Browsing by Author "Pelin ERTAN"
Now showing 1 - 20 of 24
Results Per Page
Sort Options
Item Çocuklarda üst solunum yolu enfeksiyonlarında çinko ve bakır düzeyleri(1996) Ali ONAĞ; Nureddin VURGUN; Figen OKSEL; Pelin ERTAN; Baha TANELİÜst solunum yolu enfeksiyonu (ÜSYE) geçirmekte olan 1.5-10 yaş arası 40 olgunun serum ve idrar çinko (Zn) ve bakır (Cu) değerleri araştırılmış ve normalden düşük bulunmuştur. Enfeksiyon başlangıcında serum Zn düzeyleri kontrol grubuna göre yüksek bulunmuş (p<0.008), buna ek olarak idrar Zn atılımında kontrollere göre artış bulunmuştur (p<0.0001). Serum ve idrar Cu düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı bir değişiklik göstermemiştir. Manisa yöresindeki çocukların subklinik Zn eksikliği nedeniyle beslenmelerinin Zn'dan zengin " besinlerle desteklenmesi gerektiği kanısına varılmıştır.Item The effects of breast feeding periods on childhood diseases in Manisa region(1999) Pelin ERTAN; Figen OKSEL; Baha TANELİBu çalışma Manisa yöresinde yalnız anne sütü ile beslenen, anne sütüne ilave olarak ek gıda alan çocukların oranını saptamak, ayrıca bunlarla hiç anne sütü almayanların solunum yolu enfeksiyonu, gastroenterit, idrar yolu enfeksiyonu, ricketsle olan ilişkilerini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırmaya Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı polikliniklerine 1996 yılı içinde başvuran 0-15 yaş arası 3302 çocuktan iyi beslenme anamnezi veren 632 çocuk dahil edilmiştir. Bunların içinden sadece 543 tanesi yalnız anne sütü alma süresini belirtebilmiş bunların oranı da 2, 3, 4 ve 6 ay için sırasıyla %15.83, %19.15, %16.20 ve %15.83 olarak saptanmıştır. Anne sütüne ilave olarak ek gıda alma zamanı tam olarak ailesinden öğrenilen 584 çocukta ise bu oran 3 ay için %9.07, 12 ay için %13.01, 18 ay için ise %10.61 olarak saptanmıştır. Çalışmada ayrıca 0-3 yaş grubunda 6 ay anne sütü alanlarla hiç almayanların belirtilen hastalıklarla ilişkileri kıyaslanmıştır. Sonuçta yöremizde yalnız anne sütüyle, beslenen çocukların oranı en yüksek 3. ayda (%19.15) görülürken bu süre anne sütüne ilave ek gıda alanlarda 12 ay (%13.01) olarak belirlenmiştir. Hastalıklar yönünden, solunum yolu enfeksiyonunda anne sütü almamanın olumsuz etkisi görülürken; gastroenterit ve riketste anlamlı fark gözlenmemiş idrar yolu enfeksiyonunda ise beklenenin ahine anne sütü alanlarda daha sık enfeksiyon görüldüğü saptanmıştır.Item Sağlıklı yenidoğanlarda serum kalsiyum düzeylerindeki değişiklikler(2001) Betül ERSOY; Nermin TANSUĞ; Ümit İNCEBOZ; Erhun KASIRGA; Pelin ERTAN; Bekir Sami UYANIK; Ali ONAĞYenidoğan döneminde serum kalsiyum (Ca) düzeylerinde anlamlı değişiklikler oluşur. Bu değişikliklerin ekstrauterin dönemin başlangıcındaki adaptasyon döneminde ortaya çıkan normal dinamik değişimlerin ışığında değerlendirilmesi önemlidir. Amacımız, zamanında doğan sağlıklı yenidoğanlarda doğumu izleyen ilk hafta içinde Ca konsantrasyonlarındaki değişiklikleri belirlemek ve gebelikte anneye Ca desteği verilmesinin yenidoğan Ca regülasyonu üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Bu amaçla zamanında doğan 48 sağlıklı bebeğin kordon, 2. ve 7. günlerdeki kan örneklerinde Ca, fosfor, parathormon (PTH) düzeylerine ve bu bebeklerin annelerinde de doğumdan hemen önce aynı parametrelere bakıldı. Sonuçlar, annelerin Ca desteği alıp almamasına göre 2 gruba ayırarak da değerlendirildi. Bebeklerin kordon kanı Ca düzeylerine göre 2. gün değerlerinin anlamlı olarak düştüğü (p<0.01), 7. günde ise 2. güne göre değerlerin yükseldiği görüldü (p<0.05). Buna karşılık kordon kanı PTH düzeyleri 2. ve 7. gün saptanan düzeylerden anlamlı olarak düşük bulundu (p<0.0001). Ca desteği alan ve almayan annelerin bebeklerinde Ca, fosfor, magnezyum ve PTH düzeyleri açısından anlamlı fark bulunamadı. Bu sonuçlar, kordon kanında PTH düzeylerinin düşük olmasına karşın Ca düzeylerinin normal bulunmasının fetusta Ca regülasyonunun, postnatal dönemin aksine PTH dışındaki faktörlerle ilgili olduğunu düşündürdü.Item İmmun trombositopenik purpura ile ortaya çıkan akut hepatit A virüs infeksiyonu: Olgu sunumu(2002) Erhun KASIRGA; Pelin ERTAN; Nermin TANSUĞ; Ali ONAĞHepatitA ve immun trombositopeni beraberliği nadirdir ve çoğunlukla erişkinlerde görülür. 