Browsing by Subject "Radyoloji"
Now showing 1 - 20 of 25
Results Per Page
Sort Options
Item Aşil tendon ve yumuşak doku defektinin rekonstrüksyionunda serbest radial önkol flep transferi: Olgu sunumu(2005) Taçkın ÖZALP; Erhan COŞKUNOL; oğuz özdemirAsil tendon ve çevresi yumuşak doku defektlerinin tedavisi zorluk arzetmektedir. Sıklıkla bu defektlerin kapatılması iki aşamalı uygulamalar ile yapılmaktadır. Bu çalışmada bu bölge defekti tek aşamada kapatılan bir olgu sunulmaktadır. Ateşli silah yaralanması ortaya çıkan asil tendon ve çevre yumuşak dokularda oluşan geniş bir defekt serbest bir nöromüskülokutanöz radial önkol flebi ile kapatıldı. Olguda asil tendon defekti 15 cm., üstündeki yumuşak doku defekti 18 x 10 cm. büyüklûğündeydi. Tibialis posterior arterine terminolateral anostomoz yapıldı. Flebin lateral yanında antibiyoterapi ile tedavi edilebilen bir ılımlı yumuşak doku enfeksiyonu dışında komplikasyon saptanmadı. Fonksiyonel sonucun memnuniyet verici olduğu izlendi. Asil tendon ve çevresindeki yumuşak doku defektlerinin tek aşamalı olarak kapatılmasında nöromüskülokutanöz serbest önkol kompozit flebinin uygun bir teknik olduğu bulunmuştur.Item Penetrating injury of cranium: a case report(2005) Cumhur TOSUN; cüneyt temiz; Mehmet SELÇUKİ; CELAL BAĞDATOĞLU; Ahmet Şükrü UMURBeş yıldır paranoit şizofreni tanısıyla tedavi altında olan 38 yaşında erkek hasta, işyerinde motorlu testere tablası üzerinde bulunmuş. Fizik muayenede sol oksipilal bölgeden orbita mediyal duvarına kadar ilerleyen büyük , doğrusal tarzda bir parasagittal aktif kanamalı yara gözlendi. Nörolojik muayenede; bilinci kapalı olan hastanın ( Glascow koma skoru yaklaşık 1-3-1; toplanı 5 puan) direkt grafilerinde sol oksipilal bölgeden, orbita mediyal duvarına uzanan lineer bir kemik defekti gözleniyordu. Bilgisayarlı tomografi incelemesinde ayrıca lateral ventrikülü de içine alacak şekilde, sol frontoparietal bölgede büyük bir doku yitimi alanı ve intraserebral hematom vardı. Flaşta acil şartlarda ameliyata alınarak sol frontoparietal kraniyotomi uygulandı. Orta hattın dört santimetre lateralinde, parasagittal yerleşimli doku yıkımı alanı görüldü. Tüm drenaj venleri de yıkıma uğramıştı. Öncelikle hemostaz yapıldı ve daha sonra intraserebral hematom boşaltıldı. Erken posloperatif dönemde, nörolojik tablosunda belirgin değişiklik olmayan hasta , postoperatif birinci haftada sözel uyanlara gözlerini açarak yanıt vermeye başlamıştı. Postoperatif yedinci ayda hastanın gözleri sponlane olarak açıktı ve göz hareketleri ve yazı ile koopere olmaya çalışıyordu. Hasta sağ hemiplejik, afazik ve sağ tarafta derin tendon refleksleri hiperaktifti. Karnofsky performans ölçütüne göre neredeyse 40 puanlık değere ulaşmıştı. Motorlu testereye bağlı kraniyal yaralanma nadir görülen bir olaydır. Dekompresyon gibi cerrahi işlemlerin erken dönemde uygulanması sağkalımı iyileştirmektedir.. Bu dönemde başlanacak uygun antibiyotik tedavisi ve kraniyal infeksiyonlara karşı savaşım önemli noktalardandır. Uygun cerrahi ve medikal tedaviye karşın bu hastalarda mortalile ve morbidile oldukça yüksektir.Item Pulmoner emboli tanısında klinik olasılıkların bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiyografi bulguları ile karşılaştırılması(2007) Aylin GÜLCÜ; Belgin ŞENGÜN; ATİLA AKKOÇLU; Emine OSMA; Erkan YILMAZ; Berat ÖZTÜRKPulmoner emboli (PE) tanı konulması güç olan bir hastalıktır. Çalışmamızda PE şüpheli olgularda klinik olasılıklar ile Bilgisayarlı Tomografi Pulmoner Anjiografi (BTPA) sonuçları ve trombüs yerleşim yeri arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık. PE şüpheli; 27 erkek, 29 kadın 56 olgu çalışmaya alındı. Tümünün klinik olasılıkları empirik ve Wells