta sonra başlandı ve 12 hafta boyunca sürdürüldü. Sonuçlar: İkinci grupta sinir rejenerasyonunu gösteren kas gücü geri dönüşünün birinci gruba göre çok daha hızlı gerçekleştiği görüldü. İkinci grupta ortalama 10. haftada sinir iyileşmesinde tam geri dönüş gözlenirken, birinci grupta 12. hafta sonunda iyileşme oranı %90.2 idi (p<0.05). Çıkarımlar: Günümüzde otojen greft uygulaması hala altın standart olan yöntemdir. Biyolojik membran sinir iyileşmesini hızlandırmaktadır. Ayrıca, sadece iki ucun açılması yeterli olduğundan, diseksiyon daha sınırlı olmakta, ameliyat kolaylaşmakta ve süresi kısalmaktadır. Bu avantajları nedeniyle diğer tekniklere iyi bir seçenek olarak düşünülebilir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Kolles kırığı tedavisinde kapalı redüksiyon alçılı tespit ile Kapandji yönteminin karşılaştırılması
    (2008) R. Taçkın ÖZALP; M. Gökhan AKKAYA; Hüseyin S. YERCAN; Özgür VURAL; Güvenir OKCU
    Amaç: Kolles kırıklarının tedavisinde kapalı redüksiyon ve alçılı tespit ile Kapandji yönteminin sonuçlarını karşılaştırmaktır. Hastalar ve yöntem: 2003-2006 yılları arasında hastanemiz Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı polikliniği ve acil servise başvuran ve izlemi yapılabilen 33 hastanın 33 Kolles kırığı rastgele olarak, kapalı redüksiyon ve alçılı tespit veya Kapandji yöntemi ile tedavi edilerek klinik ve radyolojik sonuçları değerlendirildi. Çalışmaya katılan hastaların 9’u erkek, 24’ü kadın, ortalama yaşı 51.9 (23 yaş -76 yaş) olarak saptandı. Ortalama takip süresi 14 ay (6 ay-30 ay) olarak bulundu.Bulgular: Kapandji tekniği uyguladığımız 14 hastada Gartland Werley değerlendirme skoruna göre % 85,7 iyi ve mükemmel sonuç alınırken kapalı redüksiyon ve alçılı tespit uyguladığımız 19 hastada % 94,7 iyi ve mükemmel sonuca ulaştık. Mann- Whitney U testi ile yapılan değerlendirmede iki tedavi seçeneği arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p=0,971). Radyolojik değerlendirmelerde Kapandji yönteminin palmar inklinasyon açısını kapalı redüksiyon ve alçılı tespit yöntemine göre daha iyi düzelttiği sonucuna ulaştık (p=0,003). Radial uzunluk (p=0,524) ve radial eğim açısının düzeltilmesi yönünden (p=0,594) ise iki grup arasında anlamlı fark bulunmadı. Çıkarımlar: Kolles kırıklarının tedavisinde kapalı redüksiyon ve alçılı tespit halen etkin bir tedavi yöntemi olarak görülmelidir. Skopi kullanılması gerekliliği dışında Kapandji tekniği kolay uygulanabilir, komplikasyonları az olan ve düşük maliyetli bir cerrahi tedavi seçeneğidir. Fonksiyonel sonuçların benzer olduğu göz önüne alındığında Kapandji tekniği özellikle yaşlı hastalarda, uzun süreli alçı tedavisini kabul etmeyen veya alçı tedavisine uyum sağlayamayacak hastalarda iyi bir tedavi seçeneği olabilir.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Osteogenezis imperfektalı bir olguda anestezi uygulaması
    (2008) Melek SAKARYA; Mert ÖZER; İsmet TOPÇU; Şebnem ÖRGÜÇ
    Osteogenezis imperfekta (OI) anormal Tip I kollajen üretimi ile karakterize, otozomal kalıtımlı ender bir bağ dokusu hastalığıdır. OI’lı olgularda, anatomik anormallikler rejyonel anestezi uygulamasını zorlaştırarak anestezi tekniğinin seçimini etkilemektedir. Bu olgularda hava yolu kontrolü ve entübasyonla ilişkili sorunların yanı sıra anestezik ajanların malign ve malign olmayan hipertermiyi tetikleme riski ile karşılaşılmaktadır. Bu makalede, OI olgularda anestezi seçiminin tartışılması ve üretra taşı nedeniyle ameliyatı planlanan OI’lı bir olguda total intravenöz anestezi ve laringeal maske uygulamasının değerlendirilmesi amaçlandı.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Gonartrozlu hastalarda patellofemoral eklem dinamiği
    (2009) Dverim AKSEKİ; Halit PINAR; Mehmet ERDURAN; Osman KARAOGLAN
    Amaç: Gonartrozla ilgili yapılan çalışmaların çoğunda tibiofemoral eklem değerlendirilmiş, fakat patellofemoral eklemin gonartrozla ilişkisi göz ardı edilmiştir. Bu çalışmada gonartrozlu olgularda patellofemoral eklem dinamiği incelendi.Hastalar ve yöntemler: Diz protezi endikasyonu nedeniyle ameliyatı planlanan 22 hastanın (19 kadın, 3 erkek; ort. yaş 67.0±3.2; dağılım 58-75) 33 dizinin patellofemoral eklemlerine dinamik ve kinematik bilgisayarlı tomografi incelemesi yapıldı. Kontrol grubu ise hiçbir diz yakınması bulunmayan 14 olgunun (11 kadın, 3 erkek; ort. yaş 25±4.6; dağılım 10-46) 28 dizinden oluştu. Hem hasta grubunda hem kontrol grubunda kuadriseps kontraksiyonlu ve kontraksiyonsuz olarak farklı fleksiyon derecelerinde (0°, 10°, 20°, 30°, 40° ve 60°) alınan kesitlerde sulkus açısı, uyum açısı ve patellar tilt açısı ölçüldü. İstatistiksel analizler için ANOVA ve eşleştirilmiş t-testi kullanıldı.Bulgular: Hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı derecede artmış patellar tilt varlığı gözlendi (p<0.05). Gonartroz grubunda uyum açısı, hastalara göre 0° ve 10°’lik fleksiyon açılarında anlamlı derece az iken, 20°, 30°, 40° ve 60°’lerde anlamlı derecede fazla idi (p<0.05). Kuadriseps kontraksiyonu normal bireylerde uyum açısını anlamlı oranda artırırken, gonartroz grubunda kas kontraksiyonunun açılar üstünde değişiklik yapmadığı gözlendi. Çıkarımlar: Gonartrozlu hastalarda patellofemoral eklem dinamiği, normal bireylerden farklıdır. Diz protezi uygulamalarından sonra görülen patellofemoral yakınmaların etyolojisinde bu farklılıklar dikkate alınmalıdır.
