Browsing by Subject "Pediatri"
Now showing 1 - 20 of 117
Results Per Page
Sort Options
Item Tip 1 diabetes mellitus ve çölyak hastalığı birlikteliği: Olgu sunumu(2005) Yılmaz Özge İKİZOĞLU; Neşe ÖGER; Erhun Kasırga; Betül ErsoyTip 1 Diabetes Mellituslu (DM) hastalarda Çölyak hastalığı sık saptanır. Bu birliktelik, her iki hastalığın patogenezinin genetik-otoimmün temellere dayanmasından kaynaklanabilir. Sunulan olgu, iki haftadır süren poliüri, polidipsi yakınmalarına son günlerde kusma ve sık nefes almanın eklenmesi üzerine başvurdu. Kan şekeri 617 mg/dl saptandı. Arteriyel kan gazının metabolik asidoz lehine bulunması üzerine diabetik ketoasidoz tanısı ile hastaneye yatırıldı. Eşlik edebilecek otoimmün hastalıklara yönelik tarama sırasında Anti-gliadin IgA, IgG ve Anti-endomisyum antikorları pozitif bulundu. Çölyak hastalığı tanısı endoskopik duodenal biyopside villöz atrofinin ve lenfositik infiltrasyonun saptanması ile kesinleştirildi. İzleminde hipoglisemi atakları saptanması üzerine subkutan insülin dozunu düşürerek ve glutensiz diyetle müdahale edildi. Birlikteliği sık görülen Tip 1 DM ve Çölyak hastalığı aynı dönemde ortaya çıkabilir. Bu durumda, glutensiz diyet kan şekeri regülasyonunda önemli rol oynamaktadır.Item Amputated tuba-ovarian torsion in a newborn(2005) Yüksel PABUŞÇU; Mine ÖZKOL; Yılmaz Gülgün OVALI; ozum yuksel bugdayci; Aydın ŞENCAN-Item Juvenile dermatomyositis resistant of steroids(2005) Tarkan İKİZOĞLU; Mine ÖZKOL; Selim SERTER; İpek AKİL; Yılmaz Özge İKİZOĞLU; Şenol Coşkun; Muzaffer POLAT-Item Soliter rektal ülser sendromlu bir olgu(2005) Yılmaz Dilek ÇİFTDOĞAN; Deniz AYDOĞAN; Erhun Kasırga; Muzaffer POLATSoliter rektal ülser sendromu (SRUS) çocuklarda nadir görülen, rektal kanama, tenesmus, ishal, kabızlık ve mukuslu dışkılama bulgularıyla karakterize bir hastalıktır. SRUS etyolojisi multifaktoriyeldir ve etiyolojide iskemi ve travmaönemli role sahiptir. Burada rektal kanama, değişmiş dışkılama alışkanlıkları ve karın ağrısı ile başvuran, kabızlığın olduğu dönemlerde sert fekalomların rektumdan parmakla çıkarıldığı öğrenilen onaltı yaşındaki erkek olgu sunulmuştur. Olguya endoskopik inceleme ile SRUS kesin tanısı konuldu. Bu olgu sunumu ile rektal kanama ve değişken dışkılama şekli yakınmaları olan olgularda mutlaka soliter rektal ülser sendromunun düşünülmesi gerektiği ve yineleyenyakınmaları olan olgularda SRUS'u tanımlamada endoskopik incelemenin önemi vurgulanmak istenilmiştir.Item Maliyniteli çocuk hastalarda hastane enfeksiyonları: Risk faktörleri, etkenler, antibiyotik duyarlılıkları(2005) Elif Güler kazancı; Hüseyin GÜLEN; Nimet GEMALMAZ; Ayşe ERBAY; Canan Vergin; Yüce AYHAN; Gamze GÜLFİDANHastane infeksiyonları, yatan tüm hastalar için sorun olmakla birlikte maliyn hastalarda çok ağır seyretmekte ve tedavi başarısını, prognozu etkileyen en önemli faktörlerin başında gelmektedir. Burada maliyniteli çocuklarda gelişen hastane infeksiyonları, risk faktörleri, etken mikroorganizmalar ve antibiyotik duyarlılıklarının belirlenmesi amaçlandı. Bu çalışmada 01.01.2003-31.12.2003 tarihleri arasında hastanemiz Onkoloji servisinde yatan 0-17 yaş çocuk hastaların hastane infeksiyon atakları incelendi. Kliniğimizde bir yıllık takip süresi içerisinde toplam 92 hastane enfeksiyon atağı görüldü, net hastane enfeksiyonu hızımız % 3.3 olarak hesaplandı. İnfeksiyon ataklarının, 411 (% 44.6) Akut Lenfoblastik Lösemi, 16'sı (%17.4) Akut Myelositer Lösemi, 15'i (%16.3) Non Hodgkin Lenfoma, 20'si ise (% 21,8) solid tümörlü hastalarda idi. 58 infeksiyon atağında (%63) nötropeni mevcuttu. Fizik incelemede 66 atakta (% 