skoruna göre belirlendi ve her olguya D-Dimer testi yapıldı. Her ikisinin kombinasyonuna göre kullandığımız algoritmin gerektirdiği olgularda (her iki klinik olasılıktan biri orta veya yüksek ise veya düşük klinik olasılık olup D-Dimeri yüksek olanlar) BTPA uygulandı. BTPA altın standart olarak kabul edildi. PE saptanan olgularda dispne, göğüs ağrısı, takipne ve raller en sık tespit edilen bulgulardı. Risk faktörlerinden yeni geçirilmiş cerrahi PE tespit edilen grupta anlamlı olarak fazla bulundu. BTPA ile 31 olgu (%55,4) PE tanısı aldı. Klinik olasılık empirik olarak değerlendirildiğinde PE tespit edilen 31 olgunun 20’si (%64,5) yüksek, 10’u (%32,3) orta ve 1’i (%3,2) düşük olasılıklıyken, Wells skoruna göre 8’i (%25,8)’ yüksek, 17’si (%54,8) orta ve 6’sı (%19,4) düşük olasılıklıydı. Empirik ve Wells sınıflamalarının duyarlılığı sırasıyla %97 ve %80, özgüllüğü ise sırasıyla %16 ve %68 idi. Empirik sınıflamanın pozitif prediktif değeri %59, negatif prediktif değeri %80, Wells skorlamasının pozitif prediktif değeri %76, negatif prediktif değeri %73 idi. Empirik değerlendirmeye göre yüksek klinik olasılıklı olguların %45,8’inde ana pulmoner arterde trombüs izlendi. Wells skorlamasına göre ise yüksek klinik olasılıklı olguların %45,5’inde, düşük klinik olasılıklı olguların da sadece %4,3’ünde ana pulmoner arterde trombüs saptandı. PE tanısı noninvaziv olarak konulabilir. Klinik olasılık belirlenirken PE kolaylıkla gözden kaçabileceğinden daha duyarlı olan empirik sınıflamayı seçmek uygun olacaktır. BTPA’da PE mevcudiyeti ile klinik olasılıklar arasında anlamlı ilişki mevcuttur. Klinik olasılığın ağırlığı arttıkça trombüs daha fazla proksimale yerleşmektedir.Item Late diagnosis of a lateral abdominal wall hematoma presenting with nonspecific findings: report of a case(2007) hasan aydede; Yücel ÖZSOY; Özer İLKGÜL; Sema ÖZDEN; Levent YOLERİ; Yamac ERHANBu yazıda travma sonrası geç dönemde ortaya çıkan lateral abdominal duvar hematomu olgusu sunuldu. Hasta, künt vücut travması sonrası 30. günde dev hematom, plevral efüzyon ve kilo kaybı bulguları ile hastaneye yatırıldı. Bilgisayarlı tomografi incelemesinde hematomun aksilladan gluteus düzeyine kadar ulaştığı görüldü. İnce iğne aspirasyon biyopsisinde eksüda niteliğinde sıvı kolleksiyonu saptandı ve yaklaşık olarak beş litre sıvı drene edildi. Bu olguda gösterildiği gibi lateral abdominal duvar hematomları nonspesifik bulgularla karşımıza çıkmakta ve bu nedenle geç tanı almaktadırlar.Item Trapezius felcinde modifiye Eden-Lange prosedürü: Olgu sunumu(2007) Taçkın ÖZALP; Huseyin Yercan; Serkan Erkan; Güvenir OKCUTrapezius kas felci, spinal aksesuvar sinirin yaralanması sonucu gelişen bir durumdur. Trapezius kasında bir fonksiyon bozukluğu skapulanın stabilizasyonunu bozarak kanatlanmasına neden olur. Yirmi beş yaşında, aktif olarak spor yapan bir üniversite öğrencisi omzunda düşüklük ve abdüksiyonda ağrı yakınmasıyla başvurdu. Hastanın üç yıl önce bir düşme sonrasında yer değiştirmemiş skapula kırığı olduğu ve bir süre konservatif tedavi gördüğü öğrenildi. Sağ omuzda diğer omza göre asimetri ve düşüklük vardı. Sağ skapulanın özellikle 90° abdüksiyondan sonra laterale doğru belirgin kanatlandığı izlendi. Elektromiyografide trapezius kasının izole felci saptandı. Hastaya modifiye Eden-Lange prosedürü ile rekonstrüksiyon uygulandı. İki yıllık takip sonrasında omuz asimetrisinin azaldığı, aktif abdüksiyonun ağrısız olduğu ve aktif spor hayatına geri dönen hastanın sonuçtan çok memnun olduğu gözlendi.Item Akut nekrotizan hemorajik lökoensefalit(2008) OVALI YILMAZ GÜLGÜN; Fatma Ece BAYAM; Ayşe Sağduyu KOCAMAN; Eren Demirtaş; Gülgün ERSÖZBilimsel zemin: Akut nekrotizan hemorajik lökoensefalit, beyaz