9.5 yaşındaki erkek çocukta hepatitA virüs infeksiyonunun belirtisi olarak gelişen ağır immun trombositopenik purpura tanımlandı. Trombositopenik purpura nadiren hepatit A ile beraber olmasına karşın bu hematolojik komplikasyon hepatitA'nın bir belirtisi olarak daha önceden tanımlanmamıştır.Item Sağlıklı bebeklerde farklı zamanlarda yapılan hepatit B aşısının karşılaştırılması(2003) Nermin TANSUĞ; Erhun KASIRGA; Pelin ERTAN; DİLEK ÇİÇEK YILMAZ; Savun ÖZEL; Ali ONAĞAmaç: Taşıyıcılık oranının yüksek olduğu gelişmekte olan ülkelerde tüm yenidoğanların doğumdan hemen sonra aşılanması perinatal hepatit B enfeksiyonun önlenmesinde büyük önem taşımaktadır. Çalışmamızda sağlıklı yenidoğanların 0, 1, 6. ve 2, 4, 6. aylarda yapılan hepatit B aşısına karşı gelişen anti-HBs yanıtlarını araştırdık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya alınan 73 bebek iki gruba ayrıldı. Gruplar arasında yaş, cins ve ağırlık açısından istatiksel olarak anlamlı fark yoktu. I. gruba (n= 34) 0, 1, 6. aylarda ve II. gruba (n= 39) 2, 4, 6. aylarda 10 mcg dozunda hepatit B aşısı (Engeriks B, pediatrik, Smith Kline Beecham) rekombinant hepatit B virus aşıları uygulandı. Bulgular: Serum örnekleri son aşılamadan 3 ay sonra alınarak hepatit B yüzey antijenine karşı gelişen antikor düzeyleri ELİSA test kiti ile saptandı. Serokonversiyon ve seroproteksiyon oranları sırası ile Grup I'de % 100, % 85.3 ve grup II'de % 100 ve % 97.5 olarak bulundu. İki grup kıyaslandığında, grup II'deki 100 mIU/ml'nin üzerindeki anti-HBs düzeylerinin 1-9 mIU/ml ve 10-100 mIU/ml'lik anti-HBs düzeylerine göre anlamlı şekilde daha yüksek olduğu gözledi (p= 0.020, p= 0.0008). Serokonversiyon ve seroproteksiyon oranları bakımından ise her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. Sonuç: Erken aşılama şemasının annenin hepatit B serolojisine rutin olarak bakılamadığı ülkemiz koşullarında HBV infeksiyonlarına karşı etkili bir koruma sağladığı, ancak geç aşılamanın daha yüksek antikor düzeyleri oluşturduğu sonucuna varıldı.Item İşeme disfonksiyonu saptanan enürezis olgularında antikolinerjik tedavinin yan etkileri(2003) Can TANELİ; Pelin ERTAN; Abdülkadir GENÇ; Tolga KÜÇÜKOĞLU; Erol MİR; Ali ONAĞAmaç: Antikolinerjikler, işeme disfonksiyonu saptanan enürezis olgularının tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. İşeme disfonksiyonu olan ve instabil mesaneli olgularda bu ilaçların etkin olduğu yönünde birçok çalışma rapor edilmiştir. Antikolinerjik ilaçların ağız kuruluğu, taşikardi, midriyazis, kusma, konstipasyon gibi yan etkileri vardır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, işeme disfonksiyonu saptanan 75 olguya antispazmotik ve antikolinerjik etkili oxybutinin (uropan, 0.4mg/kg/gün) tedavisi uygulanmıştır. Hastalara ilacın olası yan etkileri önceden bildirilmiştir. Tedaviye en az 6 ay, en çok 1 yıl devam edilmiştir. Yan etki izlenen hasta sayısı 27 (%36)'dir. Yan etki nedeniyle doz azaltılan hasta sayısı 15 (%20), kendi isteğiyle tedaviyi bırakan hasta sayısı ise 2 (%2.6)'dir. Bulgular: Tedaviyi kabul edip düzenli kontrole gelen 73 hastadan 15 inde (%20) doz ayarlaması gerekmiş ancak ilacın kesilmesini gerektirecek bir yan etki gözlenmemiştir. En çok görülen yan etkiler yüz kızarması (%17), ateş basması (%10), ağız kuruluğu (%10), huzursuzluk ve huy değişikliği (%9), baş ağrısı (%4)'dır. Sonuç: Sonuç olarak, bu çalışmada işeme disfonksiyonu saptanan enürezis olgularında antikolinerjik tedavinin tolere edilebilir bazı yan etkileri görülmüştür. Hastalar önceden bilgilendirildiğinde bu yan etkilerin hastaların çoğunluğu tarafından tolere edilebildiği saptanmıştır.Item Küçük çocuklarda toplum kökenli viral alt solunum yolu enfeksiyonu etkenlerinin sıklığı ve uzun dönem komplikasyonu ile ilişkileri(2008) Hasan YÜKSEL; Özge YILMAZ; Sinem AKÇALI; Ayhan SÖĞÜT; Yılmaz Dilek ÇİFTDOĞAN; Vildan ÜRK; Pelin ERTAN; Tamer ŞANLIDAĞViral alt solunum yolu enfeksiyonları (ASYE) ve sonrasında gelişen komplikasyonlar, çocukluk çağının en önemli morbidite ve mortalite nedenlerinden biridir. Bu çalışmada, küçük çocuklarda görülen toplumdan kazanılmış ASYE'de viral etkenlerin belirlenmesi ve viral etyolojinin uzun dönem sekellerden olan bronşiyolitis obliterans (BO) ile ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya 2002-2004 yılları arasında Celal Bayar Üniversitesi Pediatrik Allerji Bilim Dalı ve Solunum Birimi tarafından ASYE tanısı konmuş 151 çocuk (86 erkek, 65 kız; ortalama yaş: 2.9 ± 2.1 yıl) dahil edilmiştir. Çocuklardan alınan nazofarengeal aspirat örneklerinde solunum yolu viruslarının [respiratuvar sinsityal virus (RSV), influenza tip A ve B, parainfluenza tip 1, 2 ve 3, adenovirus] varlığı, ticari bir direk floresan antikor (DFA) kiti (Biotrin, irlanda) ile araştırılmıştır. Çalışmamızda, 151 çocuğun 38 (%25.2)'inde ASYE'de viral etken saptanmış; bu oran 2002 yılı için %46.8 (22/47), 2003 yılı için %13.3 (8/60) ve 2004 yılı için %18.2 (8/44) olarak belirlenmiştir. ASYE etkeni olarak en sık saptanan viruslar RSV ve adenoviruslar olmuş (her ikisi için de aynı olmak üzere: %31.5; 12/38), bunları parainfluenza (%26.3; 10/38) ve influenza virusları (%23.6; 9/38) izlemiştir. Çalışmaya alınan hastaların %7.3 (11/151)'ünde enfeksiyon sonrası BO gelişmiştir. BO olgularının yedisi 2002 yılında, biri 2003 yılında, üçü ise 2004 yılında tespit edilmiştir. 2002 yılında BO tespit edilen tüm hastalarda viral etyolojinin mevcut olduğu; 2003 ve 2004 yıllarında BO tespit edilen dört hastanın ise birinde viral enfeksiyon olduğu belirlenmiştir. BO gelişen hastalarda en sık rastlanılan etken adenovirus (5/8) olmuştur. BO gelişen 11 hastanın 8 (%72.7)'inde, BO gelişmeyen 140 hastanın 30 (%21.4)'unda viral etken tespit edilmiş ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p= 0.02). Diğer taraftan, ASYE'de viral etyoloji saptanan 38 hastanın 8 (%21.1)'inde, saptanmayan 113 hastanın 3 (%2.6)'ünde BO geliştiği tespit edilmiş, aradaki farkın anlamlı olduğu belirlenmiştir (p< 0.05). Sonuç olarak, küçük çocuklarda viral etyolojili ASYE'nin uzun süreli izleminin komplikasyon gelişiminin erken tanısı açısından önemli olduğu ve bu nedenle de etken olan virusların tanımlanmasının yararlı olacağı kanısına varılmıştır.Item Çocuklarda idrar yolu enfeksiyonlarında antibiyotik direnci: Beş yıllık sonuçlar(2008) Turan GÜNDÜZ; Selma TOSUN; Mahmut Mete DEMİREL; Pelin ERTANİdrar yolu enfeksiyonu erişkinlerde olduğu gibi, çocuklarda da sık karşılaşılan bir sorundur. Bazen sadece klinik tanıya dayanarak ampirik antibiyotik tedavisi gerekebilir. Bu çalışmada, çocuklardaki idrar yolu enfeksiyonları etyolojisinde yer alan mikro-organizmaların ve bunların antimikrobiyal duyarlılıklarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Ocak 1998-Aralık 2002 tarihleri arasında Moris Şinasi Çocuk Hastanesine başvuran ve klinik olarak idrar yolu enfeksiyonu tanısı konulan 1361 hastanın laboratuvar kayıtları retrospektif olarak incelenmiştir. Alınan idrar örneklerinin standart yöntemlerle ekimlerini takiben % 29.9’unda üreme olduğu tespit edilmiştir. İzole edilen bakteriler sırasıyla; 267 (%65.6) E.coli, 