71.7) infeksiyon odağı saptanırken, 26'sında (%28.3) odak saptanamadı ve bakteriyemi olarak değerlendirildi. Ataklar sırasında alınan kültürlerde (kan, idrar, deri sürüntüsü, sekresyon) 28 atakta (%33.2) etken mikroorganizma izolasyonu yapılabildi. Mikrobiyolojik olarak dökümante edilebilen 14 atakta gr (-) barsak patojenleri, 10 atakta gr (+) etkenler ve 4 atakta mantar türleri saptanmıştır. Hastane infeksiyonu olarak izlediğimiz 92 ataktan 16'sında (%17.4) olgular kaybedildi. Kaybedilen hastaların tamamı relaps gelişen veya terminal dönemdeki hastalardı. Hastane infeksiyonlarının çoğunun dirençli ve tedavisi zor olan mikroorganizmalarla meydana geldiği, mortalitelerinin yüksek olduğu bilinmelidir. Ayrıca her hastane kendi mikroorganizma profillerini çıkararak tedavilerinde ampirik uygulamaların yerine duyarlı antibiyotiklerin optimal doz ve sürede kullanımını sağlamalıdır.Item Adolesan dönemde amebiyazis ve ülseratif kolit birlikteliği olan bir olgu(2005) Ali ONAĞ; Cemaliye ÇELİK; Yılmaz Dilek ÇİFTDOĞAN; Muzaffer POLAT; Erhun Kasırga; Hasan YükselUlseratif kolit çeşitli organ ve sistemleri etkileyen gastrointestinal sistemin inflamatuar hastalığıdır. En sık yakınma kanlı mukuslu diaredir. E. Histolytica'nın neden olduğu amibiazis de kanlı mukuslu diareyle birlikte olup ayırıcı tanıda önem taşır. Her iki tablo da bir arada olabilir. Bu yazıda her iki hastalığın bir arada olduğu rekurren kanlı mukuslu diareyle klinik veren hasta sunulmaktadır. Kronik semptomları olan adölesan hastalarda amibiazis yanında ülseratif kolit de olabileceğini göz önüne alıp kolonoskopi ve histopatolojik inceleme yapılması unutulmamalıdır.Item CHARGE birlikteliği: Olgu sunumu(2005) ABDÜLKADIR GENÇ; Can Taneli; Tolga KÜÇÜKOĞLU; Erol MİR; Oğuz Alp ARSLAN; Aydın ŞENCAN; Cüneyt GÜNŞAR; Ömer YILMAZCHARGE birlikteliği, birbiri ile ilişkili doğumsal anomaliler kombinasyonudur ve bu anomalilerin baş harflerinden oluşmaktadır. 5 yaşında erkek olgu kliniğimize hipospadias nedeniyle başvurmuştur. Olgunun yapılan fizik muayenesinde ağırlık 10-25 persantil, boy 10-25 persantildir. Olguda sol kulakta protrüzyon; koronal hipospadias ve ventral kordi; her iki gözde iris kolobomu, koroid kolobomu, lens kolobomu ve mikroftalmi bulunmaktadır. Gelişim ince devinsel alanda 3,5 yaş; dil ve kaba devinsel alanda 4 yaş olarak saptanmıştır. Olguya Snodgrass yöntemi ile hipospadias onarımı ve kordi düzeltilmesi yapıldı. Olguda CHARGE birlikteliği tanısı yedi ana bileşenin en az dördünün varlığı ile konulmuştur. Çocukluk çağı anomalileri ve çocuk cerrahisi hastalıkları içinde ender görülen bir anomali olması nedeniyle olgu sunulmuştur.Item Lösemili çocuklarda QT dispersiyonu ve önemi(2005) Elif Güler kazancı; Hüseyin GÜLEN; Demet UZUNKAYA; Timur MEŞE; Vedide TAVLI; Ayşe ERBAY; Canan VerginAmaç: Çocukluk çağı lösemi tedavi protokolleri çoklu ve yüksek dozlarda kemoterapik ajanları kapsar. Bunlar, kalp ve diğer birçok doku ve organ üzerinde önemli toksisite nedeni olduğundan hastalar tedavi sırasında ve sonrasında yan etkiler açısından izlenmektedir. QT dispersiyonundaki artısın kardiyak ölümler açısından artmış risk ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada, halen kemoterapi alan ve tedavilerini tamamlamış remisyondaki lösemili çocuklarda olası kardiyak yan etkilerin \"düzeltilmiş QT dispersiyonu (QTcD)\" kullanılarak araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Akut lenfoblastik lösemili 24 (%43.6)'ü kız, 31 (%56.4)'i erkek toplam 55 çocukta (ortalama yaş: 8.8 ± 4.2 yıl) QT dispersiyonları değerlendirildi. Hastaların ortalama izlem süresi 34.1 ± 21.0 (aralık 