cevherin demiyelinizasyon ve fibrinoid nekrozu ile karakterize ender görülen bir hastalığıdır. Klinik olarak başağrısı, ateş yüksekliği, bilinç değişiklikleri, motor fonksiyon kaybı, nöbet geçirme gibi bulgular izlenebilmektedir. Etyolojide sıklıkla viral ajanlar suçlanmakla birlikte patogenez fatal immunolojik yanıt olarak tanımlanmaktadır. İntrakranial tutulum sıklıkla asimetrik, periventriküler, gri cevherin korunduğu yaygın beyaz cevher etkilenmesi şeklindedir. Patolojik olarak lezyonlar fibrinoid nekroz, demiyelinizasyon ve ödem paterni içermektedir. Bu yazıda Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Nörolojik Yoğun Bakım (NYB) ünitesinde izlenen, akut nekrotizan hemorajik lökoensefalit tanılı bir olgu ender görülmesi, beyin biyopsisi ile patolojik tanısının konulması ve immunsüpresif tedaviye yanıt vermesi nedeniyle sunulmuştur. OLGU: 42 yaşında kadın hasta bilinç bozukluğu, konuşmada peltekleşme ve dengesizlik yakınmaları nedeniyle acil servis yoluyla kliniğimizin NYB ünitesine yatırıldı. Öyküsünde akut otitis media tanısı ile antibiyotik tedavisinde olduğu öğrenildi. Olgunun yoğun bakım izleminde nörolojik bakısında hızlı kötüleşme gözlendi. Yatışının ikinci günü bilinci kapandı, ağrılı uyaranı sol ile lokalize eder hale geldi. Kranial manyetik rezonans görüntülemelerde (MRG) T1, flair, diffüzyon ağırlıklı görüntülerde, bilateral yaygın, periventriküler hiperintens, patolojik kontrastlaşma göstermeyen lezyonlar saptandı. Etyolojiyi belirlemek amacıyla lumbar poksiyon yapılan hastanın beyin omurilik sıvısı (BOS) basıncı normal bulundu. BOS’un biyokimyasal, serolojik, sitolojik ve bakteriyolojik incelemelerinde patoloji saptanmadı. Yapılan açık beyin biyopsisi hemorajik lökoensefalit ile uyumlu bulundu. Olguya uygulanan 10 günlük yüksek doz metil prednizolon tedavisi (1 gr/ gün) sonrasında klinik ve radyolojik olarak düzelme gözlendi. Hastanın izleminin üçüncü ayında sağ üst ekstremitede başlayıp sekonder jeneralize olan ardışık nöbetleri oldu. Valproik asit infüzyonu (20 mg/kg) ile nöbetler kontrol altına alınarak idame tedavisi Levatirasetam 1000 mg/gün olarak düzenlendi ve nöbet kontrolü sağlandı. Kontrol kranial MRG’de mevcut lezyonlarında belirgin gerileme gözlendi. Bu dönemdeki nörolojik bakısında sözel uyaranla gözlerini açan ve gözleriyle koopere olabilen hasta quadriparezisi nedeniyle rehabilite edilmek üzere Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Kliniğine nakledilerek taburcu edildi.YORUM: Literatürde genellikle fatal seyrettiği bildirilen ve oldukça ender görülen akut nekrotizan hemorajik lökoensefalitte erken tanı ve yüksek doz metilprednizolon tedavisinin yaşam kurtarıcı olabileceği akılda tutulmalıdır.Item A rare cause of persistent atelectasis in childhood: Mucoepidermoid carcinoma(2008) Ayhan SÖĞÜT; Özge YILMAZ; Hasan YükselOn iki yaşındaki erkek hasta wheezing, öksürük ve bronkopnömoni şeklinde tekrarlayan alt solunum yakınmaları ve düşmeyen ateş nedeniyle bakteriyel endokardit ön tanısıyla kliniğimize başvurdu. Fizik muayenesinde solunum sesleri sol alt zonda azalmıştı. Kalp sesleri ve ekokardiyografisi normal olarak saptandığı için bakteriyel endokardit ekarte edildi. Akciğer grafisi ve bilgisayarlı tomografisinde sol alt lobda konsolidasyon ve atelektazik görünüm vardı. Uygun antibiyoterapi, bronkodilatatör tedavi ve postüral drenaja rağmen atelektazik görünüm persiste etti. Fiberoptik fleksibl bronkoskopi (FFB) ile sol alt lob bronşunu tamamen tıkayan tümöral kitle saptandı. Açık akciğer biyopsi materyalinin patolojik incelemesinde düşük dereceli mukoepidermoid karsinoma tanısı kondu. Olguya sol alt lobektomi uygulandı. Hasta operasyondan 12 ay sonra iyi idi. Yineleyen