40 (%9.8) Klebsiella spp, 37 (%9.0) Proteus spp, 34 (%8.3), diğer Gram negatif bakteriler ve 30 (%7.3) Gram pozitif bakterilerdir. İzolatların Ampisilin (AMP), Amoksisilin-Klavulonat (AMC), Sefuroksim (CXM), Seftriakson (CRO), Trimetoprim-Sulfometaksazol (TMP-SXT), Gentamisin (GN) ve Amikasin (AK)’ne direnç oranları sırasıyla; % 73.7, % 37.1, % 17.7, % 0.0, % 48.8, % 14.3 ve % 0.0 olarak bulunmuştur. Bu sonuçlara göre izole edilen mikroorganizmaların ikinci kuşak sefalosporinler ve beta-laktamaza dirençli penisilinlere duyarlı oldukları bulunmuş ve çocuklardaki idrar yolu enfeksiyonunun ampirik tedavisinde ilk seçenek olabilecekleri, dirençli olgularda ise aminoglikozidlerin alternatif olabileceği düşünülmüştür.Item Monosemptomatik nokturnal enürezisi olan çocuklarda dikkat eksikliği ve hiperaktivite bulguları(2010) Pelin ERTAN; Deniz GÖNÜLAL; Ayhan SÖĞÜT; ÖZGE YILMAZ; Arda BOZGÜL; Gönül DİNÇ HORASAN; Ömer AYDEMİR; Hasan YÜKSELAmaç: Çocuklarda monosemptomatik nokturnal enürezis psikolojik ve davranışsal sorunlara neden olabilir. Bu çalışmanın amacı monosemptomatik nokturnal enürezisi olan çocuklarda dikkat eksikliği ve hiperaktivite bulgularının değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya altı ile 12 yaşları arasında monosemptomatik enürezisi olan 57 çocuk (23 erkek, 34 kız) ve 57 sağlıklı kontrol (25 erkek, 32 kız) katıldı. Çocuklarda dikkat eksikliği ve hiperaktivite bulgularını tanımak için anneler tarafından 48 soruluk çoktan seçmeli bir anket olan Conners Ebeveyn Değerlendirme Ölçeği yanıtlandı. Bulgular: Enürezisli çocukların yaş ortalaması 8,54±2,18 iken, kontrol grubundakilerin yaş ortalaması 9,12±2,13 idi. Enürezis grubunda dikkat eksikliği puanı kontrol grubundan anlamlı olarak yüksekti (p=0,02). Hiperkativite puanı açısından ise iki grup arasında anlamlı fark bulunmadı (p=0,36). Alt ıslatma sıklığı, dikkat eksikliği ya da hiperaktivite bulguları olan ve olmayan enüretik çocuklar arasında farklı değildi (p=0,06). Çıkarımlar: Bu çalışmanın sonuçları artmış dikkat eksikliği bulgularına işaret ettiğinden, monosemptomatik nokturnal enürezisi olan çocuklarda psikolojik ve davranışsal değerlendirme gerekebilirItem Renal glukozüri tanısı alan bir olgu(2011) Gökhan TEKİN; Pelin ERTANRenal glukozüri normal kan glukoz konsantrasyonu varlığında, genel renal tübüler disfonksiyon bulgusu olmadan üriner glukoz atılımı olarak tanımlanmaktadır. Proksimal tübülde glukoz reabsorbsiyonunda sekonder aktif transportu sağlayan taşıyıcı proteinlerden SGLT2’yi kodlayan SLC5A2 genindeki mutasyon sonucu gelişmektedir. Saptanan glukozüri nedeniyle değerlendirilen 10 yaşında kız çocuğunun vital bulguları ve sistem muayeneleri normaldi. Hastada 21.2-32 g/gün glukozüri saptandı. Proteinüri saptanmadı. Tübüler fonksiyonları, kreatinin klirensi, serum üre, kreatinin, ürik asit, bikarbonat, elektrolit değerleri, açlık kan şekeri, HbA1c ve OGTT, idrar aminoasid kromatografisi normal saptandı. İdrar şeker kromatografisinde glukoz dışında şeker atılımı saptanmadı. Hastanın anne ve babasında açlık kan şekerleri normal iken, tam idrar tetkiklerinde; babada 100mg/dl glukoz atılımı saptandı. Büyüme gelişme geriliği, poliüri, polidipsi ve dehidratasyon bulgularının bulunmaması, glukozürinin tanısal değerlendirilmesi açısından yapılan tetkik sonuçları ile olgumuzda renal glukozüri tanısı konmuştur.Item Monosemptomatik noktürnal enürezis(2012) Pelin ERTAN; Bertan KARABOĞAEnüresiz noktürna (EN) çocukluk çağının en sık karşılaşılan ürolojik problemidir. Terminoloji konusunda tam bir görüş birliği olmayıp Uluslararası Çocuk Kontinans Derneğinin (ICCS) yaptığı tanımlamaların kullanılması önerilmektedir. Doğuştan ya da kazanılmış santral sinir sistemi defekti olmayan 5 yaşın üzerindeki çocuklarda istemsiz olarak gece