1-80) ay idi. Tüm hastaların kümülatif antrasiklin dozları (mg/m2) belirlendi. EKG çekimlerinin yapıldığı gün eşzamanlı olarak serum elektrolit ve protein düzeyleri, tiroid fonksiyon testleri kontrol edildi. QT ve QTc intervalleri için dispersiyon, her EKG'deki 12 deriuasyonda maksimum ve minimum QT ve QTc intervalleri arasındaki farklılık olarak hesaplandı. Veriler SPSS 10.0 for Windows programı kullanılarak analiz edildi. Bulgular: Tedavisi süren (n:21) ve tedavisi tamamlanmış olan (n:34) olgular arasında QTc, QTD, QTcD, tiroid fonksiyonları, elektrolitler, globulin düzeyi ve tiriod fonksiyon testleri ve kümülatif antrasiklin dozları açısından farklılık saptanmazken, sadece QT süresi ve albümin düzeyi açısından farklılık saptanmıştır (sırasıyla 0.31 ± 0.04'e karşı 0.34 ± 0.04, p-. 0.009 ve 3.7 ± 0.6'ya karşı 4.2 ±0.5, p-.O.Ol). Kümülatif antrasiklin dozu <250 mg/m2 (n:44) ve >250 mg/m2 olan olgularda (n-.ll) ise elektrokardiyografik ölçümlerde farklılık saptanmazken sadece globulin seviyesi farklı bulunmuştur (2.7 ± 0.5'e karşı 3.2 ± 0.9 p.- 0.02). Sonuç: Hastalarımızda kullanılan kemoterapi protokollerinin (ALL BFM 95 ve TRALL 2000) tedavi sırasında ve tedavi sonu ortalama üç yıl içinde belirgin kardiyotoksisiteye yol açmadığı görülmüş, hastaların daha uzun süreli izlemlerinin gerekli olduğu kanısına varılmıştır.Item İdiopatik trombositopenik purpura tedavisinde anti-D(2005) Ayşe ERBAY; Canan Vergin; Hüseyin GÜLEN; Demet UZUNKAYA; Elif Güler kazancıAmaç: Idiopatik trombositopenik purpura (ITP); trombositopeni, trombosit ömründe kısalma, plazmada anti-trombosit antikorların varlığı ve kemik iliğinde megakaryoşit sayısında artma ile karakterize otoimmun bir hastalıktır. ITP'nin tedavisi bireysel temellere ve trombositopeninin derecesine bağlıdır. Anti-D, büyük oranda eritrositlerin Rho (D) antijenine karşı gelişmiş antikorları içeren bir gama globulindir. Klinik çalışmalar, splenektomi yapılmamış, Rh (+) ITP'H hastalarda intravenöz anti-D'nin güvenli ve etkili bir tedavi olduğunu göstermektedir. Bu çalışmada akut ve kronik ITP'H çocuk hastalarda anti-D tedavisinin etkinliği ve güvenilirliğinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi Hematoloji bölümünde 4-78 aydır izlenen, 2-15 yaş arasındaki, 15 ITP'H hastaya 50 \\xg/kg dozunda anti-D (WinRhoSDFTM) intravenöz olarak uygulandı. Tedavi öncesi bazal, tedavi sonrası 1., 3. ve 7. gün trombosit sayıları ve hemoglobin değerleri tespit edildi. 7. gündeki trombosit sayısı >150xl09/L tam yanıtlı; 20-150xl09/L kısmi yanıtlı; <20xl09/L tedaviye yanıtsız kabul edildi. Tedavi sonrası 1-53 hafta izlendi. İstatistiksel analizde Fisher-exact test kullanıldı., Bulgular: Dokuz hastada parsiyel, üç hastada tam yanıt alındı. Tüm olgularda 7. gün trombosit sayısı 79xlO9/L olup, median 20xl09/L'nin üzerinde seyretti. Klinik olarak akut veya kronik seyirli olgularda tedaviye yanıt yönünden istatistiksel fark bulunmadı. Tüm olgularda Hb değerlerinde ortalama 1.2 ± 1.0 gr/dl düşme oldu. Anaflaksi gibi ciddi bir yan etki gözlenmedi. Bir olgu eşlik eden gastrointestinal sistem kanaması nedeniyle transfüze edildi. Sonuç: Akut ve kronik ITP'H çocuklarda Anti-D, güvenli, kolay ulaşılabilir, ucuz ve etkili bir tedavi yöntemidir.Item Pediatrist gözüyle: Testis torsiyonu(2005) Ayten EGEMEN; Yılmaz Ö. İKİZOĞLUTestis torsiyonu spermatik kordun dönerek Skrotum içindeki testis ve ona komşu dokulara giden kan akımını engellemesidir. Tanı ve tedavi sürecinde geçen zamanın doğrudan testisin yaşama şansını etkilediği testis torsiyonu pediatri ve cerrahinin ortak acilidir. Testisin spermatik kord üzerinde serbest hareket ettiği durumlarda ortaya çıkan torsiyon venöz oklüzyon, dilatasyon ve arteriyel iskemi sonucu testis infarktüsüne neden olmaktadır. 