  • No Thumbnail Available
    Item
    Dejeneratif lumbar spondilolisteziste cerrahiye ait komplikasyon nedenleri
    (2010) Cemil OKTA; R. Taçkın ÖZALP; Güvenir OKCU; Hüseyin S. YERCAN; Serkan Erkan
    Geçmiş bilgiler: Dejeneratif spondilolisteziste en az 3 ay süre ile konservatif tedavi almasına rağmen ısrarlı ve tekrarlayıcı bel ve bacak ağrısı veya nörojenik kladikasyosu olan, hayat kalitesi belirgin düzeyde azalmış ve ilerleyici özellikte nörolojik tutulumu olan hastalar cerrahi tedaviye adaydır. Cerrahi tedavide, enstrümantasyonlu füzyon ile daha iyi uzun dönem fonksiyonel sonuçlar elde edildiği, fakat daha çok komplikasyona görüldüğü bildirilmiştir. Amaç: Bu çalışmada enstrümantasyon ve posterolateral füzyon uygulanan dejeneratif lumbar spondilolistezisi olan olgularda karşılaşılan komplikasyonlara ait risk faktörlerini ve bunların insidansını belirlemesi amaçlanmıştır. Materyal ve Metod: 2006 ile 2009 yılları arasında dejeneratif lumbar spondilolistezisi ve en az 3 aylık konservatif tedaviye rağmen ısrarlı ve tekrarlayıcı bel ve bacak ağrısı ile nörojenik kladikasyosu olan 28 hastaya (22 kadın, 6 erkek; ortalama yaş 62,7 (54-68)) enstrümantasyonlu posterolateral füzyon ve posterior dekompresyon uygulanmıştır. Ortalama takip süresi 24.2 ay (14-37 ay)ʼdır. Eşlik eden morbidite sayısı, hastaların yaşı, ameliyat süresi, kan kaybı miktarı ve füzyon seviyesinin sayısı ayrı ayrı kaydedilmiştir. Bu parametreler ile erken dönem (<3ay) ve geç dönem (>3ay) komplikasyonlar arasındaki ilişki değerlendirilmiştir. Sonuçlar: 22 hastada (% 78) eşlik eden diabetes mellitus, hipertansiyon, kardiyak hastalıklar, osteoporoz, gastro-intestinal sistem hastaliklari ve depresyon gibi ciddi morbiditeler saptanmıştır. Ortalama ameliyat süresi 172.7 ± 26.8 dakika ve ortalama kan kaybı 862.5 ± 269 ml olarak belirlenmiştir. Füzyon uygulanan segment sayısı ortalama 1.9 ± 0.7 olup, 10 hastada (% 35) erken ve 5 hastada (% 17) ise geç dönem komplikasyon saptanmıştır. İki veya daha fazla morbiditesi olan hastalarda anlamlı olarak daha fazlaerken dönem komplikasyonlar görülmüştür (p: 0.02). 60 yaş üstü hastalarda daha genç hastalara göre daha fazla erken ve geç dönem komplikasyonlar izlenmiştir (p: 0.05 ve p: 0.03, sırasıyla). Ameliyat süresinin (>180 dakika) ve kan kaybının (>900 ml) olduğu olgularda daha fazla erken dönem komplikasyon saptanmıştır. (P: 0.02 ve P: 0.03, sırasıyla). Füzyon uygulanan segment seviyesinin (>2) olan hastalarda ise daha fazla geç dönem komplikasyonlar gözlenmiştir ( P: 0.04). Çıkarımlar: Dejeneratif lumbar spondilolistezis nedeniyle enstrümantasyon ve posterolateral füzyon uygulanan 60 yaşın üzerinde, 2 veya daha fazla morbiditesi olan ameliyat süresinin daha uzun (>180 dakika) ve kan kaybının fazla (>900 ml) olduğu hastalarda erken dönem komplikasyonları açısından, 60 yaşın üzerinde ve uygulanan füzyon seviyesinin ise 2ʼden daha fazla olduğu hastalarda ise geç dönem komplikasyonlarının daha fazla görüldüğü belirlenmiştir. Eşlik eden sistemik hastalığı olan 60 yaş üzeri dejeneratif spondilolistezisli hastalarda ameliyat süresinin ve kan kaybının azaltılmasının komplikasyon oranlarını azaltacağı fikri elde edilmiştir.
  • «
  • 1 (current)
  • 2
  • »

Manisa Celal Bayar University copyright © 2002-2025 LYRASIS

  • Cookie settings
  • Privacy policy
  • End User Agreement
  • Send Feedback