uykuda altını ıslatma EN olarak tanımlanır. Monosemptomatik (basit), monosemptomatik olmayan (komplike) grupları vardır. Monosemptomatik noktürnal enüreziste (MNE) gece yatağa ıslatma dışında gün içinde herhangi belirti yoktur. MNE etyolojisinde çeşitli teoriler öne sürülmüş; genetik, hormonal, mesane ile ilişkili ve uyanma bozukluklarının bir veya birden fazlasının rol oynayabileceği bildirilmiştir. Matüritenin artmasıyla her yıl %15 oranında kendiliğinden düzelme görülür. Tedavi destekleyici ve buna ilaveten patofizyolojideki faktörler göz önüne alınarak özgün tedavi olarak yapılmaktadır. Tedavinin başarısı ve izlenecek yol haritası çocuk ve aile ile birlikte planlanmalıdır. Bu derlemede noktürnal enürezisle başvuran olguları değerlendirirken doğru tanı, ayırıcı tanı, izlem ve tedavi seçenekleri ICCS ve Türkiye Enürezis Tedavi Kılavuzu (TEK) temel alınarak güncel bilgiler ışığında verilmesi amaçlanmıştır.Item Çocukluk çağında aktigrafi kullanımı(2012) Pelin ERTAN; Senem ALKANUyku çocuğun sağlıklı büyümesinde önemli yer tutar. Bu nedenle uyku bozukluğu hem çocuk hem aile için büyük sorun yaratır. Son yıllarda geliştirilen aktigrafi çocuk ve adolesanlarda uyku ve uyanıklık siklusunu ölçen motor aktiviteleri hassas bir şekilde algılayan, el veya ayak bileklerine takılarak kullanılan, istirahat ve aktivite paternlerinin dijital ortamda kaydedilmesine ve depolanmasına olanak sağlayan; küçük, hafif, saat şeklinde taşınabilir cihazdır. İçerdiği mikrosensorların kapasitelerine bağlı olarak değişen sürelerle aktivite kaydı yapabilen ve non-dominant ele takılarak kullanılan bu cihazlar uyku günlükleri ile birlikte, uyku yakınması olan kişilerde uzun süreli uyku takibi amacı ile kullanılmaktadırlar. Çocukluk çağında uykuyu etkileyecek patolojiler aktigrafi ile tespit edilebilmektedir. Polisomnografiye alternatif olarak geliştirilen ve kullanımı kolay olan bu cihaz ile çocukluk çağı uyku bozuklukları kolayca tanınıp takip edilebilir.Item Çocuklarda üriner kateterizasyon ve kateter ilişkili üriner sistem enfeksiyonu(2015) Havva EVRENGÜL; Pelin ERTAN; Aydın ŞENCAN; Semra KURUTEPE; Hörü GAZİAmaç:Miksiyosistoüretrografi; vezikoüreteral reflü ve mesane anatomisini değerlendirmede kullanılmakta olan önemli bir tetkiktir. Miksiyosistoüretrografi çekimi sırasında kullanılan üriner kateterler idrar yolu enfeksiyonunu kolaylaştıran risk faktörlerindendir. Bu çalışmada üriner kateterizasyonun idrar yolu enfeksiyonu oluşumuna etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı.Gereç ve yöntem: Çalışmaya Temmuz 2010-Temmuz 2012 ayları arasında Celal Bayar Üniversitesi Hafsa Sultan Hastanesi Çocuk Nefroloji polikliniğinde tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu nedeniyle izlenen ve miksiyosistoüretrografi çekilen 102 çocuk hasta (62 kız, 40 erkek) alındı. Tüm hastalardan miksiyosistoüretrografiden hemen önce ve iki gün sonra olmak üzere idrar kültürü alındı.Bulgular: Miksiyosistoüretrografiden hemen önce alınan idrar kültürlerinin %2,9' unda, miksiyosistoüretrografiden iki gün sonra alınan idrar kültürlerinin ise %11,7'sinde anlamlı bakteriüri saptandı. Katetere bağlı üriner sistem enfeksiyonu tanısı alan çocukların cinsiyeti arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p= 0.07). Hastalar 5 yaş üzeri ve 5 yaş ve altı olarak iki gruba ayrıldığında, yaş ve katetere bağlı üriner sistem enfeksiyonu arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki olduğu görüldü(p=0.01). Miksiyosistoüretrografi öncesi ve sonrası idrar kültürlerinde en sık izole edilen mikroorganizma Escherichia Coli'ydi.Sonuç: Mesane kateterizasyonunu gerektiren durumlarda temizlik kurallarına uyulması ve vezikoüreteral reflü tanısında hala altın standart olan miksiyosistoüretrografinin yerini alacak yeni tanı yöntemlerinin