25 yaş altı erkeklerde 1/4000 oranında saptanan bu durum en sık 1-18 yaş arasında ortaya çıkmakta olduğundan akut skrotal ağrı ile başvuran tüm erkek çocuklarda hatırlanmalıdır. Anamnez ve fizik inceleme ayırıcı tanıyı sağlayabildiğinden laboratuvar incelemeleri ile zaman kaybedilmemesi uygundur. Başarılı sonuçta klinisyenin rolü büyüktür. Gerektiğinde tanıda hem Nükleer Tıp yöntemleri hem de Doppler USG yardimcidir. Tedavisi manuel ve/veya cerrahi detorsiyondurItem Kardiyak rabdomiyoma ve tuberoz skleroz: Olgu sunumu(2005) İpek AKİL; Yılmaz Dilek ÇİFTDOĞAN; Zehra TİRYAKİ; Muzaffer POLAT; Şenol Coşkun; Erhun KasırgaTuberoz sklerozis, mental retardasyon, epilepsi ve adenoma sebaseum triadı ile karakterize otozomal dominant geçişli nörokutaneoz bir sendromdur. Deri, beyin, böbrek, kalp ve göz tutulumu tuberoz sklerozda sıktır. Çocukluk çağında kardiyak tümörler oldukça nadirdir. Çocukluk çağında en sık görülen primer kardiyak tümör kardiyak rabdomiyomadır ve genelde tuberoz skleroz ile ilişkilidir. Çocukluk çağında kardiyak rabdomyoma spontan regresyon özelliği ile genellikle benign olarak kabul edilir. Bu olgu sunumunda infantil spazm şeklinde nöbetleri olan ve yapılan ekokardiyografide sağ ventrikülde rabdomiyoma saptanan bir yaşındaki kız olgu sunulmuştur. Olgunun 6 ay sonraki ekokardiyografik incelemesinde belirgin regresyon vardı. Bu olgu sunumunda, tuberoz sklerozlu olguların yarısından fazlasında görülen ve genellikle asemptomatik olan kardiyak rabdomiyomaların spontan regresyon özelliği ve gerek tanıda gerekse izlemde ekokardiyogramın öneminin unutulmaması gerektiği vurgulanmak istenilmiştir.Item Pediyatrik günübirlik cerrahide ebeveynlerin postoperatif dönem hakkındaki endişelerinin değerlendirilmesi(2005) Verda TOPRAK; Tezcan Gönül KELEŞ; Kaan TOPALOĞLU; Demet TOKBu çalışmada, günübirlik cerrahi geçirecek olan çocuk olguların ebeveynlerinin postoperatif dönem hakkındaki endişelerinin neler olduğunun belirlenmesi amaçlandı. CBÜ Tıp Fakültesi Etik Kurul izni ile açıklamalı onay alındıktan sonra 100 çocuk olgunun ebeveyni değerlendirmeye alındı. Hazırlanan standart soru anketinde postoperatif ağrı, bulantı, kusma, çevreyi tanımama, titreme, boğaz ağrısı, uykuya meyilli olma ve susuzluk hissi semptomlarının, puanlama yapılarak değerlendirilmesi istendi. Ayrıca sorulmayan ve onların eklemek istedikleri soru var ise, diğerleri bölümüne puanları ile birlikte kaydedildi. Puanlama 1 puan: onları bu konu hiç endişelendirmiyor, 10 puan: ise bu konu onları çok endişelendiriyor şeklinde değerlendirmeleri sağlanarak yapıldı. Ebeveynler 7.32 ± 3.09 puan vererek en çok postoperatif ağrı konusunda endişeli olduklarını belirttiler. Yüksek öğrenim gören ebeveynler susuzluk hissi (5.31 ± 3.96 puan, p<0.02) ve çevreyi tanımama (4.51 ± 3.83 puan, p<0.008) konusunda daha çok endişeli idi. Diğerleri bölümünde başarısız cerrahi girişim (4.38 ± 4.70 puan) ve gereksiz invaziv girişim (3.43 ± 4.40 puan) gibi konularda endişeler yer almaktaydı. Sonuç olarak, preoperatif değerlendirme sırasında ebeveylerin endişe duyduğu konuların yeterli açıklamalar yapılarak ve anestezist cerrah işbirliği ile ortak bir dil konuşarak aydınlatılması gerektiğini düşünmekteyiz.Item Sarılık nedeni ile başvuran asemptomatik yenidoğanlarda idrar yolu enfeksiyonu sıklığı(2006) Tarkan İKİZOĞLU; Özgür YURTTAŞ; Höri GAZİ; Özge YILMAZ; İpek AKİL; Nermin TANSUĞYenidoğan döneminde fizyolojik olabilen sarılık, idrar yolu enfeksiyonu (İYE) gibi sistemik hastalıkların bir bulgusu olarak ortaya çıkabilir. Bu çalışmanın amacı bir aylıktan önce sarılıkla başvuran, başka sistemik bulgusu olmayan yenidoğanlarda İYE sıklığının belirlenmesidir. Bu çalışmada eylül 2003-mart 2005 tarihleri arasında Celal Bayar Üniversitesi Çocuk Polikliniği'ne sarılık yakınması ile başvurmuş olan 1 aydan küçük 83 hastanın kayıtları incelendi. Başvuru anındaki ateş yüksekliği, huzursuzluk, kusma, ishal, idrar-gaita renginde değişiklik kaydedildi. Hemoglobin, hematokrit, retikülosit düzeyleri, karaciğer fonksiyonları aspartat aminotransferaz (AST), alanin aminotransferaz (ALT), gama glutamil transferaz (GGT), total ve direkt bilirubin, üre ve kreatinin düzeyleri değerlendirildi. Tüm hastaların idrar örneklerindeki dansite, pH, nitrit pozitifliği ve lökosit/eritrosit deşarjı bakıldı. Standart kantitatif idrar kültüründe tek mikroorganizmanın 105 ve üzerinde kolonisi üremiş olanlar idrar yolu enfeksiyonu grubuna alındı. Sarılık süreleri ve tedavi gereksinimi belirlendi. İdrar yolu enfeksiyonunun %21.6 hastada saptanmış olduğu görüldü. Sarılık başlangıcı her iki grup arasında anlamlı farklı değildi ancak sarılık süresi İYE grubunda anlamlı uzundu (p=0.00). Tedavi gereksinimi gruplar arasında farklı değildi (p=0.28). Biyokimyasal ve hematolojik parametrelerden ALT düzeyinin İYE grubunda istatistiksel olarak anlamlı yüksek olduğu bulundu (p=0.00). İYE saptanan 18 hastanın %38.9'unda (n=7) E.coli, %33.3'ünde (n=6) Klebsiella ürediği belirlendi. Asemptomatik hiperbilirubinemisi olan bebeklerin bakteriyemi riski de göz önüne alınarak, sarılık süresi ve tam idrar analiz ve mikroskopi sonuçlarından bağımsız olarak idrar kültürü sonuçları ile İYE açısından değerlendirilmesi morbidite ve mortalitenin azaltılması açısından önem taşıyabilir.Item Çocuklarda göğüs ağırısı ayırıcı tanısında kardiyak nedenler: Kardiyak enzimlerin rolü?(2006) Berna ÇEVİK; Vedide TAVLI; Türkay SARITAŞ; Timur MEŞE; Şükrü CANGAR; HALUK MERGEN; Şebnem GÜLELİAmaç: Göğüs ağrısı şikayeti ile hastanemiz acil servisine başvuran çocuklarda etnolojik nedenlerin belirlenmesi ve kardiyovasküler nedenlerin tanısında kardiyak enzimlerin tanısal değerinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: İzmir Dr. Behçet öz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Kasım 2003- Mart 2004 arasında yapılan bu prospektif çalışmaya göğüs ağrısı şikayeti ile Acil Servise başvuran 100 ardışık olgu alınmıştır. Her hastada öykü, fizik bakı, psikiyatrik değerlendirme, elektrokardiyografi, ekokardiyografi ve enzimler (CK, CK-MBve Troponin I) çalışılmıştır. Bulgular: Sol prekordiyuma lokalize keskin ağrı %78 oranı ile en sık görülen göğüs ağrısı tipi olmuştur. Göğüs ağrısı nedenleri; %53 idiopatik, %18 kas-iskelet, %15 psikiyatrik, %6 kardiyak, %5 respiratuvar ve %4 gastrointestinal sistem kökenli olarak belirlenmiştir. Kardiyak enzimler göğüs ağrısı olan tüm olgularda ve kontrol grubunda normal sınırlarda bulunmuştur (p>0.05). Sonuç: Kardiyovasküler nedenlere bağlı göğüs ağrısı pediatrik grupta %6 gibi düşük oranda bulunmuştur. Ancak morbiditesi ve mortalitesi yüksek olabileceğinden ağrının kardiyovasküler sistem kökenli olup olmadığının ayırdedilmesi önemlidir. Troponin I incelemesi kardiyak kökenli olduğu düşünülen göğüs ağrıları dışında rutin olarak yapılmamalıdır.Item Çocuklarda erken yaşta üst düzey sportif antrenmanın büyüme ve gelişmeye etkisi(2006) Ramazan SAVRANBAŞIB u incelemenin amacı çocuklarda erken yaşta üst düzey sportif antrenmanın büyüme ve gelişmeye etkilerini yorumlamaktır. Günümüzde üst düzey performansı hedefleyen özel