alt solunum yolu semptomları, persiste eden atelektazisi ya da fokal infiltratif görünümü olan hastalarda erken dönemde FFB yapılması uygun olacaktır.Item İnternal karotid arteri tam tıkalı olan bir olguda oküler iskemik sendrom(2009) Sinan Emre; Selim DOĞANAY; Bekir KOÇ; Soner DEMİREL; Bozgül Pembegül FIRATOküler iskemik sendrom (OİS), gözde ciddi iskemiye sebep olan kronik vasküler perfüzyon yetersizliği tablosudur. Başlıca semptomlar göz çevresinde ağrı ve görme azalmasıdır. En sık bulguları ise retina hemorajileri, iris-retina neovaskülarizasyonu ve neovasküler glokomdur. Nedenleri arasında diyabetes mellitus, hipertansiyon, santral retinal arter/ven tıkanıklıkları, üveitler, göz içi tümörleri, arteritler, karotid veya oftalmik arter patolojileri sayılabilir. Hastalarda artmış serebrovasküler ve kardiovasküler riskler bulunmaktadır. Bu nedenle tedavi sadece oküler bulgulara göre düzenlenmemelidir. Bu yazıdaki amacımız, OİS'nin ilk belirtisi olarak yoğun iris neovaskülarizasyonu tespit edilen bir olguyu sunmaktır.Item Duktal karsinoma in situ tanılı olgularda meme koruyucu cerrahi ve adjuvan radyoterapi: Ege Üniversitesi deneyimi(2009) Ömür Karakoyun ÇELİK; Arif Aras; Senam DEMİRCİ; Gözde İŞCAN; zeynep ozsaran; yasemin bolukbasi; Ayfer HaydaroğluAmaç: Duktal karsinoma in situ (DKİS) tanısı ile meme koruyucu cerrahi ve adjuvan radyoterapi uygulanan olguların özellikleri ve tedavi sonuçları değerlendirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Ege Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı’nda Ocak 1991-Aralık 2006 tarihleri arasında DKİS tanısı ile tedavi edilen 46 olgu geriye dönük olarak incelenmiştir. Olguların hepsine meme koruyucu cerrahi uygulanmış olup, adjuvan radyoterapi tüm memeye 50 Gy şeklinde uygulanmıştır. Üç olguya (%10.7) foton, 25 olguya (%89.3) ise elektron ile 10 Gy boost dozu verilmiştir.Bulgular: Olguların medyan yaşı 48 (aralık:16-66) olup, %45.6’sı (21 olgu) mamografi de kitle saptanması üzerine tanı alırken, %50 (23) olgu ele gelen kitle, %2.2’si (bir olgu) ağrı ve %2.2’si (bir olgu) akıntı şikayetleri ile başvurmuştur. En sık görülen yerleşim yeri üst dış kadrandır (%63). Komedo histopatoloji alt grubu 7 olguda (%15.2) saptanmıştır.Cerrahi sonrası olguların 14’ünde (%36.8) mükemmel, 17’sinde (%44.8) iyi, 4’ünde (%10.5) orta ve 3’ünde (%7.9) kötü kozmetik saptanmış olup, radyoterapiden en az 6 ay sonra yapılan değerlendirmede ise bu oranların sırasıyla %34.2 (13 olgu), %47.4 (18 olgu), %10.5 (4 olgu) ve %7.9 (3 olgu) olduğu görülmüştür (kozmetik değerlendirme 38 olguda yapılmıştır) (p=0.564).Medyan takip süresi 100 aydır (aralık:15-204 ay). Beş ve on yıllık hastalıksız sağkalım sırasıyla %95.3, %88.2 olup, 5 ve 10 yıllık genel sağkalım %100’dür. Beş ve 10 yıllık lokal bölgesel yinelemesiz sağkalım sırasıyla %92.7 ve % 90.1’dir. Uzak metastazsız sağkalım oranları ise sırasıyla %100 ve % 88.3 olarak belirlenmiştir.Sonuç: Duktal karsinoma in situ (DKİS) tedavisinde, meme koruyucu cerrahi ardından radyoterapi uygulanması, minimal yineleme riski ve optimal kozmetik sonuç sağlamaktadırItem Clinical significance of lung perfusion defects in children with post-infectious bronchiolitis obliterans(2009) Recep Savas; Elvan SAYIT; Vildan ÜRK; cihan göktan; Özge YILMAZ; Diydem YÜKSEL; Hasan YükselBronşiyolitis obliterans (BO)’lı çocuklarda segmental akciğer perfüzyon defektlerinin klinik önemi daha önce rapor edilmemiştir. Bu çalışmanın amacı; BO’lu çocuklarda akciğer perfüzyon defektlerinin klinik anlamının değerlendirilmesi ve izlem üzerine etkisinin açıklanmasıdır. Çalışmaya, yaşları 9-60 ay arasındaki (ortalama ± SD: 17.8 ± 13.4 ay) 38 BO’lu çocuk alındı. Tanı, altı haftadan uzun süren