geliştirilmesi katetere bağlı üriner sistem enfeksiyonlarının önlenmesinde etkili olacaktırItem Tek taraflı renal agenezi ve hipoplazili çocukların klinik özellikleri ve izlem sonuçları(2016) Havva EVRENGÜL; Pelin ERTAN; Erkin SERDAROĞLU; Selçuk YÜKSELAmaç: Az nefron sayısına sahip çocuklarda, yaşamlarının ilerleyen dönemlerinde hipertansiyon, proteinüri ve kronik böbrek yetmezliği gelişme riski yüksektir. Bu renal hasar, glomerüler hiperfiltrasyondam kaynaklanmaktadır. Bu çalışmanın amacı, tek taraflı agenezik ve hipoplazik böbreği olan çocukların klinik özelliklerinin ve izlem sonuçlarının değerlendirilmesidir.Yöntem: Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesinde takip edilen, tek taraflı renal agenezisi ve hipoplazisi olan hastaların klinik, radyolojik ve nükleer tıp inceleme bulguları değerlendirildi.Bulgular: Bu çalışma ortalama yaşı 8,9±4 yıl olan 30 (%60) erkek ve 20 (%40) kız hastadan oluşmaktaydı. Yirmi beş hasta renal agenezi, 25 hasta renal hipoplazi tanısı aldı. Laboratuvar incelemesinde ortalama serum kreatinin düzeyi 0,45±0,22 mg/dl ve tahmin edilen glomerüler filtrasyon hızı (eGFR) 144±30,3 ml/dk. idi. Yirmi dokuz (%58) hastada hiperfiltrasyon saptandı. Proteinüri ve hipertansiyonu olan 1 (%4) hasta vardı. On beş (%30) hastada ürolojik anamoli mevcuttu.Sonuç: Bu çalışmada, tek taraflı renal agenezisi ve hipoplazisi olan hastaların serum kreatinin düzeyi normal bulundu. Ancak bu hastaların 29 (%58) hiperfiltrasyon vardı. Hiperfiltasyonu olan çocukların çoğunda yaşamlarının ilerleyen döneminde renal hasar geliştiği için bu çocukların doğumdan itibararen klinik takiplerinin yapılması gerekmektedir.Item Information is Power: An Interventional Study on Parents of Children with Febrile Seizures(2017) Deniz Özalp KIZILAY; Asusinem Akyalçın KIRDÖK; Pelin ERTAN; Senem AYÇA; Mehmet Murat DEMET; Muzaffer POLATAmaç: Febril konvülsiyonlar (FK) ailelerde büyük korku ve paniğe yol açar. Çoğu aile nöbet anında çocuğunu kaybedeceğini düşünür ve gelecekte nöbetlerin tekrarlaması endişesini yaşarlar. Ailelerin eğitimi ile FK'nin yarattığı endişe düzeyini azaltabileceğimize inanmaktayız. Bu çalışmada, ailelerin FK ile ilişkili ihtiyaçlarını tespit edip, FK hakkındaki eğitimin FK'ye yaklaşım ve ailelerin anksiyetesi üzerine etkisini belirlemeyi amaçladık.Gereç ve Yöntemler: Çalışmamızda çocuğu FK geçiren 113 aile ile görüşüldü. Anket uygulaması ile ailelerin FK hakkındaki bilgi, düşünce, tutum ve endişelerini detaylı olarak saptamaya çalıştık. Ayrıca ailelerin depresyon ve anksiyetesini belirlemek için Hastane Anksiyete ve Depresyon Skalası ile Anksiyete Kişisel Bildiri Envanteri'ni uyguladık.Bulgular: Bu çalışmada, ailelerin FK'nin beyine hasar verip epilepsiye yol açtığı, yaşamı tehdit eden bir hastalık olduğu, elektroensefalografi, manyetik rezonans görüntüleme ve bilgisayarlı tomografi ile değerlendirme gerektiğine dair yanlış bilgi ve inanışa sahip olduklarını gördük. Bunun yanında nöbet anında nasıl müdahale edeceklerini bilmedikleri ve bunun da yüksek anksiyeteye yol açtığını gördük. Sonuç: Yeterli bilgi ve psikososyal destek verilen ailelerin anksiyete seviyelerinde belirgin azalma olduğunu tespit ettik. Böylece ilk yardım pratiğinde düzelme ve gereksiz önleyici müdahalede azalma beklemekteyiz.Item Transfusion-related Acute Lung Injury: A Case Report(2020) Arzu ÇALIŞKAN POLAT; Yeşim YİĞİT; Esra Nagehan AKYOL ÖNDER; Ayşen TÜREDİ YILDIRIM; Pelin ERTAN; Hüseyin GÜLENTransfusion-related acute lung injury (TRALI) is a non-cardiac pulmonary edema presenting with severe dyspnea, hypoxia and bilateral diffuseinfiltrates on chest X-ray. It usually occurs within the first 6 hours following the administration of plasma and plasma rich blood products.Herein, we present a patient who developed