yetenekli çocukların sportif antrenmanları ve yarışmaları spor branşlarının özelliklerine göre erken yaşta başlar. Çocukların ulusal ve uluslararası yarışmaları dikkate alındığında, antrenman ve yarışma yaşlarının büyüme açısından son derece hassas dönemlere rastladığı görülmektedir. Literatürde sportif antrenmanların büyümeyi, özellikle kızlarda puberte öncesinde, geciktirse bile daha sonraki dönemde bunun telafi edildiği, optimum sportif antrenmanın büyümeyi olumsuz yönde etkilemediği ve organizmanın gelişimini (fonksiyonel yeteneğini-kapasitesini) arttırdığı ortaya konulmuştur. Sonuç olarak, sportif antrenmanların hesaplanan büyüme düzeylerine ulaşmayı olumsuz etkilemediği buna ilaveten gelişime önemli katkılarının olduğu söylenebilir.Item 0-3 aylık bebeği olan annelerin bebek bakım becerilerini etkileyen faktörler(2006) Dilek ERGİN; NURSEN BOLSOY; SELMIN SENOLBu araştırma, annelerin bebek bakım becerilerini etkileyen faktörleri saptamak amacı ile tanımlayıcı olarak planlanmıştır. Araştırma örneklemini 7 mart-16 haziran 2001 tarihleri arasında İzmir İli Bornova Sağlık Grup Başkanlığı'na bağlı Doğanlar Sağlık Ocağı'na başvuran 0-3 ay arasındaki sağlıklı bebeklerini, rutin bebek izlemine getiren anneler oluşturmuştur. Annelere çalışma içeriği açıklanmış ve kabul eden 100 anne araştırma kapsamına alınmıştır. Veriler, araştırmacılar tarafından hazırlanan sosyo-demografik veri formu ve \"bebeğimin bakım sorunları ile ilgilenme durumum, sorun çözme becerileri değerlendirme formu\" kullanılarak yüz yüze görüşme tekniği ile toplanmıştır. Araştırma verileri SPSS 10.0 istatistik analiz programında yüzdelik, ortalama, Mann Whitney U, Kruskal Wallis ve t- testi analizi kullanılarak değerlendirilmiştir. Araştırma kapsamındaki 25 yaş ve üzerindeki annelerin, 24 ve altındaki yaş grubu annelere göre ölçek 12 (genel bebek bakım becerileri) puanları daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Annelerin eğitim düzeyleri arttıkça ölçek 18 (çözümlerin uygun olup olmadığına karar verme) puanının arttığı saptanmıştır (p<0.05). Gelir durumlarını \"gelir gidere denk\" olarak ifade eden annelerin ölçek 13,14,15,16,17,18 ve toplam puanları \"gelir giderden az\" ifadesini veren annelere göre daha yüksek olup, istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Benzer şekilde sosyal güvencesi olan annelerin ölçek 13,14,16,17,18 ve toplam puanları sosyal güvencesi olmayanlara göre daha yüksek saptanmıştır (p<0.05). Araştırmada çekirdek aile yapısında yer alan anne grubunun ölçek 13,14,15,16,17,18 ve toplam puanları geniş aile yapısındaki annelere göre yüksek olup, istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.01 ve p<0.05). Annelerin bebek bakım becerileri ile sahip oldukları çocuk sayıları arasında ters orantılı bir ilişki saptanmıştır; annelerin çocuk sayıları azaldıkça bebek bakım beceri (ölçek 12) puanları artmış ve istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.01). Annelerin bebek bakım becerileri konusunda, profesyonel sağlık çalışanları rehberliğinde multidisipliner bir anlayışla desteklenmelerinin anlamlı olacağı düşünülmüştür.Item Çocuklarda pulmoner balon valvüloplasti: Kısa-orta dönemli sonuçlar(2006) HALUK MERGEN; Talat TAVLI; Vedide TAVLI; Türkay SARITAŞ; Faik OKURAmaç: Pediatrik pulmoner balon valvüloplasti(PBV) işlemlerinin kısa ve orta dönem izlem sonuçlarını tartışmaktır. Gereç ve Yöntem: Nisan 1997-Mayıs 2004 tarihleri arasında ortalama yaşları 6.1±4.21 yıl (3.5 ay-17 yaş), ortalama vücut ağırlıkları 20.7±10.8 kg ve 18’i erkek olan 28 çocuğa PBV işlemi yapıldı. Bulgular: Sağ ventrikül-ana pulmoner arter