solunum yolu bulguları ve yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografide oligemik-mozaik patern saptanmasıyla koyuldu. Akciğer grafisi, 24 saatlik pH monitörizasyonu, ter testi, immünglobulin düzeyleri ve solunum yolu viral paneli tüm çocuklarda değerlendirildi. Akciğer perfüzyon sintigrafisi, BO’nun ilk klinik bulguları ortaya çıktıktan en az üç ay sonra yapıldı. Perfüzyon defektleri skorlandı. Sintigrafi 24 (%63.2) hastada perfüzyon defekti gösterdi ama 14 (%36.8)’ünde normaldi. Perfüzyon defekti olan segmentlerin ortalama sayısı 2.9 ± 2.6 idi. İzlemin ilk yılında, ortalama alevlenme sayısı ve hastanede yatış gün sayısı sırasıyla 4.7 ± 4.4 ve 26.9 ± 29.8 gündü. Perfüzyon defektlerinin sayısının alevlenme sayısı ve hastaneye yatış süresi ile anlamlı korelasyon gösterdiği belirlendi (sırasıyla r= 0.66 ve p= 0.00). Sonuç olarak; BO’lu çocuklarda akciğer perfüzyon defektlerinin sayı ve yoğunluğu, klinik ağırlık ile koreledir. Bu nedenle, akciğer perfüzyon durumunun değerlendirilmesi hastalığın ağırlığı ve izleminin klinik olarak belirlenmesine yardımcı olabilir.Item Radyoterapide kullanılan lineer hızlandırıcılarının Monte Carlo tekniği ve çoklu geometri yöntemleri kullanılarak modelleneceği genel amaçlı bir bilgisayar programının geliştirilmesi(2010) Berkay CENGİZ; Mehmet N. KUMRU; Ümit AYYILDIZ; Gültekin YEĞİN-Item The comparison of MRI findings with severity score of incontinence after pubovaginal sling surgery(2010) Selim SERTER; Gökhan TEMELTAŞ; Bilali GÜMÜŞ; cihan göktan; Serdar Tarhan; Gülgün YILMAZ OVALIAmaç: Bu çalışmanın amacı pubovajinal sling operasyonu ile tedavi edilen hastalarda postoperatif MRG bulguları ile inkontinans şiddet indeksi arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.Yöntem ve gereç: Pubovajinal sling operasyonu geçirmiş 52 kadın hasta çalışmaya dahil edildi. Postoperatif altıncı ayda hastaların inkontinans şiddet indeksleri değerlendirildi. Aynı gün hastaların MRG incelemeleri de yapıldı. Hastalardan istirahatta ve maksimum ıkınma sırasında simfisis, üretra ve koksiksi de içerecek şekilde T2-A sagittal görüntüler elde edildi. Her hasta için mesane tabanının mobilitesi ve posterior üretrovezikal açı değişiklikleri hesaplandı. İnkontinans şiddet indeksi ile mesane tabanı mobilitesi ve posterior üretrovezikal açı değişiklikleri arasındaki ilişki SPSS programı ile Sperman's Rho korelasyon testi kullanılarak analiz edildi.Bulgular: İnkontinans şiddet indeksi ile mesane boynu mobilitesi arasında ve şiddet indeksi ile posterior üretrovezikal açının derecesi arasında pozitif korelasyon saptandı (sırasıyla, r = 0,797, P = 0,000; r = 0,62, P = 0,000). Valsalva manevrası sırasında posterior üretrovezikal açıdaki artış ile inkontinans şiddet indeksi arasında da pozitif korelasyon görüldü (r = 0,47, P = 0,02). Sonuç: MRG stres üriner inkontinanslı hastalarda mesane tabanının pozisyonunun, mesane boynu mobilitesinin ve posterior üretrovezikal açının değerlendirilmesinde noninvaziv bir tanı yöntemidir. Stres üriner inkontinansın postoperatif takibinde önemli rol oynayabilir. MRG pubovajinal sling cerrahisinin başarısının değerlendirilmesinde de kullanılabilir.Item Normal popülasyonda ve frontal rinosinüzitli olgularda resessus frontalisin anatomik varyasyonlarının radyolojik olarak değerlendirilmesi(2012) Beyhan ÖZYURT; ASIM ASLAN; H. Halis ÜNLÜ; Gülgün OVALI YILMAZ; Belgin KÜÇÜKGÜNAY; Petek BAYINDIR; Görkem EskiizmirAmaç: Frontal rinosinüzitli ve sağlıklı olgularda resessus frontalis komşuluğunda yer alan anatomik varyasyonların radyolojik olarak incelenmesi ve varyasyonların frontal rinosinüzit (FR) gelişimine etkilerinin araştırılması. Yöntem: Sinonazal yakınma veya başka yakınmalarla