TRALI shortly after plasmapheresis due to Hemolytic Uremic syndrome and exhibited a dramaticresponse with early systemic steroid treatment.Item Ailesel Akdeniz Ateşi(2020) Esra Nagehan AKYOL ÖNDER; Pelin ERTANAilesel Akdeniz Ateşi (AAA) tekrarlayan ateş ve ateşe eşlik eden seröz zarların inflamasyonu ile karakterli otozomalresesif geçiş gösteren otoinflamatuar hastalıktır. Özellikle Yahudiler, Araplar, Türkler ve Ermeniler’de sık olarakgörülür. Kendi kendini sınırlayan ateş, karın ağrısı, göğüs ağrısı, eklem ağrısı ve şişliği, erizipel benzeri eritem ataklarıen sık belirti ve bulgulardır. Henoch Schönlein Purpura ve Poliarteritis Nodosa ile AAA birlikteliği sıktır. Tanıkoymak amacı ile kullanılan spesifik bir test olmayıp hastalığın tanısı klinik olarak konulur. Atak sırasında bakılanakut faz reaktanlarında artış ve atak dışı dönemde bunların normale dönmesi tanıyı destekler. AAA ayırıcı tanısında,başta diğer periyodik ateş sendromları olmakla birlikte romatolojik hastalıklar, enfeksiyonlar, akut batın sendromları,maligniteler, porfiria gibi genetik hastalıklar göz önünde bulundurulmalıdır. 1972 yılından beri hastalığın tedavisindeetkin ilaç olarak kolşisin kullanılmaktadır. Kronik inflamasyona sekonder olarak gelişen AA (sekonder) amiloidoz,AAA’nın en ciddi komplikasyonudur. Kolşisin tedavisi atakların süre, sıklık ve şiddetini azalttığı gibi amiloidozriskini de önler. Son yıllarda kolşisin tedavisini tolere edemeyen veya ilaca yanıt alınamayan hastalarda interlökin-1antagonistlerinin kullanımı ile başarılı sonuçlar elde edilmiştir.Item A nationwide retrospective study in Turkish children with nephrocalcinosis(2021) Serra Sürmeli DÖVEN; Sebahat TÜLPAR; Funda BAŞTUĞ; Zeynep YÜRÜK YILDIRIM; Esra Karabağ YILMAZ; Neslihan ÇİÇEK; Nuran KÜÇÜK; Elif ÇOMAK; Burcu YAZICIOĞLU; Hülya NALCACIOĞLU; Ali DELİBAŞ; Berfin UYSAL; Ayşe AĞBAŞ; Atilla GEMİCİ; Neslihan GÜNAY; Pelin ERTAN; Neşe BIYIKLI; Duygu Övünç HACIHAMDİOĞLU; Ahmet Midhat ELMACI; Yeşim Özdemir ATİKEL; Emine Özlem Çam DELEBE; Lale SEVER; Ibrahim GOKCE; Nimet ÖNER; Sema AKMAN; Bağdagül AKSU; Bahriye ATMIŞ; Sibel YEL; Alev YILMAZ; Binnaz ÇELİK; İsmail DURSUN; Harika ALPAYBackground/aim: Nephrocalcinosis (NC) is defined as calcium deposition in the kidney parenchyma and tubules. This study aims to determine the etiology, risk factors, and follow-up results of patients with NC in Turkey. Materials and methods: Patients diagnosed with NC in the pediatric nephrology Department Units of 19 centers from all geographical regions of Turkey over a 10-year period (2010–2019) were included in the study. The medical records from the centers were reviewed and demographic data, admission complaints, medical history, systemic and genetic disorders, risk factors for NC, treatment details, and presence of NC after one-year follow-up, were recorded retrospectively. Results: The study sample included 195 patients (88 females, 107 males). The mean age at diagnosis was 39.44 ± 47.25 (0.5–208) months; 82/190 patients (43.2%) were diagnosed incidentally; 46/195 patients (23.6%) had an underlying disease; idiopathic hypercalciuria was detected in 75/195 (38.4%) patients. The most common systemic diseases were distal renal tubular acidosis in 11/46 patients (23.9%), primary hyperoxaluria in 9/46 patients (19.6%) and Bartter syndrome in 7/46 patients (15.3%). After one year of follow-up, NC resolved in 56/159 patients (35.2%) and they all did not have an underlying systemic disease. Conclusion: The most common presentation of NC was incidental. Distal renal tubular acidosis and primary hyperoxaluria were the main systemic diseases leading to NC, while hypercalciuria was the most common metabolic risk factor. Nephrocalcinosis was found to remain in most of the patients at a one-year