arası basınç farkı işlem öncesinde ortalama 101.3±51.9 mmHg, işlemin hemen sonrasında ortalama 54.7±41.4 mmHg idi (p< 0.05). İşlem sonrası sağ ventrikül ana pulmoner arter arası gradientte ortalama % 50.3±22.6 oranında azalma belirlendi. İşleme bağlı ciddi vasküler komplikasyon, aritmi ya da ölüm olmadı. Onbir olguda (% 39.3; ortalama yaş: 7.5±3.8 yıl) işlem sonrası gradient 50 mmHg ve üzerinde saptandı. Bu olgulardan 4’ü takiplerine gelmezken, 2 olguya ikinci defa PBV, 5’ine cerrahi onarım uygulandı. Cerrahi onarım yapılan 1 olgu operasyon sonrası 5. günde sağ kalp yetmezliği nedeni ile hayatını kaybetti. Ortalama takip süresi 28.4±29.2 ay idi. İşlem sonrası gradienti <50 mmHg olan olguların takiplerinde (17 olgu, % 60.7; ortalama yaş: 5.4±4.2 yıl) 5 olguda (%29.4) ortalama 35.7±3.8 ayda yeniden daralma saptandı. Bunların 2 tanesi kontrollerine gelmez iken, 1 olguya 2. defa BVP, 2 olguya operasyon uygulandı. İşlem sonrası gradienti <50 mmHg olan ve sorunsuz takip edilen bir olguda işlem sonrası 2. yılda ani eksitus gelişti. İşlem öncesi pulmoner kapak yetersizliği (PY) olmayan 2 olguda (%6) işlem sonrasında hafif derecede pulmoner kapak yetersizliği gelişti. Sonuç: PBV kısa ve orta dönem sonuçlarına göre pulmoner kapak darlığında başarı ile tedavi olanağı sağlamaktadır.Item Çocukluk çağında anal fissür oluşumunu etkileyen faktörler(2006) Muzaffer POLAT; Erbay Pınar DÜNDAR; Erhun Kasırga; Özge YILMAZ; Banu COŞKUNAmaç: Anodermal yırtık ya da kesik olarak tanımlanan anal fissür oluşumunda konstipasyon başta olmak üzere birçok faktör etkilidir. Bu çalışmanın amacı anne sütüyle beslenmenin, defekasyonun, anal bölge temizliği ve bakımının anal fissür gelişimine etkisinin belirlenmesidir. Gereç ve yöntem: Bu çalışmaya İzmir Bornova Atatürk Sağlık Ocağı ve Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Gastroenteroloji Polikliniğine Ocak-Mart 2006 arasında başvuran yaşları 1-17 ay arası (ortalama standart sapma 6,6 4,0 ay) 72 bebek (40 erkek 32 kız) alındı. Bunlar anal fissür saptanan ve saptanmayan bebekler olarak iki gruba ayrıldı. Bebeğin yaşı, beslenmesi, defekasyon ritmi, gaita kıvamı, doğumdan sonraki gaita çıkış zamanı, konstipasyon için tedavi görüp görmediği, önceki anal fissür öyküsü ve yıkanma sıklığı kaydedildi. Hazır bez kullanımı, anal bölge bakımı ve temizliğinde kullanılan ajanlar soruldu. Bebeklerin tümüne ayrıntılı anal bakı yapıldı. Bulgular: Anal fissürü olan grupta 29, olmayan grupta 43 bebek vardı. Anne sütü ile beslenme anal fissür gelişiminden koruyucu bulundu (eksponensiyel B = 0,11, %95 CI = 0,02 – 0,76). Defekasyon ritmi ve gaita kıvamı iki grup arasında anlamlı farklı olmasına karşın regresyon analizinde anlamlı farklı bulunmadı (sırası ile p=0,09 ve 0,29). Anal bölge temizliğinde ıslak mendil kullanımının anal fissür riskini anlamlı arttırdığı saptandı (eksponensiyel B= 11,0, %95 CI= 2,13 – 57,6). Önceki anal fissür öyküsü regresyon analizinde anlamlılığını yitirdi (eksponensiyel B= 4,34, %95 güven aralığı= 0,89 – 20,99). Regresyon analizi modeline alındığında yaştaki her 1 aylık artışın fissür riskini 1,4 kat arttırdığı bulundu. Doğumdan sonra ilk defekasyon zamanı, konstipasyon tedavisi, yıkanma sıklığı ve anal bölge bakımının her iki grup arasında anlamlı farklılık göstermedi. Sonuç: Anne sütü alımının anal fissür gelişimi riskini azalttığı, ıslak mendil kullanımının ise arttırdığı düşünülmüştür.Item İntörn doktor ve deneyimli doktorların, invaziv girşim sırasında ailelerin çocuklarının yanında bulunmalarına karşı yaklaşımları(2006) Tarkan İKİZOĞLU; Hese COŞAR; Ayten EGEMEN; bulent karapinarG ünümüzde