polikliniğimize başvuran 61 olgu; kulak yakınmaları olanlar (Grup I, kontrol grubu), sinonazal semptomları olup FR bulguları olmayanlar (Grup II), sinonazal ve FR bulguları olanlar (Grup III) şeklinde ayrıldı. Tüm olgulara paranazal bilgisayarlı tomografi (BT) çekilerek parasagittal rekonstrüksiyon yapıldı. Elde edilen kesitler sinüs opasifikasyonları, osteomeatal kompleks hastalığı, anatomik varyasyonlar ve fronto-etmoidal hücre varlığı açısından değerlendirildi.Bulgular: Çalışmaya dahil edilen tüm taraflarda fronto-etmoidal hücre oranı %20.9 olarak belirlendi. Sinonazal belirtileri olan olgular (Grup II ve III) ile kontrol grubu (Grup I) karşılaştırıldığında, agger nazi (p=0.001) ve intersinüs septum hücrelerinin (p=0.01) istatistiksel olarak anlamlı oranda yüksek olduğu saptandı. Frontal reses hastalığı (+) ve/veya frontal sinüs opasifikasyonu (+) olan taraflarda Kuhn tip III (p=0.03) fronto-etmoidal hücre ve bulla frontalisin (p=0.02) istatistiksel olarak anlamlı oranda fazla olduğu ve Kuhn tip IV fronto-etmoidal hücrenin (2 taraf) sadece frontal reses hastalığı (+) ve/veya frontal sinüs opasifikasyonu (+) olan olgularda bulunduğu saptandı. Frontal reses hastalığı ve/veya frontal sinüs opasifikasyonu üzerine fronto-etmoidal hücre etkinliği incelendiğinde, Kuhn tip III hücrenin 4.55 kat (%95 GS: 0.560-12.196) etkili olduğu ortaya kondu. Sonuç: Frontal rinosinüzit gelişiminde, özellikle Kuhn tip III ve tip IV fronto-etmoidal hücreler ve bulla frontalisin rolü olabilir. Frontal sinüs ve resessus frontalis komşuluğundaki anatomik varyasyonların parasagittal kesitlerle değerlendirilmesi oldukça yararlıdır.Item The Diagnosis of Yo-Yo Reflux with Dynamic Renal Scintigraphy in a Patient with Incomplete Ureteral Duplication(2012) Feza AKGÜR; Hatice DURAK; Özhan ÖZDOĞAN; MUSTAFA OLGUNER; Oğuz Ateş; Yeliz Kart; Feray ARASYo-yo reflüsü inkomplet üreter duplikasyonlarında görülen bir durumdur ve idrar bir üreterden diğerine geçmektedir. Yo-yo reflüsünün tanısı oldukça zordur. Sunacağımız olguda tekrarlayıcı idrar yolları enfeksiyonu geçiren bir hastada ultrasonografi ile solda toplayıcı sistemde inkomplet duplikasyon saptanmıştır. Bu hastada dinamik böbrek sintigrafisi ile yo-yo reflüsü varlığının gösterilmiştir. (MIRT 2012;21:114-116)Item Findings of extensive costal and sternal metastasis of a patient with breast carcinoma by dynamic, diffusion weighted and three dimensional breast magnetic resonance imaging(2012) Feray ARAS; Şebnem ÖRGÜÇ; Işıl BAŞARA AKINMeme manyetik rezonans görüntüleme (MRG) meme kanserinin lokal evre lemesinde kullanılan yüksek duyarlılık ve doğruluğa sahip bir inceleme yön temidir. Bu inceleme sırasında başta sternum ve ön kostalar olmak üzere gö rüntü alanına giren toraks ön duvarı kemik yapıları da görüntülenir. Patolo jik kırık oluşmadan, sadece medüller kemik infiltrasyonu bulunan olgulardakosta metastazlarının direkt grafi ve bilgisayarlı tomografi ile görüntülenme si güçtür. Dinamik meme MRG, meme karsinomunda kortikal destrüksiyonoluşmadan önce kemik metastazını saptayabilir. Özellikle postkontrast subs trakte görüntülerden elde olunan multiplanar maksimum intensite projeksi yon (MIP) görüntüler, kemik tutulumunun saptanmasında yararlıdır. KoronalMIP görüntüler kemik kostalardaki infiltrasyonu netlikle gösterirken, metas tazın çok nadir olduğu kıkırdak kostaların ise korunması dikkat çekicidir. Ke mik metastazı için altın standart olarak kabul edilen kemik sintigrafisine kı yasla meme MRG’de uzaysal rezolüsyon oldukça yüksektir. Meme malignite si olgularında metastatik tutulumun sık görüldüğü kemik, plevra, periton vekaraciğer gibi oluşumlar meme MRG’de dikkatle değerlendirilmelidir. MIP vedifüzyon ağırlıklı görüntülerin tanısal katkı sağladığı unutulmamalıdır.Item Can carotid-sparing radiotherapy approaches replace with conventional techniques for the patients with T1 glottic laryngeal cancer?