follow-up. It may resolve particularly in patients with no underlying systemic disease.Keywords: Bartter syndrome, hypercalciuria, nephrocalcinosis, renal tubular acidosisItem Urinary NGAL is a Potential Biomarker for Early Renal Injury in Insulin Resistant Obese Non-diabetic Children(2021) Semra ŞEN; Deniz ÖZALP KIZILAY; Betül ERSOY; Fatma TANELİ; Raziye YILDIZ; Çınar ÖZEN; Pelin ERTAN; İpek ÖZUNANObjective: Neutrophil gelatinase-associated lipocalin (NGAL) is one of the new biomarkers for detecting acute renal injury. There are studies showing the relationship between NGAL and renal injury in obese children. The aim of this study was to investigate whether urinary levels of NGAL, kidney injury molecule-1, and serum cystatin C are increased in insulin resistance (IR) patients before the development of diabetes. Methods: Cross-sectional, case-controlled study that included non-diabetic obese children and adolescent patients with IR and a nondiabetic obese control group with no IR, who attended a tertiary center pediatric endocrinology outpatient clinic between 2016-2018. Those with diabetes mellitus and/or known renal disease were excluded. NGAL and creatinine (Cr) levels were evaluated in the morning spot urine from all participants. Serum renal function was evaluated. Results: Thirty-six control and 63 IR patients were included in the study, of whom 68 (68.7%) were girls. The mean age of all participants was 13.12±2.64 years and no statistically significant difference was found between the two groups in terms of age or gender distribution. Median (range) spot urinary NGAL (u-NGAL) values in the IR group were significantly higher at 26.35 (7.01-108.7) ng/mL than in the control group at 19.5 (3.45-88.14) ng/mL (p=0.018). NGAL/Cr ratio was also significantly higher in the IR group compared to the control group (p=0.018). Conclusion: Obese pediatric patients with IR were shown to have elevated levels of u-NGAL, a marker of renal injury. u-NGAL examination may show early renal injury before development of diabetes.Item Predictive Factors of Organ Involvement in Childhood Henoch-Schonlein Purpura(2022) Esra Nagehan AKYOL ÖNDER; Pelin ERTANObjective: Henoch-Schonlein purpura (HSP) is the most common vasculitis of childhood, presenting with immunoglobulin A-dominant immune deposits. Unless there is an organ involvement, the prognosis of HSP is excellent. In this study, we aimed to evaluate clinical and laboratory risk factors for organ involvement in patients with HSP. Method: Our study sample consisted of 95 children with HSP and 75 healthy controls. Clinical and laboratory parameters recorded at the first admission to the hospital were retrospectively evaluated. The neutrophil-to lymphocyte ratio (NLR) and platelet-to-lymphocyte ratio (PLR) were calculated based on the complete blood counts. Results: Leucocyte, neutrophil and lymphocyte counts, C-reactive protein, PLR, platelet distribution width, and NLR were significantly higher in the HSP group than in the control group (p=0.008, p<0.001, p=0.003, p<0.001, p=0.002, p<0.001, p=0.002, and p<0.001, respectively). In the HSP group, NLR, PLR and lymphocyte were significantly higher among the patients with renal involvement and those with gastrointestinal involvement. Neutrophil levels were correlated with renal involvement. Additionally, the older age onset of the disease and elevated antistreptolysin O (ASO) levels were associated with renal involvement. Conclusion: NLR, PLR and lymphocyte counts may be used as inflammatory indicators of renal and gastrointestinal involvement in HSP. In addition, the neutrophil count is associated with renal involvement. The older age onset of HSP and elevated ASO levels are risk factors for renal involvement in HSP.