hekimlik uygulamaları hem daha çok inceleme ve invaziv girişim hem de hasta hakları açısından önemli değişimler geçirmektedir. Bu çalışmanın amacı, intörn doktor ve deneyimli doktorların, invaziv girişim sırasında, ailelerin çocuklarının yanlarında bulunmalarına karşı tutumlarını değerlendirmektir. Çalışma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatri Anabilim Dalında çalışan 115 intörn doktor ve 51 deneyimli doktor üzerinde Ekim-Kasım 2004 tarihinde yapıldı. Araştırmanın amacına yönelik bazı demografik bilgiler ve her bir invaziv girişimde ailenin çocuğun yanında bulunma isteğine karşı doktorların tutumlarını saptamayı sağlayan anket formu uygulandı. Girişimler hafif (İV girişim, sütür atma), orta (LP, Kİ aspirasyonu, bilinçli sedasyon) ve ağır (resüsitasyon, entübasyon, defibrilasyon) olarak derecelendirildi. Araştırmaya alınan intörn doktorların %53'ü, deneyimli doktorların %51.0 erkek olup, yaş ortalaması sırasıyla 23.3 ± 0.7 yıl ve 32.2 ± 5.5 yıl idi. Hem mesleğin başında olan genç intern doktorların hem de deneyimli doktorların çoğu, invaziv girişim sırasında ailelerin çocuklarının yanında olmasını onaylamamaktaydı. Basit yara onarımı dışında her iki grubun yaklaşımı benzer olup anlamlı fark yoktur. Girişimin invazivliği arttıkça ailenin bulunmasına onay vermeleri azalmakta, sedasyon ve analjezi sağlanınca onay vermeleri artmaktadır. Doktorlar aile ve çocukların bu konudaki tercihlerini önemsemediklerini belirtmekteydiler. Bu çalışmadan elde edilen verilere göre, her iki grubun da girişim sırasında, ailenin ve çocuğun isteğini dikkate almadıkları oflaya çıkmıştır. Bu durumun hizmet kalitesi ve humanistik açıdan tartışılması gereklidir.Item Travmalı çocuk hastalara çocuk cerrahisi kliniğinden bakış: Geriye yönelik 10 yıllık çalışma(2006) M. Sunay YAVUZ; S. Ender ÇUBUKÇU; M. Çağrı SAVAŞ; İ. Faruk ÖZGÜNER; B. İlker BÜYÜKYAVUZBüyük,çoğunluğu önlenebilir nitelik taşıyan travmalar, çocukluk döneminde önemli mortalite nedenlerindendir. Çocukluk çağında meydana gelen travmalar, çocukların kendilerine özgü anatomik, fizyolojik ve gelişimsel özellikleri nedeni ile erişkin travmalı olgulardan ayrılırlar. Çocuk olgular, yalnız erişkinlerden değil kendi içlerinde; cinsiyet ve yaş gurupları olarak da farklı travmalara maruz kalmaktadırlar. Mevsimsel olarak travma ve kız-erkek çocukların oranları da değişmektedir. Bu çalışmada, çocukluk çağı travma olguların farklı açıdan özelliklerini değerlendirerek literatüre katkıda bulunulması amaçlanmıştır. Travma sonucu kliniğimizde tedavisi yapılan 339 çocuk olgu retröspektif olarak değerlendirilmiş ve olgular; yaş, cinsiyet, travma şekli, travmanın meydana geldiği mevsim, taburculuk süreleri gibi parametrelere göre incelenmiştir. Travmanın türlerinin yaş, cinsiyet ve mevsimlerle ilişkisi araştırılmıştır. Olguların % 33'ü (n=112) kız, % 67'si (n=227) erkek olup kız/erkek oranı 0.49, yaş ortalamaları ise 7.04 ± 4.72 yıl olarak bulunmuştur. Olguların % 44.2'lik oran ile en yoğun olarak 2-7 yaş arasında yer aldığı görülmüştür. Travma türlerine bakıldığında, 113 (% 33.3) olgu ile araç içi trafik kazalarının ilk sırada yer aldığı, bunu 91 (% 26.8) olgu ile yüksekten düşme olgularının izlediği saptanmıştır. Mevsimsel dağılımda, travmanın en fazla yaz aylarında (% 44.8), en az ise kış aylarında (% 7.7) meydana geldiği görülmüştür. Dört olgu (% 1.2) eksitus olmuştur. Travmaların önlenmesi ve travmalı çocuk olguların sevk ve idaresinin en uygun şekilde yapılabilmesi için, özellikle erişkinlerden oldukça farklı özellikler gösteren çocukluk dönemi travmalarının özelliklerinin bilinmesi gerekmektedir.