(2012) Çelik KARAKOYUN; Fatma Sert; MUSTAFA ADNAN ESASSOLAKAmaç: T1N0 glottik larenks kanseri tedavisinde çeşitli radyoterapi teknikleri arasında karotis arterlerinin maruz kaldıkları dozlar karşılaştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Bilgisayarlı tomografi (BT) kullanılarak beş hasta simüle edildi. T1N0 glottik larenks kanseri için klinik (KHV) ve planlanan hedef volümler (PHV) oluşturuldu. Karotis arterleri ve spinal kord için planlanan risk volümleri (PRV) çizildi. Her hasta için iki boyutlu radyoterapi (2DRT), üç boyutlu konformal radyoterapi (3DCRT) ve basit yoğunluk ayarlı radyoterapi (IMRT) şeklinde üç planlama yapıldı. Planlanan hedef volümlerin %95’den fazlası tanımlanan dozu (2.25 Gy günlük fraksiyon dozundan 62.25 Gy toplam doz) aldı. Bulgular: Üçü sağ ikisi sol vokal kord yerleşimli beş T1 glottik kanserli olgunun tedavi planları karşılaştırıldığında, karotislerin koruması en iyi basit karotis koruyucu IMRT tekniği ile sağlandı. 2DRT, 3DCRT ve IMRT tekniklerine ait karotis ortalama V35, V50 ve V63 değerleri sırasıyla; %70, %47, %35; %55, %15, %5 ve %28, %6, %0 bulundu. V35, V50 ve V63 arasında yapılan istatistiksel karşılaştırmada, 2DRT ve IMRT için anlamlı değerler saptandı. Spinal kord dozu hiçbir planda 45 Gy’i aşmadı. Her üç planlama tekniğinde uygunluk indeksi arasında anlamlı fark saptanmadı ve homojen doz dağılımı elde edildi. Sonuç: Erken evre glottik larenks kanserli hastalarda karotis arterlerinin maruz kaldığı radyasyon dozunu IMRT’nin azaltabildiğine şüphe yoktur.Item Renal sinüs lipomatozu(2013) Selim SERTER; Barış Nuhoğlu; Aliseydi Bozkurt; Işıl BAŞARA AKIN; Yigit AKINAMAÇ: Bu çalıșmanın amacı renal sinüs lipomatozu olan hastaların bulgularını sunmak ve konuyu güncel literatür eșliğinde gözden geçirmektir. YÖNTEM: Mayıs 2010 - Eylül 2011 tarihleri arasında radyoloji departmanında elde edilen bütün bilgisayarlı tomografi görüntüleri retrospektif olarak incelendi. Renal sinüs lipomatozu olan 11 olgu ayırt edildi ve klinik ve laboratuar bulguları ile yeniden değerlendirildiler. BULGULAR: Renal sinüs lipomatozu tanısı alan beș erkek ve altı kadın hasta vardı. Hastaların yașları 36 ve 80 arasında değișmekteydi. Hastalardan yedisinde geyik boynuzu tașı izlendi. Hastaların çoğu asemptomatik olsa da, bazı hastalarda non-spesifik karın ağrısı, akut pankreatit ve pyelonefrit izlendi. SONUÇ: Renal sinüs lipomatozu selim bir hastalık da olsa konvansiyonel tanısal yöntemleri kullanarak urolojik tümörlerden ayıredilmeleri zordur. Bilgisayarlı tomografi kesin tanıda ve adipoz dokunun yaygınlığını belirlemede yararlıdır. Ancak, renal sinüs lipomatozu tanı ve sağaltımı için radyoloji, uroloji ve patoloji departmanlarının multidisipliner çalıșmaları gerekir.Item The role of dıffusıon weıghted ımagıng ın the assessment of axıllary lymph nodes(2013) Şebnem ÖRGÜÇ; Teoman Coskun; Işıl BAŞARA AKINAmaç: Pek çok çalışma difüzyon ağırlıklı görüntülemenin (DAG) malign meme lezyonlarının benign lezyonlardan ayırmada güçlü yöntem olduğunu göster- miştir. Bu kullanıma ek olarak, primer tümörle benzer doku karakteristiğine sahip olduğundan DAG, aksiller lenf nodlarının değerlendiriminde de kullanı- labilir. Yöntem ve Gereçler: Yüz on kadın hasta ve 214 meme dokusunda, kontrastlı dinamik manyetik rezonans görüntüleme ve DAG uyguladık. Yüz yetmiş yedi aksillada, 187 lenf nodunda (142 benign ve 45 malign) Apparent diffusion co- efficient (ADC) değerleri ölçüldü. Malign lenf nodu tanısı histopatolojik olarak, benign lenf nodu tanısı klinik ve görüntüleme bulguları ile konuldu. Bulgular: Ortalama ADC değerleri, malign lenf nodları için 1.00x10-3 mm2/s, benign lenf nodları için 1.39x10-3 mm2/s’dir. Malign lenf nodlarında ADC de- ğerleri benign olanlardan belirgin düşüktür (p=0.001). Cut-off ADC değeri 1.22 x10-3 mm2/s Kabul edildiğinde, sensitivite %75.6 ve spesifisite %71.1 olarak hesaplandı. Sonuç: Ön bulgularımıza göre, preoperatif dönemde malign ve benign aksiller lenf nodlarının ayrımında ADC ölçümlerinin kullanışlı olabileceğini önermek- tedir. Geniş serilerle yapılan ileri çalışmalar DAG’deki sonuçlara güveni arttıra- caktır.Item Preoperative and Postoperative Evaluation of Electromyography and Magnetic Resonance Imaging Findings in Carpal Tünnel Syndrome(2014) Deniz SELÇUKİ; Mehmet SELÇUKİ; Kıyasetin Asil; Can YALDIZ; Birol ÖzkalGiriş: Karpal tünel sendromu (KTS) el bileğinde median sinirin karpal tünel içerisindesıkışması sonucu gelişen en yaygın tuzak nöropatisidir. KTS tanısında öncelikle nörolojikmuayene ve elektrofizyolojik inceleme (EMG) bulguları esas alınır. Bu araştırma karpal tünelsendromu tanısı konmuş hastaların magnetik rezonans görüntüleme tetkikinin hastalığıntanısında ve takibinde ne kadar etkili olduğunun tespit edilmesi amacıyla yapılmıştır.Material method: Araştırmamızda klinik ve elektrofizyolojik testlerle KTS tanısı konan 21hasta 23 bilek üzerinde gerçekleştirilmiştir. Preoperatif ve post operatif olarak 14.2 haftada 21hastanın eli anatomik pron pozisyonunda iken el bileği koili kullanılarak magnetik rezonansgörüntüleme(MRG) yapılmıştır. Üç düzeyde median sinirin kesitinin boy ve en ölçülerioranlanarak (boy/en) ve median sinirin yassılaşma oranı, median sinir alanı, median sinirintensitesi, değerlendirilmiştir. Tüm hastalar aynı cerrah tarafından cerrahi uygulanmış, hiçbirhastaya nöroliz uygulanmamıştır.Bulgular: Operasyon öncesi ve sonrası olgu grubunun EMG sonuçlarının incelendiğindemotor ileti hızı ve duysal ileti zamanının operasyon öncesine göre anlamlı oranda düzeldiğisaptanmıştır. Olgu grubunun el/bilek MRG'si kontrol grubu ile karşılaştırılınca karpal tünelalanı/el bilek alanı oranı dışında kalan tüm ölçümlerde aritmetik ortalamanın kontrolgrubundan büyük olduğu görüldü. Orta ve distalde median sinir yassılaşma oranı, distaldemedian sinir alanı, fleksör retinakulum kalınlığı, fleksör retinakulum yaylanması, fleksörretinakulum yaylanma oranın da ise farkın anlamlı olmadığı belirlenmiştir.Sonuç: Elektrofizyolojik çalışmalar KTS tanısını koymakta altın standarttır. MRG hastalarınameliyat sonrası değerlendirilmesinde etkin bir yöntemdir. Başarısız cerrahı nedenini ortayaçıkarmada kullanılabilir. MR tetkiki hastaların tanısı koymada ve post operatif takiplerindeetkili bir yöntemdir.Item Unexpected Metastatic Localization of Prostate Cancer\rDetermined by Ga-68 PSMA PET/CT: Choroid(2022) GÖZDE MÜTEVELİZADE; Ceren sezgin; GUL GUMUSER; Elvan SAYITProstate-specific membrane antigen (PSMA) is a transmembrane protein with overexpression in most prostate cancer cells. Gallium-\r68-PSMA (68Ga-PSMA) positron emission tomography/computed tomography (PET/CT) imaging is a game changer within the management\rof prostate cancer. The prognosis of prostate cancer is principally determined by the metastatic condition. The presence and localization of\rmetastasis have an effect on the selection of treatment protocol. We present the case of a prostate cancer patient with choroid metastasis demonstrated\rat 68Ga-PSMA PET/CT. In our case, we presented an example of an uncommon metastatic site such as choroid. Advances in imaging techniques\rsuch as 68Ga-PSMA PET/CT have led to more detection of rare metastatic sites in prostate cancer patients.